Neresinden tutarsan tut elinde kalan bir kent ve neresinden yakalamaya çalışırsan çalış, geç kalınmış ıskalanmış koca bir hayat. Sanki kader birliği yapılmışçasına bire bir örtüşen yaşam parçacıklarıyla, birbirinden medet uman insanlar ve yine birbirine ne yazık ki hiçbir fayda sağlayamayan ve içinde yaşayan insanlardan medet uman bir coğrafya. Ne bu çelişki, ne bu çaresizliğimiz, içinden çıkılmaz bu durumla mütemadiyen niye yüzleşiyoruz, vallahi yazık bize, yazık bu kente. 
Sanırım durumun vahametini  açıklamaya yetecek söz yok, ya da kalmadı alfabelerde, aslında birçoğumuz bu konudan haberdarız ve muzdaripiz diye düşünüyorum ama olmayanlarda var elbette görmezden gelenler ya da. Çözümsüzlüğün sebebi sanırım birazda haberdar olmayanlar yüzünden! Şimdi tamda bu bağlamda mevcut olan, elde var olan, insan profilleri geliyor gözümün ününe konuya dair, örneğin: Bir sıradan insanlar var, birde sorumlu insanlar. 
Söz konusu olan aslında sıradan olarak nitelendirilen insanlar, zira sorumlu insanların aslında sıradan olarak nitelendirilen insanlar olduğunu düşünüyorum. 
Karmaşık bir anlatım diline sahip olduğumu düşünebilirsiniz, haksız da sayılmazsınız aslında, bazen anlatmak istediğimi anlatamayabiliyorum mazur görünüz!  
 Amma velâkin bu demek değildir ki anlatmayacağım: 
Satırlar, özellikle bu kentin sorunlarına dair duruma dikkat çekmek için iç dökülen satırlar… 
Duyarlı olmaya davet edilen, ayrıca kanayan yaramıza merhem olmaya yönelik paylaşımlarda ustaların bir nakış edasında işledikleri sözcüklerin yalnızlığı. 
Türkçeye en uygun, en doğru, en yalın ve en can alıcı söz dizgileriyle şahlandığını ve adrese teslim edildiğini gördüğüm ve okuduğum onlarca makalenin görmezden gelindiğini fark ettiğimden beri, kafamı duvarlara vurup bir çıkar yol yok mu diye avazımın çıktığı kadar bağırmak istiyorum, söz konusu bu kent olduğunda. 
Sahiden de biz insanlar son zamanlarda akıl tutulması yaşıyoruz, nedir bu birbirimize düğümlenip bir arpa boyu yol kat edemeyişimizin sebebi. Nedir benim bu güzel memleketimin paramparça olmuş yüreğindeki kırgınlığı küskünlüğü. Ne istiyoruz dağın taşın arasına sıkışmış bu çaresiz kentten, yüzüne doğan güneşten bile utanır hale gelen bu güzel memleketimin nedir kaderinin karası. 
Birbiri ardına yapılmaya başlanan ve devamının geleceği sanki bir müjde gibi yüksek sesle haykırılan termik santrallerin, daha şimdiden üzerimize çöken hastalığı… Bizi devasız dertlerin kucağına atmıyor mu? Yapılan eylemlerin, duyarlı olmaya davet edişlerin alaycı bir göz süzüşüyle görmezden gelindiğini bilmek, inanın daha çok yakıyor canımızı. İş işten geçmeden için geç kalmış olmanın yüzleşmesi çok daha ağır bugünlerde. 
Ne olur sanki hep birlikte elinden tutsak ve yine hep birlikte kanayan yaralarına merhem olsak. Her şeyin doğalına olan merakımız yüzünden midir şu aralar gazımızı bile doğallaştırmaya çalışırken koskoca bir coğrafyanın doğallığının gözünü oyma telaşımız. Bir yanda doğalgaz çilekeşleri, diğer yanda termik santraller için verilen mücadele ve yine araya sıkışmış neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamaya çalışan biz zavallıların içine düştüğü durumumuz. Vallahi çıkamıyorum işin içinden, sadece ben değil, görüyorum ki hiç kimse çıkamıyor işin içinden. 
Yıllardır sorunları yazılıp çizilen ama ne hikmettir ki bir çözüm üretilemeyen, engebeli arazisinin sanki yüz karası gibi yüzüne vurulan bu coğrafyanın canını okuyoruz top yekûn. 
Bence sıradan insanlar olarak hepimiz suçluyuz bu durumdan, sorumluluk almaktan korktuğumuz kaçındığımız sürece de suçumuz günbegün çoğalarak vebalini ağır bir şekilde üstümüze bırakacak. 
Ne bugünümüze bir faydamız olacak, ne de gelecek kuşaklara. Aklın yolu birdir tezini çürütüyor menfaatlere göre belirlenen öncelikler. Herkes kendine yakın olanı kayırıyor, kendine yakın olanın önerdiği yoldan yürüyor ve diğerini ne yazık ki hala daha yok sayıyor. 
 İyi de hepimiz aynı geminin içinde, aynı denizde seyir ediyoruz bu zatı muhteşem hayatı. Yani malumunuz üzere her fırtınada birlikte dirayet göstermek zorundayız, üstelik buna mecburuz. Her fırtına sonrasında yaşadıklarımızı unutmamız yüzünden değil mi bu birbirimize düğümlenişimizin sebebi. 
Çok mu zor üzerinde yaşamak zorunda olduğumuz coğrafyanın elinden tutmak ve ona yapılmaya çalışılan zulme dur demek? 
Doğal yaşamlara kucak açarken, diğer yandan üstelik mecbur olduğumuz bu coğrafyanın kalbinin ortasını oymanın ne faydası olur ki birilerine, dünya malı dünyada kalırı unutmak niye? 
Görünürde destek vermediğini söyleyenlerin, sanki karşıt görüşte olduklarını üstüne basa basa söyleyenlerin sessiz sedasız iki arada bir derede verdikleri destekler yüzünden değil mi bu çaresizlik? Yok  yok, ben anlatamıyorum yüreğimde kanayan yaralarımın acısını  ama sadece ben değil, hiç kimse anlatamıyor. Ya da birileri, ya anlamak istemiyor ve yahut sahiden de anlamıyor. İşte ikincisi beni daha da çok korkutuyor ya hiç anlamazlarsa…  
Unutmadan söylemeliyim ki çok az bir kesim de olsa bu kentte, taşın altına koyuyor elini, onlara el vermek destek olmak belki bir can suyu olacak yarınlarımıza. Evet, çorak topraklarda fidan yetiştirmek zordur ama ya bir mucizeyle yeşerirse toprak, işte o zaman bir anlamı olur mücadelenin ve vazgeçmeyişin. 
 Ne diyeyim ki daha, içim acıyor her adımda ve yine içim acıyor çehresi değişen bu güzel kente her baktığımda, yüzüm kızarıyor yaşadığım bu coğrafyaya her gözüm daldığında.