“Aziz şehrim”, nasılsın?

Sağlık kontrolü için gittiğim Ankara dönüşüydü o gece.Hava soğuk,kar yağıyordu hafiften.Gecenin bir yarısında, şehrim Zonguldak caddelerinde, biraz hüzünlü, biraz da aheste,aheste çektiğim kürek misali yavaşça yürüyordum. Son rastlayacağım taksi durağına kadar. Caddede kimsecikler yoktu.Sevgili şehrimle başbaşa kalıp bir türkü ya da bir şiir mırıldanarak gitmek tam bana göre idi.Derken tam karşıma yan sokaktan sendeleyerek çıkan sarhoş bir adambeliriverdi.Karşı karşıyaydık şimdi.Kovboy filmlerimdeki gibi.Bakalım kim çekecek önce silahı.Öyle olmadı işte.Elindeki sigarasından öyle bir yudum çekti ki,tüm dertler bende der gibiydi.Saçı sakalı karışmış ,donuk bakışları ile bana bakarak, elini de başına getirip ” Merhaba arkadaş! Ben Zonguldak” dedi. Ona şaşkın,şaşkın bakarken sesini yükselterek devam etti:”Zonguldak, benimdir ulan!”. Ben sessiz kovboy gibi cevap vermek yerine onu izlemeyi hatta incelemeyi tercih ettim. Belli ki bu yorgunluğun altında ve bu cılız isyanın, anlatması uzun bir hikayesi vardı. Yüz çizgilerinin kalınlığı, yılların yorgunluğu idi.Gözlerindeki donuk bakışında yaşadıklarının veya yaşattıklarının pişmanlığı var gibiydi.

Bir müddet sonra sendeleyerek yere kapandı.Kolundan tutup kaldırırken ona;”Zonguldak’ınhepsi mi senin?” Adam, gözlerime öylece bir müddet baktı ve unutmuş olduğu gülümseme, birazda şefkatle ;”Yooo… yarısı da senin ulan!”…Karşılıklı kahkahalarımız ıssız, sessiz  ve birazda soğuk Zonguldak caddelerini neşeye boğdu. İkimizde titriyorduk. Üşüyen bedenlerimize inat, gözlerimizdeki sıcak bakış ve yüzümüzdeki tebessüm bize ilaç gibiydi… Daha fazla konuşamadık. Anladım ki doluydu yüreği… İçten çektiği “Ah ulan ah”lar ve de “of” lar” bunu o kadar iyi anlatıyordu ki…Elini omzuma koyup bir tek cümle dahi konuşmadı.Sözler boğazında yumru olup çıkmıyordu bir türlü…Giderken; “Zonguldak benim” naraları soğuk ve de ıssız caddelerimde yankılanıyordu. Ardından da hep yapmak istediğim ama utandığımdan yapamadığım narayı attım.”Yarısı da benimm…” diye.

O an aklıma unutulmaz şairimiz Rüştü Onurun mısraları takıldı. “Sen aziz şehrim,uykusuz yaşadığımı bilmelisin.Bütün işçilerin,saçak altında uyuduğu bir saatte,Ben mızıka çalarak geçiyorum sokaktan.Sen aziz şehrim,ellerim,ayaklarım ve gözlerim kadar benimsin…”

Ve o gece bende, şairim Rüştü Onur,Muzaffer Tayyip gibi gezmeye karar verdim aziz şehrim Zonguldak’ta.Ne bir korna sesi ne bir gürültü, patırtı,çığırtı duymadan.Kürekleri bir kere daha ağırdan çekerek gezdim durdum sokaklarında ve de kaldırımlarında.Karanlıklar bin kusuru örtüyor demek ki,ne çukur gördüm nede çamur…Gündüz olsaydı,kaldırımlarıtüccarlarımız tarafından işgal edilmiş,yolları kevgire dönmüş,şehrin kimliği, şahsiyeti olmuşbinaları yıkılmış, yerlerine beton yığınları ile kaplanmış bir görüntü bana azaptan başka ne verebilirdi ki…Hele ,hele karşılaşacağım şehrimin insanlarındaki bozulmuş birlik beraberlikler,yitmiş umutlar beni yıkardı.Birde vizyonsuz, liyakatsiz ve menfaatperver  kişiliklerin hakimiyetlerini görmek hepten eziyetti bana.

Dünyanın bir ucundan,Amerika’dan,  hasretimi biraz olsun azaltmak için rahmetli gazeteci dostumHarun Ersoy’a :”Bana Zonguldak’ı anlat lütfen!” dediğimde, yazdığı cevaplar ile şehrimin güzellikleri ile birlikte yalnızlığını da paylaşırdı benimle.İnsanlarımız,kararan gönüllerinde,beyinlerinin içlerinde yalnızdılar.Ama aziz şehrim,deresinin kıvrımlarında,caddelerinde,sokaklarında,kararan bulutların ardında,liman arkasındaki dalganın tepesinde,günün doğuşunda hatta seherin bir vaktinde bile hep yalnızmış…

Sormayın dostlar ne anlatsam ne yazsam? Dilim suskun,gönlüm küskün. Bir umut aradım her bir köşesinde,insanında…Tek umut ışığını eğitimde, bilimde gördüm.Tek ileri adımı, şehrimin elması diyebileceğim üniversitesi ve onun kıymetli yöneticilerinde buldum. Büyüyen gelişen ışık saçan,umut veren tek oydu.Elek olmuş yolları,işgal edilmiş kaldırımları çare ol diye nerdeyse ona sarılacağız.Diğerlerinin umursamaz tutumu yüzünden.Hele verdiği konferanslarla ufkumuzu açan,müzik konserleriile şehrimininsanına moral olan bu insanlara ne kadar methiye düzsem azdır.Sezai Karakoç Kültür Sarayı ,Rüştü Onur Çalışma Salonu yüreğimize su serpen tesisler oldu.Yalnızlığımızı paylaşan bu yöneticilere selam olsun.Verdikleri ışık bir başka kurumlara örnek olur inşallah.Ve bunların yöneticilerinin tavan yapmış egolarının bir gün taban,taban yapmış hissiyatlarının da tavan yapması en içten dileğim olacaktır.

Bu şehri,”sarhoş” deyip kaale almadığımız kişiler kadar sahiplenmezsek eğer,onu yalnızlığa itersek, her köşesini uçsuz bucaksız karanlığa gömeriz . O zaman sormayacaksınız sebepsiz nedenleri, niçinleri! Böyle devam ederse, Aziz Şehrimyalnız kalacaktır dün gibi bugün de… Sonrası mı? Maalesef ölüm gibi yapayalnızlık…

Erol Çakır