avut Fidanboy
 
Muhammed Peygamber’in eğitim ve öğretiminin artık uygulamalı olarak devam edeceğini Leheb Suresi’nde ifade etmiştik. Tekvir Suresi’nde Peygamberimizi engellemek isteyen Ebu Leheb ve yandaşlarının bu girişimlerini etkisiz kılmak için kıyamet ve mahşer sahneleriyle uyarılar yapılmıştı. Surede Peygamberimize yapılan yalan ve iftiraların aslı astarı olmadığı ve Allah katında çok itibarlı bir elçi olduğu belirtilmişti. Doğruya gitmek isteyenler için yol göstericinin Kuran olduğu ve Kuran’ın Muhammed Peygamber’in sözleri değil Allah’ın vahyi olduğu, onun “elçi” sıfatıyla insanlara bildirdiğini bir önceki yazımızda belirtmiştik.
 
RABBİNİ ZİKRETMEK
Müşrikler Allah’a uydurdukları birçok yalan, yanlış ve saçma sözler ile inanmaktadırlar. Örneğin bazıları meleklerin Allah’ın kızları olduğuna, bazıları da melek ve putların Allah’a yaklaştırıcı olduklarına inanırdı. Cinler ile Allah arasında bir nesep [soy bağı] ilişkisi bulunduğuna da inanmaktaydılar. Üzeyir’in ve İsa’nın Allah’ın oğlu olduğuna inanmaktaydılar. Bu gibi sapık inançlarla Allah’a inanmanın ona eş koşmak olduğunu Kuran’ın birçok ayetinde belirtilmektedir. Bu nedenle de Allah, A’la Suresi’nin ilk ayetinde kendi sıfatlarından birkaçını ön plâna çıkararak “isminin tespih” edilmesini emretmektedir.
Oluşturup düzene koyan, ölçümlendirip sonra yol gösteren, otlağı çıkarıp sonra da onu kapkara bir sel atığı hâline getiren Rabbinin yüce adını temize çıkar”. (A’la-1-5)
Rivayetlerde anlatılan tespihin namazlardan sonra “Allah”, “Suphanallah”’ denilerek çekilen otuz üç veya doksan dokuz boncuklu tespihle bir alakası yoktur. Tespih, Allah’ı O’na yakışmayan sıfatlardan arındırarak uzak tutmak, Allah’ı yüceltmek, O’nun her türlü kemal sıfatlarla donanmış olduğunu tanıyıp iyi kavramak ve her an onu ilan etmektir.
Ve  ”Bundan böyle sende bilgi birikimi sağlayıp onu başkalarına ulaştırtacağız sonra da sen unutmayacaksın/ terk etmeyeceksin. Ancak Allah dilerse başkadır. Kuşkusuz ki O, açığı da bilir, gizliyi de. Ve sana “En Kolay Olan”ı / seni en çok mutlu edecek olan şeyleri kolaylaştıracağız”(6-8)
Alak Suresi’nin ilk beş ayetiyle “Allah’ın insana bilmediğini öğrettiği” gibi bu ayette de bilginin birikimi olacağını, toplayıp dağıtmasının gerekli olduğunu,  eğitim ve öğretimin yapılacağını, bundan böyle hem peygamberin hem de insanların sorumlu olduğu vurgusu yapılmaktadır. 
İnsanı yaratıp şekillendiren Allah ona hem hayatı hem de doğru yolu göstereceğini vaat etmiştir. İnsanlığa biriktirip, kaydedeceği ve ortaklaşa hatırlayacağı bilgi unsurlarını elde etme yeteneğini de bahşederek, cennet için her türlü kolaylığı sağlayacağını da vurgulamaktadır.
Artık  “Bundan dolayı sen hemen öğüt ver, eğer öğüt yarar sağlıyorsa/ sağlayacaksa; saygısı olan öğüt alacaktır”. (9,10)
Yani, “Oku, unutma da hatırlat, Kur’an’ın içerdiği hükümleri ve bilgileri insanlara ulaştırıp öğreterek vaaz ve nasihat et, düşündür ki, herkes için olmasa bile muhakkak faydası olur. Bu öğüt ve hatırlatmadan yararlanması senin zorlaman ile değil insanın kendi özgür iradesiyle olacaktır. Yani bu öğütten dileyen insan yararlanacak.“Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi inanırdı. Öyleyse sen mi halkı inanmaları için zorlayacaksın?” (Yunus  99) ayetinin ifadesi gibi Peygamberimizin görevi insanları ikna etmek değil sadece tebliğ etmektir. Bu durum ise Peygamberimizin görevini bir derece hafifletmektedir.
 
