Belleğini yitirmemiş olanlar hatırlarlar…
Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi, yasakçı dönemlerde Zonguldak’ta da 1 Mayıs’lar kutlanmış, ya da kutlanmaya çalışılmıştır.
2013 1 Mayıs’ına, sendikalı olma kararlılıklarını Madenci Anıtı’na taşıyan ÇATES taşeron işçileriyle birlikte katılma coşkusunu ve onurunu yaşadım.
Çünkü onlar; Taşeronlaşma sürecinde ilk kez bu kadar kararlı, bu kadar coşkulu bir şekilde ve kendi “Sendika İstiyoruz!” pankartlarını açarak 1 Mayıs işçi Bayramı’na katılıyorlardı.
Madenci Anıtı’nda yapılan kutlamalara katılan binlerce işçi ve emekçinin arasından duyurmaya çalıştıkları;“ÇATES İşçisi Sendika İstiyor, ÇATES İşçisi Sendikalı Olacak!” ve “Sendika hakkımız, söke söke alırız!” sloganları, bir başlangıcın habercisi gibiydi. Zonguldak’ta taşeronlaşmaya karşı yürütülen mücadele açısından olsun, sınıf mücadelesi açısından olsun benim için anlamı büyük ve önemliydi.
Yeni Adım ve Pusula gazetelerinde yayınlanan iki kare fotoğraf dışında, bir kelimelik bir kelam dahi edilmiyor onlarla ilgili…
Oysa onlar; Hilmi Yarayıcı’nın söylediği 1 Mayıs Marşı’na eşlik edip coşarken, ne umutlar yüklemişlerdi taşeronlaşmanın acı gerçeklerini yansıtan sloganlarına...
ÇATES taşeron işçilerinin haykırışlarını ve maruz kaldıkları köleleşmeyi; görmeyen gözler gördü mü, duymayan kulaklar işitti mi?
Varsın duymasınlar!
Varsın görmesinler!
Yarınlar neyi gösterir sesleri diplere bastırılan işçiler için, taşeron patronlar ve sarı sendika ağaları için?
Merak edenler, dönüp taşeron Star maden işçilerine ve HEMA işçilerine bir baksınlar!
Birçok eylem yapmalarına rağmen, 2010 yılından önce onları da görmüyor ya da görmezden geliyordu birileri, onların da seslerini işitmiyor ya da işitmezden geliyordu birileri…
ÇATES taşeron işçileriyle yaşadığım coşkunun yanı sıra; Üretim bölgelerinden 1 Mayıs alanına gelen maden işçisi kardeşlerimizle, yürüyüş kortejlerinde birlikte olamamanın, birlikte slogan atamamanın eksikliğini de hissettim yüreğimde…
Fakat ‘1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutlamak ve gelecek günlerdeki mücadelelerine umut katmak için alanı dolduran maden işçilerini ve diğer emekçileri görünce tamamlandı bu eksikliğim…
Mankurtlaşma…
AndreiPlatonov’un “Can” adlı romanında anlatılan bir halk dramını daha önce yazmıştım. “Yüreklerindeki yaşama arzusunu ve umudu yitiren toplumlar, egemen zalimlere karşı mücadele azmini yitirdiklerinde hiçbir şey yapmadan, sessizce dururlarmış. Halk dilinde söyleyecek olursak, bir nevi ölü taklidi yaparlar, “sıçan öldü” ye yatarlarmış!
Cengiz Aytmatov’un ‘Gün Uzar Yüzyıl Olur’ romanında bu durum, “Mankurt” adlı bir iç öykülemeyle başka bir biçimde yansıtılıp anlatır ve çok sarsıcıdır.
Öyküde savaşçı bir kavimin esir aldığı insanlarauyguladığı özel bir işkence yöntemi ve uygulanan işkence sonucu bilinci, belleği, düşünme yeteneği yok edilen insanlar anlatılır. Bu insanlar bilinci ve ruhu ele geçirilmiş birer köle olarak efendilerine kayıtsız şartsız itaat eder, çalışır, gerekirse efendileri için savaşır ve ölürler.
