İnsan hakları Evrensel Beyannamesi’nin, Birleşmiş Milletler tarafından 10 Aralık 1948’de kabul edildi. Ülkemiz tarafından 1949’da onaylanmasının 67. yılını kutluyoruz.

66. yılı geride kalmasına rağmen, bu gün de ‘insan hakları’, dünya da önemli sorunlar arasındadır.

Bir insan, kendisinin bir konuda sınırlandırılmış olduğuna inanırsa, orada insan hakkı ihlali var demektir.

Dolayısıyla, insan haklarını koruma görevi, bütün kuruluşların, bütün insanların iş birliğini gerektirmektedir. Bu açıdan insan hakları bilinci ve insan haklarının tam olarak benimsenerek/ özümsenerek uygulanması için, bu sorumluluk duygusunun herkeste bulunması çok önemlidir.

ŞEHRİMİZDE DURUM

İnsan hakları ihlalinden zarar gördüğünü iddia eden her insan: Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun (TİHK) İlimizde Valilik; İlçelerde Kaymakamlık bünyesinde bulunan İnsan Hakları Kurul Başkanlıklarına; şahsen, posta, faks, telefon, e-posta, BİMER aracılığı ve ya Vilayet binası, hastane, Belediye, Adliye binası gibi yerlerde bulunan şikâyet kutuları aracılığıyla ulaşabilirler.

(Yapılan şikâyetler, kurul tarafından görüşülüp: gerekli incelemeler yapılıp, sonunda; ilgili kuruluş ve kişiler bilgilendirilmektedir.)

2015 yılı itibarıyla, bu şikâyet kutularına yapılan müracaat toplamı 26’dır.Bunların 23 tanesinin hastanelerdeki uygulamalarla ilgili olduğunu düşünürsek…

Müracaattaki azlık, hak ihlallerinde azlığı manasında değildir.

En büyük etken; merkezde, İl İnsan Hakları Kurulu dışında, bir insan hakları derneğinin olmayışı ve insanların, uğradıkları hak ihlalleri sonrası, çözümü kendilerine yakın gördükleri kuruluşlarda hukuk ve kurul dışı yollarla aramalarıdır.

Meselâ; Sendika, Belediye ve hemşeri dernekleri… Çoğunluklada buralarda olaylara ‘kafa-kol ilişkisi’ içinde bakılıp, neticelendirilemiyor. Sonuçta, hak ihlali sorunu olan taraflar, neticeye medeni/ hukuki değil, bedeni /kaba kuvvet kullanımı ile son verip, maddi- manevi mağduriyetleri arttırıyor.

Etkenlerden biride, İl İnsan Hakları Kurulu’nun Vilayet binası içinde bulunması. Hak ihlaline uğrayan vatandaş, ilk etapta ‘resmiyetten çekindiği’ için, Vilayet Sarayı’na girip, çözüm aramıyor. Yapılması gereken, kurul idare merkezi’ni Vilayet Sarayı dışına, şehir merkezinde, halkın sürekli uğrayıp, çay- kahve içeceği, güler yüzlü bir adrese taşınmasıdır.

ÜLKEMİZDE DURUM

1950’de çok partili hayata geçişimizle birlikte, hak ve özgürlükler manasında büyük mesafe aldığımız doğrudur. Ancak, bu deve de kulak misali yetersiz bir gelişmedir.

Burada suç’u, jeo- politik açıdan: Emperyal güçlere ve ya ülkeyi idare eden hükümetlere bağlamak kadar, özgür birey standartlarını yakalama gayreti içinde olmayan insanımıza da bağlamak gerekir.

Devlet’in özgür bireylerce oluşturulan sivil toplum üzerinde inşa edilmesi gerektiğini unutmamalıyız. Maalesef, takım tutar gibi parti tutmak yüzünden; insanların özgürlük, eşitlik ve yaşam haklarını hiçe sayan gelişmelerde, siyasi yan ve saldırılarla zaman ve hak kayıpları yaşıyoruz.

Tartışılan konulardaki öncelik sırası, maalesef, toplumun çok basit yönlendirilmesinden kaynaklanmaktadır.

Bu gün ortaya atılan ‘başkanlık sistemi’ tartışmasında olduğu gibi…

Yapılması gereken, ‘başkanlık sistemi’ tartışılması değil, yamalı bohça’ya döndürülen, Anayasa’nın yeniden, ‘ortak akıl’ ile yapılmasıdır. Güçlü devlet - mutlu millet’in yolu, ekonomik gücün yanında, hak ve özgürlükler açısından ‘çağdaş medeniyet’i yakalamış devletten geçer. Bunun adresi ‘Yeni Anayasa’dır.

