Çaycuma’da Cumhuriyetin kuruluşunun 102. yılı nedeniyle düzenlenen “Türkiye Cumhuriyeti’nin Dünü, Bugünü, Yarını” adlı panelin son konuşmacısı Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Gökhan Durmuş’tu. Konuşmasına her şeyin iletişimle başladığını söyleyen Durmuş, “Haberleşme, iletişim bir ülkenin medeniyet seviyesini belirler. Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye’de okuma yazma oranı yüzde yedi, sekiz mertebesindeydi. Gelişmiş ülkelere bakın, demokrasinin, hukukun tam olarak uygulandığı ülkelere bakın, gazetecilerin özgürce çalışabildiklerini, yaşayabildiklerini görüyorsunuz. İlk mektup 1606 yılında İngiltere’de gönderilmiştir. İlk telsiz patenti 1896 yılında yine İngiltere’de alınmış. Osmanlı’da telsiz çok sonra ilkin gemiler arasında iletişim kurmak amacıyla kullanılmış ama asıl haberleşme aracı olarak kullanımı 1926 yılını bulmuştur. 1906’da Kanada’da bulunan radyo ilk olarak 1920’de ABD’de kullanılmaya başlamış, Türkiye’de ilk kullanımı 1927’de olmuş. Dünyada ilk gazete 1605 yılında Almanya’da yayımlanmış, Türkiye’de ise ilk gazete 1831’de yayın hayatına başlamıştır.” dedi.
BASIN HER DÖNEMDE BASKI ALTINDA
Türkiye’de basının her dönem baskı altında olduğunu söyleyen Durmuş, “Bunun birkaç nedeni var. Birincisi okuma yazma oranının düşük olması. Bir fikir ortaya atıyorsunuz ama tartışacağınız kimse yok ama baskı altında tutacak mekanizma her zaman var. Mesela Abdülhamit döneminde basın ciddi anlamda baskı altında tutulmuştur. O dönemde sansür memurları diye bir kavram var. Bunlar gazetelerin matbaalarında oturuyor, satır satır okuyup saray için sakıncalı gördükleri yazıları çıkarıyor. 1908 yılında ilan edilen 2. Meşrutiyet’le memurlar gazetelerden kovulup, sansür kaldırılıyor. Bu durum İstanbul’da yayımlanan gazete sayısının çok ciddi şekilde artmasına neden oluyor, 200’e yakın gazete çıkıyor. Ancak bu özgürlük ortamı 1. Dünya Savaşı nedeniyle yok oluyor, 1914’te yeni bir sansür dönemi başlayıp gazeteler kapatılmaya başlıyor. Milli Mücadele dönemindeyse Anadolu ve İstanbul medyası olmak üzere ikili bir yapı ortaya çıkıyor. İstanbul medyası sarayı, görece olarak daha özgür olan Anadolu medyası ise Milli Mücadele’yi öne çıkarıyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla biri İstanbul’da olmak üzere 3 adet gazete çıkıyor. Cumhuriyetin kurulmasından sonra Yunus Nadi’ye, bugün hâlâ yayın hayatını sürdüren ‘Cumhuriyet’ adıyla gazete çıkarması Atatürk tarafından öneriliyor.” dedi.
CUMHURİYET ÜLKEYİ EKONOMİK OLARAK GELİŞTİRİP MODERNLEŞTİRİRKEN BİR KÜLTÜREL GELİŞİM DE SAĞLAMAK İSTEDİ
Şeyh Sait İsyanı nedeniyle 1925’te çıkarılan Takriri Sükûn Kanunu ile yeni bir sansür döneminin başladığını söyleyen Başkan Durmuş, “Bu dönemde birçok gazete muhalif yazılar nedeniyle kapatılıyor. Ta ki çok partili sisteme geçince kadar, daha çok hükümet politikalarının anlatıldığı bir yayıncılık hayatı sürüyor. Cumhuriyet modernleşme, toplumsal gelişme açısından pek çok öneli işler yaptı. Mesela her tarafa fabrikalar kurmuş. Buralarda da kurulmuş. Ben çok şaşırdım, Zonguldak’ın her yanında tenis kortu var. Cumhuriyet ülkeyi ekonomik olarak geliştirip modernleştirirken bir kültürel gelişim de sağlamak istemiş. Memleketi bir bütün olarak geliştirmek, başka bir seviyeye yükseltmek için kurgulanmış bir fikir geliştirilmiştir. Ama basın özgürlüğü söz konusu olduğunda aksamalar yaşadığımızı kabul etmemiz gerekiyor. Çok partili dönem, ilk yılları dışında basının en çok baskı altında tutulduğu döneme denk geliyor. Demokrat Parti’nin devlete tümüyle hâkim olup iktidarda güçlenmesiyle birlikte gazeteler üzerinde baskılar başladı. Demokrat Parti uğradığı güç zehirlenmesinin etkisiyle, iktidarı döneminde 1.161 gazeteci hakkında soruşturma açtırdı, bunun 238’i tutuklandı. 61 Anayasası sonrası gazeteciler açısından bir özgürleşme dönemi yaşandı. 12 Mart 1971’e kadar süren bu dönemde ‘Basın hürdür sansür edilemez’ sözü anayasa hükmü haline getirildi. Toplumsal muhalefetin, sendikaların da çok canlı olduğu bu dönemde, 68 Kuşağı da son derece etkin olarak sahneye çıktı. 71 Muhtırası yeni bir baskı dönemini başlattı. 37 gazete ve derginin kapatıldığı bu dönemde 118 gazeteci tutuklandı. Arkasından gelen 80 darbesi yine gazeteciler açısından çok ciddi baskıların yaşandığı bir döneme karşılık geliyordu. 12 Eylül darbesi, bütün toplumun üzerinden silindir gibi geçti. Ardından gelen 90’lı yılları, ben, gazetecilerin ölüm yılları olarak tanımlıyorum. Bu yıllarda birçok gazete öldürüldü.” şeklinde ifadelerle konuşmasını sürdürdü.
