Biz millet olarak yakın tarihimizi pek bilmeyiz, veya eksik biliriz. Çünkü bazı olaylar bize özellikle öğretilmemiştir. 
   Örneğin, resmi tarihler okullarda 4000 yıl önce yaşamış Asur krallarının isimlerini tek tek öğretirler de; 1941 yılı şubat ayında içinde,  Struma isimli geminin Karadeniz'de başıboş kaderi ile baş başa bırakılmasını ve içindeki çoluk çocuk 769 kişinin ölüme terk edilişini yazmazlar. Çünkü bu o zamanki Türk hükumetinin ayıbıdır bu.        
   Yine, 3700 yıl önce yaşamış Babil kralı Hammurabi'nin kanunlarını tek tek ezberletirler de; daha 72 sene önce yaşanmış ve 9000 Kırımlı Türk'ün intihar etmesine veya Ruslar tarafından kurşuna dizilmesine sebep olan Mavi Alaylar faciasından hiç bahsetmezler. Çünkü, Avrupalıların  kurşuna dizilmek üzere, Ruslar'a teslim etmek için bu soydaşlarımızı doldurdukları trenler, batıdan doğuya boydan boya Türkiyeyi katederek Türkiye üzerinden Rusya'ya ulaştırılmışlardır. O zamanki hükumetimiz buna izin verdiği gibi, üstelik herhangi bir kaçma ihtimaline karşı trenlerin muhafızlığını bizzat Türk askerlerine yaptırmıştır. Bu da bizim tarihteki ayıplarımızdan biridir.
   Belki bu iki olay İkinci Dünya Savaşı şartlarının dayatması ile zorunluluktan böyle olmuş olabilir. Bunu anlayabiliyorum ve ayrıntısına girmiyorum. Zaten daha önce bu konularla ilgili makaleler de yazmıştım. Daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler bu konuları internetten de araştırabilirler. Ama benim burada esas söylemek istediğim; tarihler objektif olmalı ve hiç bir şey gizlenmemeli. Aksi takdirde değişik spekülasyonlara yol açabilir. Ayrıca, gün gelir zaten bunlar gün ışığına çıkar. İyi ki internet diye bir şey çıktı da biz gerçekleri artık öğrenebiliyoruz.
   Bu kadar girişten sonra gelelim şimdi başlıktaki konuya: Atatürk Türk sanat müziğini yasakladı mı yasaklamadı mı? Yine, yakın tarihimizle ilgili gizlenen bilgiler nedeni ile ben bu konuyu 60 yaşımdan sonra duydum. Güya kendimi çok okuyan ve araştıran biri olarak görürdüm! Daha çok yakın tarihimizi bile bilmiyormuşum da haberim yokmuş!  Tabii ki duyar duymaz da bir araştırma yaptım. Zaten siz de başlıktaki yazıyı Google'a yazdığınızda karşınıza bir çok bilgi çıkacaktır. 
   Ama bu bilgiler de net bir sonuç vermiyor maalesef. Kimisi, Atatürk, o zamanki ismiyle, ''alaturka'' müziği yasakladı diyor; kimisi de Atatürk yasaklamadı; durumdan vazife çıkaran işgüzar devlet yöneticileri yasakladı diyor. Hatta Atatürk bu yasağı kaldırdı diyor. 
   Ben, ''Atatürk alaturka müziği yasaklamadı; hatta yasağı kaldırdı'' diyen taraftanım. Ama ortada bir gerçek var ki, bir dönem bu müziğin Türkiye radyolarında çalınması yasaklanmış. Bunu yasaklayan da durumdan vazife çıkaran dönemin dahiliye vekili Şükrü Kaya.
   Peki, Şükrü Kaya hangi durumdan vazife çıkarıyor? Benim çıkarabildiğim özet şu:
   Atatürk değişik zamanlarda yaptığı konuşma ve sohbetlerde şöyle ifadeler kullanıyor: ''Bu musiki bizim heyecanımızı ifade etmekten uzaktır.'' Radyoyu dinlerken, ''Nedir bu şarkıların hali? Hep ağlayan, inleyen şarkılar. Kaldırın şunları! Milletin neşe ve sevinç hakkıdır.''  Yine radyo dinlediği bir sırada, radyodan uygunsuz sesler gelmesi ve saz heyetinin falsolar yapması üzerine; ''Nedir bu rezalet? Ayıp değil mi? Bütün dünya dinliyor!'' diye tepki gösteriyor.
