Bir önceki yazımızda peygamberimize Hıra Mağarası’nda inen ilk vahiy sırasında yaşananları Buhari’nin hadisinden anlatmış yorumunu bu yazıda yapacağımı söylemiştim.  Bu rivayetin şöyle tahlil etmek gerekiyor:

 

1-Rivayeti okuyan kişi sanki Hz Ayşe bu olaya bizzat tanıkmış gibi anlatır. Çünkü Hz Ayşe bizzat kendisi olaya tanıkmış gibi anlatılmış ve öyle aktarılmıştır. Okuyan herkes de o şekilde  algılamaktadır. Halbuki, konuya en az ilgi duyan kişiler tarafından bile bilinmektedir ki ilk vahiyler geldiği zaman,Ayşe küçücük bir çocuktu. Burada kesin ve tartışmasız olan, ilk vahye tanık kişinin Ayşe değil, Hz. Hatice olduğudur. Çünkü ilk vahiy geldiği zamanın görgü tanığı, Peygamberimizin ilk eşi ve çocuklarının annesi Hz Hatice’dir. Ama olay sanki Hz Ayşe tanıkmış gibi aktarılmış ve tüm söylemler ve yazılanlar o yönde vurgulanmıştır.

 

Eğer Ayşe, ”İlk vahyin gelişini Peygamber’in kendisine anlattığı gibi naklediyor” deniliyorsa ve eğer ilk vahyin geldiği durum çok önemliyse,  görgü tanığı neden Hz. Hatice ya da ilk Müslümanların en başında gelen, peygamberin vefatından sonrada Müslümanların ilk başkanı ve Hz. Ayşe’nin de babası olan Hz. Ebu Bekir değil?  Bu kadar önemli bir olayı rivayet edip neden kayıt altına almadılar? Yoksa onlar ilk gelen vahyin önemini mi kavrayamadılar?  Acaba olayın önemi, peygamberin vefatından iki yüz sene sonra mı anlaşıldı? Bu olayın önemli olduğunu iki yüz sene sonra anlayıp kavrayanlar, Hz. Hatice den, Hz. Ebu Bekir’den ve ilk Müslümanlardan, İslam’ı, Kuranı daha mı çok anlayıp kavradıları? Yoksa başka rivayetler peşinde miydiler?

 

2-İlk vahyin başlangıcı, uykuda “doğru rüya”dır. “Her gördüğü rüya sabah aydınlığı gibi ortaya çıkardı” deniliyor. Eğer, rivayette iddia edildiği gibi, ilk gelen vahiyler rüyada inmiş ise, Alak Suresi’nden öncede vahiy inmiş olmalı ve bu rüyada inen vahiyler de Kuran’da yazılı olmalı. Çünkü rivayet,”İlk vahyin başlangıcı uykuda  ‘doğru rüya’dır” diye başlıyor. (Tebyin-ül Kuran)

                 

PEYGAMBER:  “BEN OKUMA BİLMEM”

Rivayette anlatılan Mağara da Cebrail Peygamberi birkaç kere sıkıştırır ve ona oku der. Ancak her defasında Muhammed ben okum bilmem diye cevap verir. Bunun üzerine Cebrail Peygamberi üçüncü kez sıkıp bıraktıktan sonra Peygamber”İkra bismirabbikellezi” diyerek Alak suresinin ilk 5 ayetini okur.

“Cebrail’in sıkıştırmasıyla Muhammed okumayı öğrenmiş ise neden daha sonra okumayı unutsun ki!.Şayet Muhammed okumayı unutmuş ise o zaman Muhammed Peygamber,e daha sonra gelen her vahiyde ilk vahiy gibi Cebrail Muhammed Peygamberi sıkıştırıp  “”ikra” oku telkini vermeli değil mi ki.Ancak Kuran böyle bir konudan bahsetmemektedir.

 

Hatta ayette Allah, okumayı emrettiği halde Muhammed Peygamber ömür boyu uymuyor ve okumayı öğrenmiyor. Bu durumda Muhammed Peygamber kendisi uymadığı bir kuralı nasıl bizlere emrediyor? Olacak şey mi bu?  Yine bugün hiç bilmediği halde  bir cami hocasına giden  kişi, 6 ay içinde  yabancı bir dil olan Arapça’yı öğreniyor da ana dili Arapça  olan Peygamber, Kuran’ı bizler kadar okuyamıyor hatta bir ömür boyu okumayı öğrenmiyor!

 

Bugün Müslümanlar, Peygamber’in vefatından iki yüzyıl sonra Buhari tarafından uydurulmuş bir rivayeti doğru kabul ederek O’nu bir ömür boyu okuma bilmeyen “ümmi” bir kişi olduğuna inanıyor. Hatta Peygamber’i “ümmi”, okuma bilmeyen bir kişi olarak tanıtmayı da bir hünermiş gibi anlatıyor.

 

ÜMMİ PEYGAMBER NE DEMEKTİR

Aklen ve naklen sabittir ki Kuran’da geçen “ümmi” ifadesi, “Ana kentli”, yani “Mekke’nin içinde doğmuş, büyümüş yaşamış, taşralı olmayan bedevi ve göçebe olmayan kişi” anlamına gelmektedir.

Hz Muhammed’e “ümmi” denmesinin nebiliğini (peygamberliğini)kabul etmeyen Mekke’li müşriklere O’nun içlerinden biri olduğu, hemşerileri, olduğu yakından tanıdıkları ve Arap olmayanlara ehli kitap olmadığını, Tevrat’ı ve İncil’i hiç okumadığını, o kitaplardan verdiği haberlerin Allah’ın bildirdikleri olduğunu vurgulamak için kullanılmıştır. (Tebyin-ül Kuran)

 

Bir de bu rivayetin son bölümünde vahiy kesildi ifadesi geçmektedir. Bununla ilgili birbirleriyle uyuşmayan birbiriyle çelişen bir sürü rivayetleri bulunmaktadır.  Sözlük anlamı fetret kelimesi,”Tebliğsiz dönem” anlamında şöhret bulmuştur.” Bu tebliğsiz dönemin ne kadar sürdüğü konusunda rivayetlere göre değişmektedir. Bu dönemin 12 gün, 15 gün, 25 gün, 40 gün, hatta 3 sene sürdüğünü iddia eden rivayetler vardır. “ (Tebyin)Ancak Allah’ın, Muhammed’e henüz daha 5 ayet vahyetmiş olduğu açıktır. Rivayette ise ilk beş ayetten hemen sonra vahyin kesildiğini fetret dönemi başladığı iddia edilmektedir. Hatta fetret dönemi olduğunu iddia edenler,”Peygambere vahiy kesildiği zaman, Peygamber o kadar bunalmış ki kendisini yüksek tepelerden aşağı atmayı düşünmüş ancak Cebrail onu bundan vazgeçirmiş.

 

Sonuç olarak diyebiliriz ki insanları, Allah’ın kitabından uzak tutmanın bir çok nedenleri bulunmaktadır ancak bu nedenlerin en önemlisi ise rivayet kültürü olduğudur. Çünkü bu rivayetleri insanlara tanıtanlar, bu rivayetlerin, Peygamberi’n kesin sözleri,  Kuranın açıklaması (tefsiri) ve peygamberin sünneti olduğu yalanıyla anlatmış ve anlatmaya da devam edilmektedirler.

Bu mantığın Kuran ile uzaktan yakından alakası bulunmamaktadır. Rivayetlerde anlatılan bu gibi hikayeler uçurup kaçırmalar, göklere çıkarmalar bir İsrailiyat mantığıdır.