Aytmatov kitabında, Orta Asya halklarının böyle kişilere “Mankurt” dediğini belirtiyor. Yaşanan duruma da “mankurtlaşmak” diyor. Mankurtlaşan kişiler itiraz etmeyi, başkaldırmayı ve pasif de olsa itaatsizliği hiç düşünemezler. Bu yetenekleri, doğalarından sökülüp alınmıştır.
Aytmatov’un romanında etkileyici bir üslup ve çarpıcılıkla anlattığı bu “mankurtlaşmak” durumuna, “Sosyolojik bir kavram olacak kadar önemlidir. Çünkü toplumlar da mankurtlaşabilir.” diyor, Merdan Yanardağ Yurt Gazetesi’nde yazdığı bir yazısında…
“Zonguldak’ta kutlanacak olan 2013 1 Mayıs’ı çok anlamlı ve önemlidir. Egemenlerin gözü ve kulağı, Türkiye’nin diğer İl ve meydanlarında yapılacak olan 1 Mayıs kutlamalarının yanı sıra Zonguldak’ta yapılacak olan kutlamada olacak!” diye yazmıştım 1 Mayıs öncesi, Halkın Sesi Gazetesi’nde yazmış olduğum yazımda.
Kaybettikleri haklar ve uğradıkları ihanetler sonucunda, mücadele azimlerini ve umutlarını yitiren Zonguldaklılar ve maden işçileri de bir tür mankurtlaşma yaşıyorlardı sanki!
Günden güne küçültülüp yaşam olanakları yok edilirken, insanları iş için diğer illere göç eden şehrim insanları sendikacısıyla, siyasetçisiyle, işçisi, emekçisi, gazetecisi ve köşe yazarlarıyla birbirlerini yiyorlardı…
Yıllardır uğradığı ihanetler sonrasında ne yapacağını şaşırmış, yüz altmış yıldır yaşanan acılarla oluşmuş üretim ve mücadele kültürleri doğal belleklerinden sökülüp alınmış olan maden işçileri, umutsuzluk ve acizlik içinde egemenlerin kucağına yuvarlanırken, mücadeleleriyle sahip çıkmaları gereken kendi sendikalarına ve sendikacılarına saldırıyorlardı…
Taksim’in inşaat çukurundan daha derinlere uzanan Zonguldak çukurunda, kendilerini bu hallere düşüren Ankara’dan gelen efendilerine karşı el pençe divan duruyorlardı.
İşte bir toplumun mankurtlaştırılması böyle bir şeydir. Aytmatov’un öyküsünde de YuanYuanlar tarafından mankurtlaştırılan Nayman genci, kendisini yeniden kazanmaya çalışan annesini dahi efendisinin emriyle öldürür ve hiç acı duymaz!
Mankurtlaşan bir toplum ve insan için; maden işçilerinin ve Zonguldaklıların ölü taklidi yapmayı bırakıp mücadele etmesi gerektiğini söylerken, bir yandan da bu mücadeleye lider olabileceğinin işaretlerini veren bir sendika başkanının ipini çekmeye çalışmanın sözü mü olur?
Zonguldak’ta düzenlenen 1 Mayıs kutlamalarının son üçünde (2011, 2012, 2013), kürsüden yapılan konuşmalarda tarihin çağrısına kulak vermeye, mücadele etmeye davet edilen maden işçileri ve Zonguldaklılar ne yapmalı size göre?
“Akil” olup AKP’nin “A” sıyla mı uğraşmalı, yoksa “akıllı” olup topyekûn karşıya alınması gereken AKP zihniyetiyle mi uğraşmalı?
Anlaşılıyor ki; Sadece tarihin çağrısına uyup, egemen sınıflara ve onların güçlerine karşı mücadele etmek yetmeyecek…
Tazyikli su, biber gazı, zam, zulüm ve polis copunun yanı sıra; makarna, kömür ve dağıtılan ulufelerle mankurtlaştırılanlarla da mücadele edilmesi gerekecek belki de!