Bir önceki yazımda 1 Kasım seçimleri ve sonuçlarıyla ilgili bir değerlendirme yapmaya çalışmıştım.

Ülkemizin içinde bulunduğu durumlu birlikte, kısmen de olsa ülke solunun siyasal konumlanışına değinen bu yazıyla ilgili olarak bazı dost ve arkadaşlar bazı eleştiri ve değerlendirmelerde bulundular.

Benim için büyük önem taşıyan bu eleştiri ve değerlendirmelerin, kuşkusuz olarak Zonguldak’ta yürütmüş olduğumuz emek mücadelesine katkısı olacağını düşünüyorum.

Dünyada ve ülkemizde yaşanan gelişmeleri bir değerlendirme süzgecinden geçirmek, kalıplaşmış şablon düşünme tarzını aşabilmek en önemli sorunlarımız olarak çıkıyor karşımıza…

Eğer doğruyu arayan, sınıfsal mücadelenin çıkış kapılarını açacak eleştiri ve özeleştiri müessesesini doğru bir şekilde işletebilirsek, solun ve emek mücadelesinin önünde biriken birçok sorunu aşabileceğimizi düşünüyorum.  

Eleştiri ve değerlendirmelerimizi yaparken; örgütsel ve kişisel kaygılara teslim olmadan, belli kişi veya grupların taşıdığı çıkar ilişkilerine sıkışmadan düşündüğümüz gibi yapabilmek… Zaten asıl mesele de bu noktalarda düğümleniyor!

Önümüzü açacak olan, bazı kişi ve güç odaklarının baskısından kurtaracak olan da bu davranış normlarını hayata geçirmemiz ve inatla sahip çıkmamız olacaktır.

Sadete gelecek olursak; 2015 1 Kasım’ında yapılan genel seçiminde ortaya çıkan siyasi tablo, bundan böyle can alıcı siyasi konularda daha anlaşılır ve net konuşmamız gerektiğini ortaya koymuş, yaşadığımız ve bulunduğumuz alanlarda sorumluluk alarak cesur davranmamız gerektiğini ortaya koymuştur.

Eğer yukarıda açıklamaya çalıştığım bu görev ve sorumluluklardan kaçınırsak, ülkemizde ve buna bağlı olarak yaşadığımız yerellikteki siyasi gelişmelerle sınıfsal çelişkileri anlamlandırmada ve sol siyaset adına çözüm yolları bulmakta birçok zorlukla karşılaşmaya devam edeceğiz. 

O halde; üzerine daha birçok değerlendirme ve analizin yapılacağı 1 Kasım seçimlerinin Zonguldak yerelini ilgilendiren yönlerine de bir göz atalım…

Zonguldak yerel siyaset gündemi, 7 Haziran sonrasında ve1 Kasım seçimleri sürecinde ülke genel siyasetinin etki ve gölgesinde kaldı. AKP haricindeki siyasi parti il örgütleri ve milletvekili adaları bu genel etkiyi kıramadılar ve kırmak için özgün yerel politikalar üretemediler.

Oysa ülke siyasetinde, iktidar partisi AKP’nin tercihen oluşturduğu şiddet ve güvensizlik ortamına karşı, yerel sorunlar üzerinden karşı siyasi hamleler üretilmesi ve 7 Haziran seçim sürecinden daha atak bir propaganda çalışması yapılması gerekiyordu.

Zonguldak’ta “Ne çıkarsa bahtıma” anlayışı Saadet Partisi, HDP ve özellikle MHP ve CHP’ye önemli oranda oy kaybettirmiştir.

İki seçim arasındaki zaman aralığının kısa olması ve 7 Haziran seçim çalışmalarını aşan bir siyaset üretilememesi ise; CHP tabanındaki gönüllü çalışma gruplarının ve kadınların katılımıyla oluşan ekiplerin mahalle çalışmalarını olumsuz yönde etkilemiştir. Bu durum net olarak oy sandıklarına da yansımıştır. 7 Haziran seçim sonuçları dikkate alındığında, Komünist Partisi’nin Zonguldak genelinde 129 olan oy sayısını 689’a çıkarmasının da, siyasi dengelere milletvekili dağılımı açısından önemli bir etkisi olmamıştır.

Mecliste grubu bulunan dört siyasi parti anti demokratik %10 seçim barajının etkisiyle, 1 Kasım seçiminde kendi siyasi programlarını benimsemeyen siyasi çevre ve kişilerin (belki de son kez) oylarını da almışlar ve bundan sonra “oyları bölmeyelim” siyasi baskı aracını kullanma fırsatını da bir daha kullanamamak üzere kaybetmişlerdir.

AKP iktidarının tüm resmi kurum olanaklarını, padişahlık heveslisi Erdoğan’nın kaçak sarayda düzenlediği 10’un üzerinde muhtarlar toplantısı operasyonlarını ve devlet şiddetini arkasına alarak ulaştığı yüzde 49,5’luk oy oranı emekten yana muhalif güçlerin moralini bozmamalı, direnç ve umutlarını kırmamalıdır.

Bu siyasi tablo; mücadele saflarının netleşmesi açısından, muhalefet partilerinin karşı politika üretimindeki yetersizliğini ve niyetsizliğini açık bir şekilde ortaya koymuştur.

Sol, sosyalist güçlerin toplumsal muhalefet hareketine daha güçlü ve net siyasi mesajlarla önderlik etmelerinin önü sonuna kadar açılmıştır.

Yeter ki, üzerimize düşen siyasi sorumlulukları gerektiği gibi yerine getirelim ve emek mücadelesini sağlıklı bir zemine oturtacak olan sınıfsal çözümlemeleri doğru yapalım ve toplumsal ilişkilerimizi doğru kuralım.

Ve tüm yabancılaştırma ve ötekileştirme siyasi alışkanlıklarını elimizin tersiyle bir kenara itelim…

Gerisi gelecektir!