   Dikkat ederseniz tüm bu tepkilerine rağmen Atatürk ''Alaturka müziği yasakladım'' demiyor. Ama bu tepkilerden ve söylemlerden vazife çıkaran dahiliye vekili Şükrü Kaya,  2 Kasım 1934'de bir genelge yayımlayarak  radyolarda alaturka müziğin çalınmasını yasaklamıştır. Bu yasak 8 ay sonra Atatürk tarafından kaldırılmıştır. Bu gelişme 1933'de başlayan milli musiki - garp musikisi tartışmalarının bir devamı sayılmaktadır.
   Konuyu olabildiğince kısa olarak özetlemeye çalıştım. Görüldüğü gibi, gerçekten de alaturka müziğin radyolarda çalınması bir dönem yasaklanmıştır. Ama bu yasağı Atatürk koymamıştır. Gördüğü aksaklıklar üzerine, sadece daha kaliteli olarak icra edilmesi için uyarılarda bulunmuştur. Ama hala ''yasakladı'' diyenler vardır. Müzmin Atatürk düşmanları Atatürk'ü kötülemek için zaten her yolu denemektedirler.
   Şimdi de bu konuda kendi görüşlerimi aktarmak istiyorum.
   Her şeyden önce şunu söyleyeyim: Bizim milli müziğimiz ''türkü''dür. Kelimeye dikkat edin; türk - ü. Yani Türk'e ait!  Alaturka dediğimiz ''şarkı''ya bakın; şark - ı. Yani şarka (doğuya) ait! Bu kelimelerden bile bizim gerçek müziğimizin hangisi olduğu anlaşılıyor.
   Şarkı, Farabi tarafından Bizans'tan alınmıştır; türkü ise halkın müziğidir. Ziya Gökalp'a göre ise, alaturka müziğin temeli olan ''Divan Müziği'' Arap, İran ve Bizans müziği karışımıdır ve bizim müziğimiz sayılamaz. 
   Müzik otoritelerinin de klasik Türk sanat müziğindeki uşşak, hüzzam, hicaz ve rast makamlarını Bizans kiliselerinde okunan dualara benzettiklerini de ilave edeyim.
   Peki türkü ile şarkı arasındaki farklar nelerdir? Şunları sayabiliriz: 1 - Türküler halkın ortak ürünü iken şarkılar bir kişiye aittir. 2 - Türkülerin dili halkın kullandığı arı Türkçedir. Şarkılarda ise, Ziya Gökalp'in de dediği gibi, Türkçeye Farsça, Arapça ve bazı değişik etnik kökenli diller karıştırılmıştır. 3 - Türkü ezgi ile söylenen halk şiirleridir. Şarkı ise farklı kesimler tarafından yazılır ve bestelenir. 4 - Şarkı ile türkü arasındaki en önemli farklardan biri melodileridir.5 - Türkülerin büyük çoğunluğu anonimdir. Şarkılarda böyle bir durum söz konusu değildir. 6 - Şarkılar divan şiirine  katılmış nazım şeklidir ve beste ile okunmak için yazılır. Türküler ise halk şiirlerinden bestelenir.
   Türkiye'de halkımız tarafından benimsenmiş ve kültürümüzün bir parçası haline gelmiş olan başlıca müzik türlerini şöyle sayabiliriz: Arabesk, şarkı (Türk sanat müziği veya alaturka müzik), halk müziği (türkü), Türk pop müziği, Karadeniz müziği, oyun havaları, tasavvuf müziği, taverna müziği ve Türk pop folk müziği. 
   Ama dünya genelindeki bazı müzik türlerini beğenen insanlarımız da çoktur. Bu müzik türleri de şunlardır: Pop, caz, funk, soul, hip hop, rap, etnik, Latin, rock, heavy metal, klasik, flemenko, dance, trip hop, acial cazz, swing, be bop, fusion, blues, undergraund, saundtrack.
   Şimdi bu kadar müzik türünü saydık da bunların bizim kültürümüzle veya kültür düzeyimizle ne ilişkisi var?
   Buna kendimden örnek vererek cevap vermeye çalışayım. Çünkü ben 68 kuşağındanım. Bilindiği gibi, 68 kuşağı nitelikli bir nesildir. Nitelikli olmasının sebebi de Batılıların 600 senede geçirdiği evrimi 60 senede  geçiren bir Türkiye'ye şahit olmalarıdır. Nitekim bizim çocukluğumuzda daha ortaçağ şartlarını atlatamamış olan Türk halkı, bu gün çağdaş dünya ile rekabet eder hale gelmiştir ve biz bunu adım adım yaşamış ve izlemişizdir.
