Sosyal medyada çok dolaştığı için siz de okumuşsunuzdur mutlaka, Alman Yazar Goethe, “Harekete geçmiş bir cehaletten daha korkunç bir şey yoktur” diyor…
Üstenci bir bakışın ürünü olduğunu iddia etmeyin sakın, o taraklarda bezi olmadığı gibi, muhtemelen, Hitler’i yaratacak kültürü eleştirmek için söyledi Goethe bunu; 2000’li yılların Türkiye’sine ışık tutacağını ise bilemezdi elbette...
Bir parça hayat süren her Türk vatandaşı harekete geçmiş cehaletin ne gibi sonuçlar doğurduğunu kendi yaşam dilimi içinde gördü mutlaka…
6-7 Eylül olaylarının tanıklarının bir bölümü hâlâ sağ örneğin, canlı tarih olarak dolaşıyor aramızda…
Bizim kuşak, Maraş’ı, Çorum’u yaşadı, Sivas’ıysa adeta canlı izledi…
Bizden sonrakilerin de tanık olduğu linç girişimlerini, bir bahaneyle yakılıp yıkılan şehirleri saymaya kalksam gariban köşenin sınırları yetmez…
Yazmaya gerek var mı bilmiyorum, bu tip şiddet olaylara karışan kalabalığı yalnızca eğitim düzeyi değil, toplum kültürü de düşük, aklı yerine duygularıyla hareket eden şuursuzlar oluşturuyor…
Dehşet verici olmasa gülerek okuyacağız gazetelerde, “infiale kapıldı” sözcükleriyle suçları hafifletilen saldırganlar, hiç suçu olmayan insanları darp etti büyük kalabalıklarla, tepki gösterdikleri olayla ilgisi olmayan pek çok kişinin malına, canına zarar verdi…
Uzağa gitmeye gerek yok, Zonguldak’ta da örnekleri yaşandı; emniyetin göz yummasından cesaret alan bir avuç lümpen HDP binası diye Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi binasını basarak tarumar etti, olayın bu yönü hiçbir gazeteye konu bile olmadı…
Yine bir şuursuz, birkaç gün önce, kentin göbeğinde, CHP binasını taşladı…
Basından okuduğuma göre, yurdun dört bir yanından şehitlerin gelmesine kızgınmış hazret…
Şaşmamak elde değil, sanki bu ülkeyi CHP yönetiyor; ölümlerin, katliamların siyasi sorumlusu iktidarda olan AKP değil de muhalefetteki CHP ona göre; Kılıçdaroğlu ise CHP’nin değil de emniyetin başındaki bir isim galiba…
 
GERÇEĞİ BAŞBAKAN’DAN DEĞİL DE, TERÖR ÖRGÜTÜNDEN ÖĞRENDİK
Hayretle izliyoruz, her katliamın ardından tek adamla, çömezinin ağzından hep aynı sözler çıkıyor: “Kimse bizim sabrımızı test etmeye kalkmasın!”
Altı ay içinde katliamlarda ölenlerin sayısı beş yüzü geçti, sabırları hâlâ test aşamasında kudretli efendilerin…
Terörü engelleyeceğiz diye Cizre’yi, Sur’u, Silopi’yi, İdil’i yerle bir eden kahhar güç, yolgeçen hanına dönen sınırları kontrol altına alamıyor nedense…
Bomba yüklü araç bizzat kendi verdikleri bilgilere göre ülkenin bir ucundan diğerine gidiyor, istihbarat alındığı halde dur diyen olmuyor…
Pişkinlik de diz boyu…
Ankara saldırısı sonrası bizzat Başbakan failin ismini duyuruyor tüm dünyaya…
Üzerinden 24 saat geçmeden adı çok az duyulmuş bir örgüt, bir başka isim açıklıyor…
Yapılan araştırma sonrasında Başbakan’ın değil de terör örgütün doğruyu söylediği anlaşılıyor…
İşe bakın yahu, gerçekleri Başbakan’dan değil de, terör örgütünden öğreniyor Türk milleti…
Havuz medyası, holding medyasındaki AKP muhipleri, akıllara durgunluk veren bu çelişkiyi görmezden geldiği gibi, “İsmin ne önemi var” ile başlayan utanmaz cümleler kuruyor…
Hamasi bir dille koparılan vaveyla ile de ortalığa kopkoyu bir sis bulutu yayılıyor daha sonra...
Daha önce de yazdım. Ankara katliamının birinci derecede suçlusu, AKP’dir…
Olayın üzerinden 2 saat geçmeden isim açıklayıp, 24 saat içinde de aracın nereden çalındığından, bombaların nerede yüklendiğine değin pek çok bağıntıyı ortaya koyan yetkililer, bunca bilgiye sahip oldukları halde katliamı önleyemiyor nedense…
İşin en garip tarafı da, yanlış isim vererek Başbakan’ı yalancı çıkaran da içinde hiçbir kamu görevlisi görevinden alınmıyor, istifayı aklına getirense zaten yok…
 
AKP, KENDİ STATÜKOSUNU KURDU
İnanın tüm bunlar toplumsal refleksin zayıflığından kaynaklanıyor…
Ülke insanıyla sık kültürel bağları olan AKP’nin her sözü, insanlarda karşılık buldukça toplumsal muhalefet mevzi yitiriyor…
Bu bağın toplumsal korkulardan beslenen sağlam bir geri planı var ayrıca…
Onlarca yıldır yürütülen sistemli faaliyetle, dünyevi iktidar kavgası, uhrevi yanı olan bir din kavgasıymış gibi sunuldu halka…
Asker ve sivil bürokrasi içinde kümelenen laikçi klik, özgürlükleri hedef alan baskıcı uygulamalarla bu görünümü iyice pekiştirdi…
Buna bir de siyasi ve ekonomik beceriksizlikler eklenince, mağdur edilmiş kesimlerinin sözcülüğüne oynayan AKP’nin desteği akıl almaz bir şekilde arttı…
İktidarın ilk yıllarında ezber bozan yaklaşımlarla bir önceki toplumsal yapıyı tasfiye eden AKP, devlete her yönüyle hâkim olduktan sonra kendi statükosunu kurdu…
İdeolojik hegemonya ve propaganda için havuz medyası oluşturulurken, devlet, yandaş kadrolarca işgal edildi…
Olayları kavramsal olarak ele alıp boyutlarıyla değerlendirme gibi yeti de kaybolunca, tam da, Goethe’nin işaret ettiği bizi bir tehlikeden bir başka tehlikeye sürükleyen cehalet çıktı ortaya…
Eril bir maço dil, ulusal bir hasletmiş gibi dayatılırken; bir arada yaşamı hedefleyen çoğulcu anlayışlar gibi estetik duygusu, incelik, sanatsal hazlar, bilgi, evrensel akıl gibi değerler toplumsal hayatın dışına itildi…
Suç oranı yüksek, güçlü olana tepki vermekten korkan ve kayıtsız şartsız egemene biat etmekle kalmayıp “bir yerinin kılı” olmak isteyen bir toplum çıktı ortaya…
Sonuçlar mı, kan gölüne dönmüş bir ülke, yarın umudunu tüketmiş bir toplum…
Daha kötü ne olabilirdi ki?