Halil Hoca, İstanbul’da çalıştığım bankanın şubelerine ziyaretime gelirdi. 2000 -2002 yılları arası görevde bulunduğum Kadıköy’deki Bölge Müdürlüğü’ne yaptığı bir ziyaretten sonra, akşam mesai bitiminde birlikte çıktık. Caddebostan’daki eski Maksim Gazinosu’nun, şimdiki Migros’un bahçesine arabamızı park ettik ve orduevi tarafına doğru, denizin kenarından yürümeye başladık. Hava sıcaktı, yaz ayları olmalıydı. İnsanlar yürüyüş yapıyor veya koşuyorlardı. Bazıları da, denizin kenarındaki setin üstüne çıkıp oltalarını denize atmışlar, balık yakalamaya çalışıyorlardı.
Ben lacivert blazer ceket, füme renkli pantolon, beyaz gömlek giymiş ve kravat takmış idim. Halil Hoca spor kıyafetli idi. Sahilde benden başka kravatlı kimse yoktu.
İpar Köşkü denilen yalının karşısında deniz kenarındaki duvarın üstünde,açık duran çantada bulunan; olta, misina, kurşun, iğne gibi balık yakalamaya yarayan malzemeleri sattığı anlaşılan 35 – 40 yaşlarındaki balıkçı, bir yandan da oltasıyla yakaladığı istavritleri, yine setin üstündeki küçük kırmızı naylon leğendeki suyun içine atıyordu.
Leğenin içindeki istavritlerin yeni yakalananları, suyun içinde fırfır dönüyorlardı. Diğerlerinin ise bazıları yavaş hareket ediyor, bazılarıysa ters dönmüş, hareketsiz duruyorlardı.
Leğendeki istavritleri görünce birden aklıma, yıllar önce nereden aldığımı hatırlamadığım (belki internetten, belki bir gazete veya dergiden); oltaya yakalanan küçük bir balığın başından geçenlerin anlatıldığı “Küçük İstavritin Hikâyesi” şiiri geldi. Bu şiiri çok sevmiş ve ezberlemiştim. Sabah yürüyüşlerimiz sırasında, Halil Hoca’ya diğer şiirlerin yanısıra bu şiiri de defalarca okumuştum. O da bu şiiri biliyordu.
Şiir şöyleydi;
“Küçük istavrit yiyecek bir şey sanıp
Hızla atıldı çapariye
Önce müthiş bir acı duydu dudağında
Gümbür gümbür oldu yüreği
Sonra hızla çekildi yukarıya
Aslında hep merak etmişti
Denizlerin üstünü
Neye benzerdi acep gökyüzü
Bir yanda büyük bir merak
Bir yanda ölüm korkusu
"Dudağı yarıklar" denir, şanslıdır onlar
Hani görüp de gökyüzünü, insanı
Oltadan son anda kurtulanlar
Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu
Küçük istavrit anladı yolun sonu
Koca denizlere sığmazdı yüreği
Oysa şimdi yüzerken
Küçücük yeşil leğende
Cansız uzanıvermiş dostlarına
Değiyordu minik yüzgeci
İnsanlar gelip geçtiler önünden
Bir kedi yalanarak baktı gözlerinin içine
Yavaşça kararıyordu dünya
Başı da dönüyordu
Son bir kez düşündü derin maviyi
Beyaz mercanı bir de yeşil yosunu
İşte tam o anda eğilip aldım onu
Yürüdüm deniz kenarına
Bir öpücük kondurdum başına
İki damla gözyaşından ibaret
Sade bir törenle saldım denizin sularına
Bir an öylece bakakaldı
Sonra sevinçle dibe daldı
Gitti, tüm kederimi söküp atarak
Teşekkürü de ihmal etmemişti
Birkaç değerli pulunu elime avuçlarıma bırakarak
Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme
Sorar gibiydiler neden yaptın bunu niye
"Bir gün dedim bulursam kendimi
Yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz
Son ana kadar hep bir umudum olsun diye"
Tam o sırada balıkçı, oltasına takılan istavriti iğnesinden kurtarıp, leğendeki suyun içine attı. Halil Hoca’ya; “Hocam, balıkçıya 1.000.000 (şimdiki 1)lira ver de yeni yakaladığı istavriti leğenden alıp denize at.” dedim. Halil Hoca; “Tamam.” Dedi ve balıkçıya; “Bir milyon lira (şimdiki bir lira)versem şu istavriti denize atabilir miyim?” diye sordu. Balıkçı bu işe pek anlam veremedi ama, “Peki.” dedi. Halil Hoca balıkçıya parayı verdi ve leğene son atılan istavriti yakalayıp denize attı. Denize atılan istavrit, aynı şiirdeki gibi dikine doğru müthiş bir hızla derinlere doğru gitti ve gözden kayboldu. Ben balıkçıya yaklaştım ve; “Arkadaşımın istavriti niye denize attığını merak ediyor musun?” dedim, “Evet.” dedi. “O zaman dinle.” dedim ve bir elindeki oltayla balık yakalamaya çalışan balıkçının omzuna elimi attım ve yavaş yavaş “Küçük İstavritin Hikâyesi” şiirini okumaya başladım. Balıkçı şaşkın bir ifadeyle dinliyordu. Şiir bitince; “Şiir güzelmiş” dedi.
Demek ki, her ne olursa olsun umudu muhafaza etmek gerekmiş. Halil Hoca ile biz geleceğiz de, balıkçıyı göreceğiz de, Halil Hoca yakalanan istavrit için para verecek ve balığı denize atarak azat edecek. Milyarda bir ihtimal bile değil ancak gerçekleşti. O nedenle umudu kaybetmemek lazım.
Yurdumuzda uzun süre başbakanlık ve son olarak da 11. Cumhurbaşkanı olarak görev yapan ve çok enteresan deyişleri olan Sayın Süleyman Demirel’e Başbakanlığı döneminde bir gazeteci, şimdi konuyu hatırlamıyorum, o sıralarda gerçekleşmesi hemen hemen imkânsız olan bir konu için; “Sayın başbakanım bu konuda umutlu musunuz?” diye sorar. Demirel de; “Umutluyum” der. Gazeteci; “Yüzde kaç umutlusunuz Sayın Başbakanım?” deyince Demirel; o her zamanki hazırcevaplığıyla; “Umut umuttur, umudun yüzdesi mi olur kardeşim.” diye cevap verir.
Sayın Demirel haklı, umut umuttur. Umudun yüzdesi olmaz. Tıpkı bizim olayımızda olduğu gibi.