Yolda giderken ayran, kola, su ya da sigara içiyorsunuz. Onu bir köşeye atmak yerine gidip bir çöp kutusuna atmak gerekmez mi? Böyle yaparsak şehrimize, ülkemize ve dünyamıza bir faydamız olur. En azından bir zararımız olmaz diye düşünüyorum.

Ne yazık ki insanoğlu etrafındaki sorunlara karşı bir süre sonra duyarsızlaşabiliyor. Bir nevi körlük, hem de bakar körlük... Bu konuda Nobel ödüllü Körlük kitabından alıntı var.

Şöyle ki;

"Körlük bir salgın halinde geliyor ve bulaşıcı... Dolayısıyla insanları karantinaya alıyorlar. Kimse hiç bir şey göremez hale geliyor. Herkes her şeyi beyaz görüyor. Bunlar bir koğuşta karantinadayken, bir gün birisinin tuvaleti geliyor. Çıkacak, tuvaleti bulamıyor. Çünkü göremiyor. Sonra aklına şu geliyor. 'Bir dakika, burada herkes kör. Şuraya yapsam kim görecek ki...' diyor ve pisliyor orasını. Sonra tuvaleti gelen her kör, o kokuyu referans alarak orasını tuvalet olarak düşünüyor. Ve herkes gidip oraya tuvaletini yapıyor. Orada zamanla korkunç bir şey (pislik) birikiyor. İnsan böyle bir varlık..."

Atma arkadaş, elindeki zıkkımı yere! Atma çerini çöpünü dereye tepeye ve caddeye... Atma ki tertemiz olsun cadde ve sokaklarımız. Zaten bakımsız ve kendi kaderine terk edilmiş diyarımız, bir de çerle çöple boğuşmasın işte...

                                ***

Hep eleştiriyoruz. Şehrimiz kötü yönetiliyor. Yıllardır ihmal edilmiş. Üretim, yatırım ve istihdama hasret bırakılmış. Alt yapı da üst yapı da hizmetsiz bırakılmış diyoruz. İşsizlik, ulaşım, şehirleşme, turizm vs sıralayıp duruyoruz. Şehirleşmede, ulaşımda, yeşil alanda, sahillerimizde, kıyılarımızda, mağaralarımızda ve enva-i çeşit doğal güzelliklerimizde hep bu eksiklikleri dile getiriyoruz. Getirmeye de devam edeceğiz.

Bu bizim hem vatandaş olarak hem de bir gazeteci olarak en önemli görevimiz.

Ancak yerel ve merkezi yöneticilerimizi eleştirirken, onları suçlarken; hiç kendimize bakıyor muyuz?

Şehrimiz sanki körler ülkesi olmuş haberimiz yok. Her türlü sıkıntı var, gören duyan ve bunları iyi kötü gündeme getiren medyamız da var; ancak 'bakan kör'lerin sayısı o kadar çoğalmış ki, ahvalimizi ortaya koyabilecek bir olanaktan ne yazık ki mahrumuz...

Aslında en güzel cevabı şehrimizin içinden geçen Acılık deresi bizlere veriyor. Yağışlarla birlikte derenin suyu yükseldiği zaman bütün çöpleri alıp limana bırakıyor. Ve bu durum, Zonguldaklıların çevresine ve şehrine karşı ne kadar duyarlı olduğunu ortaya koyuyor. Her yağış sonrası oluşan çöp limanı da utandırmıyor bizleri... Bu körlük değil de nedir?

Mesela Belediye binasına giden yaya geçidimiz var. Özellikle Pazartesi, Çarşamba ve Cumartesi günleri çok kalabalık oluyor. Hepimiz trafik ışıklarına dikkat etmeksizin kendimizi yola atıyoruz. Halbuki kırmızıda durmak gerektiğini hepimiz biliyoruz. Fakat yaşlısından gencine her birimiz kendimizi arabalar gelirken yola atıyoruz. Evet, çevreyolunda öyle bir yaya geçidi olmaz. Alt ya da üst geçit şart. Ancak vatandaşlar olarak mevcut olan kurala uyuyor muyuz? O da yok... O zaman bu şehir nedir?

Mesela kentin değeri olan nice eserlerin yok edilmesi ya da değerinin bilinmeyip etrafına türlü türlü kaçak yapıların kondurulması sadece belediyeyle ilgili bir problem mi? Tam tersi insan kaynaklarımızın hastalıklı yanıdır. Bu konuda onlarca örnek vermek mümkün...

ÇÖP-ÇÖP KOVASI-EROZYON-TARİHİ DOKU

Geçen gün Zonguldak Nostalji'nin fikir babası ve gazetemiz yazarı Yüksel Yıldırım çok önemli bir tespitte bulundu. Konunun önemine binaen burada yeniden vurgulamakta fayda görüyorum. 
Yıldırım, Zonguldak Belediyesi'nin 22 Eylül 2020 günü özellikle cadde ve sokak ismi belirterek bildiri yayınladığını hatırlattı ve ".... çöp ve sigara izmariti atan işyerlerinin tespiti neticesinde idari para cezası kesileceği..." yönündeki uyarıyıdile getirdi.

Peşinden şu tespitlerde bulundu:

“O günden bugüne gelinen noktada Zonguldak Belediyesi sokağımıza iki adet sigara kovalı çöp kutusu yerleştirdi ve caddedeki temizlik personel sayısını ikiye çıkardı. Her gün defalarca, yanlarında taşıdıkları tekerlekli büyük plastik seyyar arabalarla dolaşıyorlar. Hummalı bir çalışmayla köşe bucak temizliyorlar. Personelin çabası gerçekten taktire şayan. Ancak yapılan temizlikten kısa bir zaman sonra aynı kirlilik süratle yenileniyor. Her yer izmarit ve çöp… İki personel daha çalışsa durumun aynı olacağından artık eminim. Çünkü mesele ahlaki erozyon…

Yapılan her tür hizmet ve emek hak ettiği karşılığı göremiyor. Kenti modern, yaşanabilir hale getirmek, ortasından Londra asfaltı geçirmek bile insanların ahlaki çöküşünü, değer yargılarının hassasiyetini kaybetmesinin önünü kesmiyor. Artık değer yargılarımızın şekli değişti. Babasından kalan köstekli saati sadece maddi değeri için satan evlat gibi, geçmişin izlerini yok eden bir anlayışın getirdiği toplumsal etkileşim bence…"

Bu tespitlere katılmamak mümkün mü?

Uyan ey gözlerim gafletten uyan!

Uyan ey uykusu çok gözlerim, gaflet uykusundan!