   Ben köyde doğdum ve çocukluğumda türküden başka müzik duymadım. Bunun bir nedeni de o tarihlerde köyde radyo bulunmamasıdır tabii ki. Peki neden başka müzik duymadım? Köylerde başka bir müzik bilinmezdi de ondan! Köy deyince, o yıllarda Anadolu adeta devasa bir köydü. Çünkü bazılarının ''atalarımız'' dediği Osmanlılar zamanında; tıpkı Hindistan'daki gibi bir kast teşkilatı vardı ve Türkler en alt tabaka idi. Hatta Osmanlılar Türkler için ''Etrak-ı bi idrak'', yani ''kafasız Türkler'' sıfatını kullanırlardı.Bu nedenle Türklere verilen görev sadece ilkel usullerle çiftçilik ve çobanlıktı. Devlet memurluğu, ticaret, sanayi, sanat veya askerde üst rütbe Türkler için değildi. Ha, Türklere bir görev daha verilirdi; o da Padişahların bitmez tükenmez savaşlarında orduya asker yetiştirmek!  
   Bu nedenle, bu gün ''Türk Sanat Müziği'' dediğimiz müzik, Atatürk zamanında gerçekten Türklerin müziği değildi. Çünkü güfte yazarlarına ve bestecilerine bakın; bunların etnik kökenlerini araştırdığınızda çoğunun Türk olmadıklarını göreceksiniz. Siz bakmayın onların Ahmet, Mehmet, Mustafa gibi isimler taşıdığına.. Osmanlılar Müslüman yaptıkları insanlara bu Arap isimlerini verirlerdi. İsimler sizi yanıltmasın! Zaten köyde ilkel koşullarda yaşam mücadelesi veren fakir ve eğitimsiz Türkler nasıl güfte yazıp beste yapabileceklerdi ki! 
   Atatürk'ün uyarıları  sayesinde alaturka müzik  ancak milli bir hüviyet almaya başlamıştır. Zira her konuda olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde müzik konusunda da Türkler devreye girmeye başlamış ve bu sayede Türkler'den değerli güfte yazarları ve besteciler yetişmiştir. Şarkıların dili de ağdalı Osmanlıca'dan arınmaya başlamış ve herkesin anlayacağı öz Türkçe kullanılır olmuştur. Burada Atatürk'ün katkıları unutulmamalı. Türk sanat müziğini yasaklamadığı gibi, uyarılarıyla bu müziğin ismiyle uyumlu hale gelmesini de sağlamıştır.
   Son 60 seneyi gören her Türk vatandaşının yaşadığı değişimleri ben de yaşadım tabii ki. Dolayısı ile her konuda olduğu gibi müzik konusunda geçirdiğim değişiklik de herkes için aynıydı diyebilirim. O nedenle beni örnek olarak düşünebilirsiniz.
   Dediğim gibi, köyde türküden başka müzik bilmezdik. Köyden şehre göç ettiğimi sıralarda radyolarda ilk defa şarkılar duymaya başladım. Ama pek hoşlanmadım. Bu hoşlanmama ta üniversiteye girişime kadar sürdü.
    İlk zamanlar üniversite yurtlarında arkadaşlarımın şarkı dinlemesini istemezdim. Hele pop müzik veya batı müziğinden nefret ederdim. Mecburen dinleye dinleye zamanla bir de baktım ki; önce şarkılardan sonra da pop müzikten hoşlanmaya başlar olmuşum!. Hele staj için gittiğim İngiltere'de, başka müzik dinleyemediğim için olacak, dinleye dinleye batı müziğinden de hoşlanmaya başladığımı hayretle gördüğümü hatırlıyorum.
   Kısacası demem şu ki; müzik evrenseldir ve insanlar değişik kültürleri tanıdıkça onların müziklerinden de hoşlanmaya başlayabiliyor. Ama bazen bu zaman alabiliyor. Ben bunu bizzat yaşayarak gördüm.
   Değerli okuyucular, tabii ki ben bir müzik otoritesi değilim. Ama başta Atatürk'ün şarkıları yasaklaması ile ilgili soru işaretleri olmak üzere, bu konularda bir çoğunuz gibi benim de kafam karışıktı. 
   Biraz araştırma yapıp toplayabildiğim bilgileri, kendimden de katkı yapmak suretiyle, paylaşalım istedim. Umarım kafanızı daha da karıştırmadım!
 
                                                                                                                                                         
Şerafettin Üstünkol