ARINAN VE SALAT EDENLER.
Haşyet sözcüğü, bilgi ve idrakin bir sonucu olarak ortaya çıkan hayranlık ve saygının doğurduğu bir hasret kalma duygusuyla hep ona yakın olmayı arzular. Ondan uzak kalmaktan korkar. Ona derin bir sevgi, saygı ve hayranlık duyar. Onun darılmaması, gücenmemesi için gayret eder. Daima kendisini ona sevdirmeye, beğendirmeye çalışır. Haşyet duygusu sonradan oluşur. Bilgi ve idrake dayanır, bilgi ve idrak ile doğru orantılıdır Haşyet, havf gibi yaradılıştan gelen bir duygu değildir. Onun gibi basit korkuya benzemez. Ra’d Suresi’nin 21. ayetinde ikisinin bir arada olduğu ve ayrı ayrı manalar içerdiği belirtilmektedir. Yine Ra’d Suresi’nin 19 ve 24. ayetlerinde haşyet duyanlar şu şekilde anlatılır: “Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah’a verdiği sözleri yerine getiren ve Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren, Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler, Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş], kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamışve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”
Ancak  “En mutsuz olacak olan kişi de ondan kaçınacaktır”.“O kişi, en büyük ateşe yaslanacaktır”. “Sonra onun içinde ne ölecek ne de hayat bulacaktır.” (A’lâ-11- 12- 13) Bu ayetlerde hem cehennemin sürekliliği, hem de azaba karşı herhangi bir bağışıklılığın olmayacağı da vurgulanmaktadır.
Surenin 12. ayetin de geçen “salye”  kelimesi  “saly-sıla” kökünden gelmektedir ve salat anlamına gelmemektedir. Salye (sale-sıla) manası ise; pişmek, yakmak, ateşe atmak, ateşe girmek, yaslamak anlamlarına gelmektedir. Yine salye “saly” sözcüğü bir de Kuran’da Hakka Suresi’nin 31. ayetinde geçmektedir ve manası da  “Sonra onu cehenneme atın/ sallayın” anlamına gelmektedir.
 “Arınan, Rabbinin adını anıp da salât eden; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışan kimse kesinlikle kendini kurtarmıştır. Fakat siz şu basit dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve devamlı kalıcıdır.” (Ala,14-15 -17) Salat’ın bir toplumu zihinsel açıdan aydınlatma ve kurumları oluşturmak, mali açıdan da onu desteklemek olduğunu birkaç yazımızda da vurgulamıştık.
A’la 16. ayette  “Fakat siz şu basit dünya hayatını tercih ediyorsunuz” diye bir uyarı yapılmıştır. Yani, “Fakat siz ey gafil insanlar, temizlenmeye çalışarak kurtuluşa erecek yerde, öyle yapmıyorsunuz da o kurtuluşa her şeyi tercih ederek basit hayatı, dünya hayatını istiyorsunuz. Onun süsünü, yemesini-içmesini, kadınlarını, lezzetlerini öne alıyor, bunlara öncelik tanıyor, bunlarla meşgul olmaktan ve o yolda mal harcayıp tüketmekten hoşlanıyorsunuz da ahrette esenlik ve mutluluğu hazırlayacak temiz ve güzel amelleri arkaya atıyorsunuz”
Kuran’ın, İnsanlık için anlatmış olduğu kurtuluş reçetesi, çok daha eski yıllara dayandığı vurgusu yapılmaktadır.“Şüphesiz bu kurtuluş reçetesi, ilk sahifelerde; İbrâhîm ve Mûsâ’nın sahifelerinde vardı.” (Ala-18,19)