Öldüğün zaman

Biz insanların algısında çok önemli bir ayrıntıdır bakış açıları, iyi düşün iyi olsun denir ama hiç de iyi düşünmeyiz birbirimiz hakkında. Ağzı olan konuşurda konuşur, ta ki biri susturana kadar.  Senin ne söylemekte olduğuna bakmaz hiç kimse, kendi beyninden o an için ne geçiyorsa, senin sözcüklerini siler, yerine kendi düşüncelerini yazar, yazmakla da kalmaz doğru olduğuna inandırır.

Kişiye kendini sorgulatmayan bir iki yüzlülük karnavalı hüküm sürerken günümüzde,  sen kendi doğrunun ipini ne kadar sıkı tuttuğunu düşünsen de elinden kaçırmak zorunda kalabilirsin. Çünkü dünyanın cılkı çıkmıştır artık.

Yaşam kavgasının içinde var gücünle mücadele ederken seni görmezden gelen hayat,  ikiyüzlülüğün ta kendisidir aslında. Çifte standart’ın ebesidir menfaatler, burnunun dibine kadar girdiğin hayat her şeye rağmen ve bütün gayretine rağmen seni görmezden geliyorsa ‘’biliyorum çok zor’’ sen yine de sakın yılma bil ki bütün olumsuzluklara rağmen doğru yoldasın.  Sorun sende değil, kurulumu bozuk olan sistemde.

Örneğin bu sisteme göre, yaşarken değil de öldüğün zaman itibarın artar, çünkü yaşamak, sıradan olağan bir şey gibi algılanır.  İşte bu yüzden nefes aldığın sürece yaşıyor algısı yeterli gelir durum tespitine.. Ama ölünce öyle mi? Ölmüş gitmişsin, kimsenin önünde engel değilsin, bu fırsat kaçar mı? Yere göğe sığdıramazlar bir süre, vaktinde itici gelen her şeyin takdiri başlar, geç kalınmış övgüler hiçbir işe yaramayacağı bilinerek dökülür dillerden. Aslında bu bir nevi ikiyüzlü insanların günah çıkarma yöntemidir ve hiçbir fayda sağlamaz, ne ölüye ne diriye.

Kum saati gibi  akıp giden zamanın ayak izleri silinmeye başladığında yeryüzünden hiç yaşamamış gibi direnirsin gitmemeye. Ancak ne mümkün  bir de bakıyorsunuz ki ‘’bizim rahmetli’’ oluvermişiz bir gün,  başlasın methiyeler övgüler yergiler. Eksikleri çoktu canım, ama hakkını teslim etmek gerekirse çok çalışkandı, çok da yardımseverdi. Ama biraz kıskançtı, ben tanıyorum onu, sevdiğini kıskanırdı, dobraydı. Hadi canım  ne  dobrası,  sinsiydi  can yakarcasına konuşurdu. Çok becerikliydi canım çok cefakâr, ah bir gün,  gün yüzü görmedi ki, ne oldu yemedi içmedi biriktirdi durdu da   şimdi peşinden çocukları mal kavgası yapacak.

Ah ah gitti gül gibi kadın, gitti  dağ gibi adam, ne çok seveni varmış baksana şu insan seline. Yok canım ne kalabalığı kimse sevmiyordu ki bunu, kime ne faydası oldu. Öldün durum böyle, yaşıyoruz ya hani yaşarken yol arkadaşlarımız emek verdiklerimiz peki onlar nerde.

Benim bir avuç beynim bu sistemi algılamakta güçlük çekiyor, hangi pencereden baksam hayata halüsinasyon  görür  gibi bocalıyorum, çünkü sistem kurbanıyız top yekun doğuştan. Kendi gerçeğimi bildiğim ve hatta emin olduğum yaşam savaşıma, korsan yaşam aktörleri giriveriyor ya ansızın. İşte o andan sonra anlat anlatabilirsen etkili yetkili kılınan mecralara derdini. Ne mümkün bir kısır döngü içerisinde kayboluyorsun gün be gün. İyi de zaten sınırlı vakitler değil mi hayat listemize yazılan. Öyle de böyle de çıkılmıyor işin içinden,    arkandan iyi konuşacaklar diye ölüme erken gidilmez ki kardeşim.Kör ölünce badem gözlü oluyorsa varın gerisini siz hesap edin.

Artık şunu çok iyi biliyorum bu dünya üzerinde salt nefes almak değil yaşamak. İncelikleri var hayatın, anlamı, amacı, değeri, kıymeti. Her canlı yaşamayı, sevilmeyi, kazanmayı, başarmayı, saygıyı hak ediyor elbette, tek koşul sınırları ihlal etmemek.

İyi de o kadar çok ki sınırları ihlal edenler onlara kim ne zaman dur diyebilecek.

Hayatın bir cilvesi bu belki de yaş ilerledikçe yaşamı daha fazla sorgular oluyorsunuz. Sorguluyorsunuz da değişen hiçbir şey olmuyor, birileri birilerinin yaşam hakkına her daim tecavüz ediyor.