Çünkü: Türkiye’nin ihtiyacı olan demokrasi ve hukuk üreten sistemini oluşturmasının yolu, başkanlık sisteminden değil, ‘Yeni Anayasa’dan geçer.

ORTADOĞU DA DURUM

Dünya da lider ya da devlet bazında, hak ihlalleri konusunda ‘atılan nutuk’lara rağmen; toplu kıyım ve ihlallerin yapıldığı bir gerçek…

Dünya da hem liderlik hem de İnsan hakları konusunda dengeler sürekli değişiyor.

Kim ne derse desin, icraatlar, devletlerin çıkarı üzerinde organize oluyor.

Örnek, ABD ve Rusya, Ortadoğu’da ortak düşman IŞİD bahanesiyle, Suriye paylaşımı ve petrol kuyularında söz sahibi olmaya çalışıyor. Ancak, hiç biri yurtlarından sökülen Irak ve Suriyeli insanların ‘Yaşama Hakları’nın yok olmasından gocunmuyor.

Hatta Rusya, daha çok Suriyeli – Iraklıyı Türkiye istikametine sürgün (mülteci)etmek için, bombardıman yapıyor.

Burada yapılması gereken, yurtlarını yaşamak için terk eden bu insanlara ‘çadır- yiyecek’ verip, hayırseverlik edebiyatı yapmak mı, onlara ülkelerinde yaşam hakkı vermek midir? Bunun kararını ‘sağlıklı’ verebilmektir.

GELİNEN NOKTA

Dengeler değişiyor dedim ya? Dün Rusya ile stratejik ortaktık. Suriye çıkarları yüzünden ve sınır ihlali üzerine jet’in düşürdük, ‘öküz öldü, ortaklık bozuldu’.

AB ile aramız serindi, Rusya’nın da AB ile arası bozuktu. Rusya bize ‘düşürülen jet’ yüzünden yaptırım uygulayınca, AB; ‘düşmanımın düşmanı, benim dostumdur’ deyip, el uzattı. Bu gerçekten bulunmaz bir fırsattır.

Demokrasi ve hukukumuzu, kâğıt üzerinde bağladığımız ‘Avrupa Müktesebatı’ açısından çok önemli. Avrupa; düzenli devlet, hukuk ve batılı demokrasi demek…

AB ile diyalog ve tokalaşma, demokrasi ve hukukla daha çok temas demek.

Sınır ihlali yapan Rus Jeti’ne bomba atarak “Putin’in karizmasını” çizen Türkiye; içeride vatandaşlarının hak - hukuk ihlali konularında daha titiz davranıp, ‘kendi karizmasınının’ çizilmemesine dikkat eder diye düşünüyorum..

Jet krizi ve Rus tehdidi, işe yaradı…

SONUÇ:

Dünya’daki gelişmelerden, hasbelkader istifa etmek yerine, bireysel özgürlükleri ‘özümseyerek’ arttırma yolu seçmeliyiz.

Her şeyden önce, takım tutar gibi siyaset yapma yerine, kazanılan hak ve özgürlüklere ‘hayır da hayır’ şeklinde değil, ‘yetmez ama evet’ mantığını yerleştirmeliyiz.

Çıta’nın, hep yükseltilmesi şart…

Hedef, ‘insanın yaşam kalitesini aşağı çeken uygulamalar, insan hakkı ihlalidir’ mantığını yakalamak ve uygulamaya koymak olmalıdır.

Bürokrasi’nin, kendi imparatorluğu rüyası içinde, hak ve özgürlüklerden korkması doğaldır.

10 Aralık Dünya insan hakları gününü de yüz kişilik bir salona sıkıştırma gayreti bundandır.(Bu yıl 10 Aralık kapalı salon toplantısı Üniversite de küçük salonda yapılacak)

Hayat devam ediyor. Kazanılan hak ve özgürlükler arttıkça, ihlallerde artacaktır.

Doğrusu, duyarlı olmak kadar, samimi olmak, karşı fikre saygı duymayı öğrenmektir.

İnsan hakkı, birlikte yaşama isteğinin başladığı yerde yeşerir.

Unutulmamalı… Her insan, bir gün hak ihlaline uğrayabilir…