Hatay'ı Türkiye Cumhuriyetinden tekrar koparma projesi adım adım ve sinsice hayata geçirilmeye çalışılıyor. Hatay'ı Ortadoğu'nun bir parçası haline getirmek; ve hatta Filistinleştirmek için yüz yıldır uğraşılıyor. Kim uğraşıyor? Elbetteki bu gün Ortadoğu'yu karıştıranlar ve bu karıştırmaya alet olanlar uğraşıyor.
   Sevgili okuyucular, bu bir komplo teorisi veya senaryosu değildir. Gerçeğin ta kendisidir!
   Türk halkı her zamanki gibi bazı şeylerin henüz farkında değildir ama farkında olduğu zaman da korkarım geç kalmış olacaktır.  Bu yüzden ben, sıradan bir vatandaş olarak da olsam, kendimce uyarı görevimi yapmak istiyorum.
   Bu kanıya neden vardığımı aşağıda somut verilerle açıklamaya çalışacağım. Ama önce Hatay'ın yakın tarihine bir göz atmak faydalı olacaktır.
   Tarih deyince, bizim millet kadar tarihini bilmeyen, bildiğinin çoğunu da yanlış bilen bir millet zor bulunur. Bunda suç hep vatandaşın da değildir. Örneğin, tarihçilerimiz okullarda okutulan tarih kitaplarında Hammurabi Kanunlarını veya Gılgamış Destanını yazarlar da Hatay'ın yakın tarihini yazmazlar. Bu işe yaramayan bilgiler yüzünden kim bilir kaç genç tarihten sınıfta kalmıştır; belkide okuldan atılmıştır. 
   Sokaktaki bin kişiye sorun bakalım Hatay Cumhuriyeti diye bir devletten kaç tanesinin haberi var! Bu bin kişiden bir tanesi Hatay Devletini doğru anlatabilirse ben herkesten özür dileyeceğim. O yüzden Hatay'ın serüvenini ben size kısaca özetleyeyim.
   Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sınırlarını çizen Lozan Antlaşması yapılırken Hatay meselesi esaslı bir şekilde ele alınamamış ve Hatay sınırlarımızın dışında kalmıştı. Hatta bu durum Atatürk'ü çok üzmüş ve Hatay'ın tekrar ana vatana katılması için hayatı boyunca mücadele etmiştir. Bu konudaki azmini ve kararlılığını 15 Mart 1923 günü yaptığı konuşmasında özellikle vurgulamıştır.
   Hatay 1921 Ankara Antlaşması ile, özel bir yönetim oluşturmak şartıyla, o zaman Fransız mandasındaki Suriye'ye bırakılmıştı. Fakat Fransa'nın Suriye'den çekilme kararı alması üzerine, Hatay'ın Türkiye'ye katılması meselesi Türkiye tarafından tekrar gündeme getirildi. Sonuçta Türkiye - Fransa ve Milletler Cemiyeti arasındaki diplomasi trafiği sonunda Türkiye ile Fransa arasında antlaşma sağlanarak bağımsız Hatay Cumhuriyetinin kurulması kararlaştırıldı.
   1938 Ağustos ayında seçimler yapıldı ve Hatay Meclisi açıldı. Böylece 2 Eylül 1938 tarihinde bağımsız Hatay Devleti resmen kuruldu.
   Aynı gün Hatay Millet Meclisi daha önce Atatürk tarafından aday gösterilen Tayfur Sökmen'i Cumhurbaşkanı olarak seçti. Başbakan olarak da Abdurrahman Melek görevlendirildi.
1939 yılında Türkiye'de yapılan milletvekilli seçiminde Tayfur Sökmen Antalya'dan, Abdurrahman Melek ise Antep'ten milletvekilli seçilerek TBMM'ne girdiler. Bu olay Hatay'ın ana vatana katılması hedefinin önemli bir adımı idi.
   Sonuçta Fransa Hükumeti ile Türkiye Cumhuriyet Hükumeti arasında yapılan antlaşmaya uygun olarak, Hatay Millet Meclisinin 23 Haziran 1939 tarihinde oy birliği ile aldığı karar gereğince, Hatay Devleti Türkiye Cumhuriyeti'ne katıldı. Hatay'ın bu günkü sınırları çizilerek Hatay ili oluşturuldu. Emniyet Genel Müdürü ve Hatay Egemenlik Cemiyeti Genel Sekreteri Şükrü Sökmen Süer Hatay'ın ilk valisi oldu.
   Görüldüğü gibi, Hatay Ortadoğu gibi netameli ve uğursuz bir batakhaneden Atatürk'ün politikaları ve  diplomasi dehası sayesinde, tek kurşun dahi atılmadan ana vatana katıldı. Fakat ne yazık ki Atatürk sağlığında bunu göremedi.
   Şimdi ise, moda tabiri ile dış güçler kaybettikleri Hatay'ı tekrar Türkiye'den koparmak için gayret sarf etmektedirler. Yöneticilerimiz de bilerek veya bilmeyerek bu politikalara yardımcı olmaktadırlar. Bu yüzden dış güçler bu konuda hayli mesafe almışlardır.
   Bu konuyu biraz daha açalım ve nasıl mesafe aldıklarını görelim.