FETÖ OPERASYONLARINDA MUHALİF GAZETECİLER DE HEDEF ALINDI
İki binli yılları “gazetelere çökme dönemi olarak niteleyen Durmuş, “Bu dönem Cem Uzan’ın sahibi olduğu Star televizyonu ile gazetesine çökülmesiyle başladı. Türkiye’nin en önemli gazeteleri televizyonları el değiştirip iktidar medyası haline dönüştü. Aslında Erdoğan’ın ilk yılları tıpkı Demokrat Parti’nin ilk yılları gibi gazeteciler için bir özgürlük dönemiydi. Güçlenip devlete sahip olmaya başlayınca, çeşitli operasyonlarla medyayı baskı altına almaya başladı. Kürt medyasıyla başlayan bu süreçte, FETÖ medyası tarafından gazeteciler hedef gösterildi. Kol kola oldukları FETÖ ile yollar ayrılınca 15 Temmuz darbe girişimi oldu. Bu dönemde 131 gazeteci tutuklandı ama ilginç olan bunların yarısından fazlasının Kürt ve sosyalist gazetecilerden oluşmasıydı. Sözde FETÖ’ye operasyon yapılıyordu ama hedefte muhalif gazetelerin çalışanları da vardı. Kısaca söylemek gerekirse hiçbir dönemde basın özgür olmadı. Tıpkı bu dönemde olduğu gibi her dönemde insanlar fikirlerini özgür ifade edemeyip, başlarına bir şeyler geleceğinden korktu. Toplum yavaş yavaş sinme başladı, itiraz etme hakkını yitirdi.” dedi.
KORKUSUZCA ELEŞTİREN GAZETECİDEN ELİNE SORU TUTUŞTURULAN GAZETECİ TİPİNE ULAŞILDI
Gazetecilerin toplumun farklı bir grubu olmadığını söyleyen TGS Başkanı Durmuş, sözlerini, “Biz de sizler gibi insanız. Toplum neyi yaşıyorsa biz de aynısını yaşıyoruz. On beş gün önce, İstanbul’da sokak ortasında bir gazeteci çeteler tarafından öldürüldü. Basın özgürlüğünün en fazla mağduru gazeteciler olabilir ama özgürlük kavgası yalnızca gazetecilerin kavgası olamaz. 20 yıl öncesi hangi gazeteleri okuyorduk, oralarda neler yazıyordu, hangi haberler tartışılıyordu dönüp bir bakın. Şimdiki gazetelerle karşılaştırın. 20 yıl önce sağlık bakanına ‘Yahu sen ne rezil bir bakansın, hastaneler leş gibi’ cümlesini kurabilen bir gazeteciden, ne soracağı eline tutuşturulan bir gazeteci tipine ulaştık. Bu yalnızca gazetecilerin suçu değil. Vatandaşların haber alma hakkına sahip çıkması gerekiyor. Tele 1’e kayyım atanınca dayanışma için oraya gittim. Ama çok azdık. Tamam, 80 gazeteci işsiz kalacak ama emin olun yüz binlerce insan da haber alma hakkından mahrum kalacak. Toplumun yaşayacağı mağduriyet gazetecilerden çok fazla olacak. Biz gömleğin düğmesini baştan yanlış iliklemişiz. Çıkarıp yeniden giyersek ancak o zaman hukukun üstünlüğünden, tarafsızlığından bahsedebilir, seçme hakkından söz edebiliriz. Basın özgürlüğüne, farklılıklara tahammül etmeliyiz” diyerek tamamladı.