   Bana göre, Hatay'ı bizden koparma projesinin iki önemli ayağı vardır: Birincisi, yabancıların, yani  başta Iraklılar, Suriyeliler ve Lübnanlılar olmak üzere bazı Avrupa devletleri vatandaşlarının Hatay'dan yoğun bir şekilde toprak alması; ikincisi de buraya çok sayıda göçmen yığarak nüfus yapısını değiştirmektir.
   Gelin bu iki konuyu irdeleyelim.
   Önce toprak satışı konusunu ele alalım.
   Yalnız şimdi burada vereceğim rakamlar Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün verdiği Ocak 2012 verilerine dayanmaktadır. Bu tarihten sonra bu rakamların daha da artmış olacağı aşikardır.
   Yabancılara toprak satışını 25 dönümden 300 dönüme çıkaran kanundan sonra; Hatay'da 1974 yabancıya 1320 parselden satılan toprak 3.723.000 metrekareye ulaşmış durumdadır. Her ne kadar bu satışlar sonradan durdurulmuş ise de; halen yabancılar bu yasağı delmek için Türk vatandaşlarını kullanmaktadırlar. Bu durum bana İsrail'in kuruluşunu hatırlattı.
   Biliyorsunuz, 19.ncu yüzyılın sonlarına doğru, dünyada dağınık yaşayan Yahudiler bu günkü İsrail'in bulunduğu yerde bir devlet kurmak istediler. Bunun için buradaki Araplardan toprak satın almaya başladılar. Bunların niyetini anlayan Padişah Abdülhamit burada toprak satışını yasaklayan bir ferman yayınladı. Fakat parayı çok seven Araplar el altından toprak satışına devam ettiler. Neticede bu günkü İsrail Devletinin kuruluşunu sağlamış oldular. Şimdi de bu devletten şikayet edip ağlaşmaktadırlar.
   Hatay'da yaşayan Türklerin dikkatli olmaları ve yabancıların toprak alımına alet olmamaları gerekir. Yoksa İsrail'in kuruluşuna alet olan Arapların durumuna düşerler ve ileride bunun faturası ağır olur.
   Hatay'ı bizden ayırma planının ikinci ayağı olan buraya göçmen yığma olayına gelince:
   Kayıt dışılar hariç, bu gün Hatay'daki Suriyeli sayısı 450 bini geçmiştir. Bu Hatay nüfusunun üçte birine denk düşmektedir.
   Bu nüfusu küçümsemeyin. Benim yaptığım hesaplara göre; bu nüfus 30 ilimizin nüfusundan fazladır. Ayrıca, örnek olsun diye veriyorum:  Bayburt (90.154), Gümüşhane (172.034), Kilis (130.825) ve Tunceli (82.193) illerinin toplam nüfusuna (475.206) eşittir. Burada kayıt dışı göçmenleri de hesaba katmıyorum.
   Peki ben neden endişeleniyorum? Anlatayım.
   Bir kere, tüm Türkiye'de olduğu gibi, göçmenler nedeniyle Hatay'da da işsizlik arttı.. Ekonomi bozuldu ve kişi başı gelir düştü.. Ortalama eğitim seviyesi düştü... Asayiş bozuldu..
   Halen başlamış olan ve devam edeceği açık olan göçmen taleplerini de sıralayayım: Vatandaşlık isteyecekler.. Ana dilde eğitim isteyecekler.. Devletin ikinci resmi dilinin Arapça olması için diretecekler... Devlet dairelerinde Arapça bilen memurlar olmasını talep edecekler...
   Daha da ileri giderek;belirli bölgelerdeki nüfus sayılarını gerekçe göstererek özerklik isteyecekler!
   Ve bingo! Dış güçleri arkalarına alarak Hatay'da ayrı bir bağımsız devlet kurma, ya da Suriye'ye bağlı özerk bir devlet kurma taleplerini dile getirmeye başlayacaklar!
   Değerli okurlar, ''olmaz'' demeyin. Ortadoğu'da olmaz diye bir şey yoktur. Ben kahin değilim ama yukarıda da izah ettiğim gibi olaylar adım adım bu yolda gelişmektedir. Bu adımların nereye varacağı da bellidir.Nitekim birkaç gün önce Hatay'daki Suriyelilerin ''Suriye Özgürlük ve Kalkınma Partisi'' diye bir parti kurduklarını duydum. İşte alın size somut bir adım!
   ''Neden Hatay?'' derseniz;stratejik ve jeopolitik yönden büyük öneme sahip olan Hatay, Müslümanların olduğu kadar Hristiyanların ve Musevilerin için de yarı kutsal sayılan önemli bir şehirdir. Burada mabetleri vardır. Nitekim Hristiyanların ilk kilisesi Hatay'da bulunmaktadır. Dolayısıyla, burada hem Arapların, hem Musevilerin ve hem de Hristiyanların gözü vardır. Hatay'ın Türkiye'ye katılmasını bir türlü hazmedememektedirler. Bu yüzden burayı Türkiye'den koparmak için fırsat kollamaktadırlar.
   Hal böyleyken maalesef bu durumu önleyecek ikinci bir Atatürk'ümüz de yoktur.
   İşte bu nedenle ''Hatay'a dikkat!'' diyorum..