“Beni fazla konuşturma. Konuşmaya devam edersen işlemlerin  yarına kalır… Tahliyesin” diyen kendini beğenmiş bayan gardiyana…

Utanmasam, “Bir kaç gün daha dursam olmaz mı?” diyecektim…

24 saatlik cezaevi macerama o kadar güzel hatıralar sığdırdım ki…

“Ooo iyi ki bir gün cezaevine girdin. Artık anlat anlat bitiremezsin” diyenlere inat anlatacağım…

Bizimkiler işi biraz abartınca konvoy halinde geldik Devrek Açık Cezaevi’ne… Esasında birkaç kez arkadaşlarımı ziyarete gittiğim için yabancısı da değildim soğuk duvarların… Kalabalığı görünce “Sen ne iş yapıyon?” diyen gardiyanın tavrı diğerleri için de bir işaret fişeği oldu…

Çok değil bir sigara içimlik yol yürüdükten sonra geldiğimiz idari binada ince bir üst aramasından geçiyorum… Daha önceden geleceğimden haberdar olan iki kişi tarafından karşılanıyorum… Ortak dostlarımız aracılığıyla daha önceden tanıdığım ama tanışmadığım iki kişiyle birlikte volta atarak yanımızdan geçen meraklı bakışlar arasında B/7 koğuşuna kadar geliyoruz… Sigara dumanının kesif kokusu genzimi yaksa da çaktırmıyorum…

İçeri girdiğimde karşılaştığım manzara 80’li yılların Türk filmlerinde izlediğimiz cezaevlerini aratmayacak kadar nostaljik ve aynı… Duvarda kocaman bir Türk bayrağı, hemen altında televizyon, itinayla katlanmış ranzalara asılan perdeler, rengarenk muhabbet kuşları, terekli mutfak dolabında sıra sıra dizilmiş ince belli bardaklar ve uzun bir yemek masası etrafında çay içen mahkumlar…

“Hoş geldin, Allah kurtarsın”  diyen dostça selamlamanın ardından gecenin bir yarısına kadar uzanan sohbetler… Cezaevi raconuna göre neden ceza aldığının sorulması doğru olmasa da er ya da geç herkes herkesin neden yattığını bir şekilde öğreniyor burada… Ağırlıklı olarak yaralama ve cinayet mahkumlarının kaldığı özel bir koğuş B/7… Kitap okuyan, mürekkep yalamış, feleğin çemberinden geçmiş insanların koğuşu…

Gazipaşa’da sıkça rastlaştığım çatık kaşlı adamlara, çay demini aldıkça yakında tanıyor, kanım ısınıyor. Karnımın zil çaldığını fark etmiş olacaklar ki, dolaptan çıkan konserve barbunya, ton balığı ve salatadan oluşan ziyafet yetişiyor imdadıma…  

Birbirinden ilginç hikayeler hapishanenin duvarlarında yankılanırken “Sayım içerde” diye bağıran meydancıyı duyar duymaz ayağa kalkıyor tüm mahkumlar… İçeri giren mahkeme duvarı suratlı gardiyan gözlüğünün üzerinden sinsi bir bakışla mahkumları sayıp “Allah kurtarsın” diyerek çıkıyor koğuştan…

Gecenin ayaza çalan soğuğuyla buğulanan camdan saatin bir hayli ilerlediğini fark ediyorum… Masanın öbür tarafında tam karşımda oturan cinayet suçlusu mahkumun, günlük hayatta değil bir cana kıymak sinek öldüremeyecek kadar naif biri olduğunu geçiriyorum aklımdan…

Hani derler ya… Düşte gör!

Evinin alt katındaki kahvehaneden gelen gürültüye inip, yerde yaralı yatan ve olaydan 2 gün sonra ölen kişinin kendisini göstererek, “Saldıranlar arasında bu da vardı” demesiyle 12 yıldır cezaevinde yatan kader mahkumu da var Devrek Açık Cezaevi’nde… Hasım olduğu ailenin tüm erkeklerini silahla tarayanda…

80 desibeli bulan horlayışımın kimseyi rahatsız etmemesi için bana gösterilen üst ranzaya usulca uzanıyor, Zonguldak-Devrek yolundan geçen arabaların ışıklarını sayıyorum uykulu gözlerimle… Ve sonra yaşadığım ortamın tüm farklılıklarına rağmen gökyüzündeki yıldızları görebilmenin ne kadar büyük bir zenginlik olduğu esiyor aklıma…

Sabah uyandığımda ise koğuş meydancılarının hazırladığı kahvaltı ile merhaba diyoruz güne… Gün boyu beklediğim tahliye haberi için mekik dokuduğum idare binasında gardiyanların mahkumlara olan tavrını gördükçe hem şaşırıyor, hem illet oluyorum… Belki de sosyal yaşamda hiçbir varlığı olmayan gardiyanların, nedenini anlayamadığım şekilde kendilerine “Başkan” diyen mahkumlara olan tavrı midemi bulandırıyor…

Kapalı cezaevine gitme korkusuyla her türlü haksızlığa boyun eğen insanların çaresizliğini suiistimal eden gardiyanlar kadar, merhamet ve adalet duygusunu kaybetmemiş gardiyanları görünce rahatlıyorum…

Bin 122 mahkumun kaldığı Devrek Açık Cezaevi’nde, özellikle hafta sonları çok kötü çıkan yemekler, gün boyu serbestken sabahın ayazında saat 06.45-07.45 ve saat 12.00-14.00 arasına sıkıştırılan banyo, hastane için yeterli araç ve personel bulunmayışı aklıma gelen en büyük sorunlar…

İçeride kendini dine verip cübbeli sarıklı dolaşan tarikat gruplarının sarmalında anti Kemalist, rejim düşmanı olan da var, tüm güvenlik tedbirlerine rağmen uyuşturucuya ulaşıp bonzaiye, hapa başlayan da… Ama beni en çok öfkelendiren, elindeki gücü “disiplin” bahanesiyle mahkumların üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanan gardiyanların ruh halleri oldu…

Başkan aşağı, başkan yukarı derken tavan yapan egoların zavallılaştığı Devrek Açık Cezaevi gardiyanları, belki de diğer cezaevlerine göre çok daha masum… Keşke özgürlüğün kıymetini anlasın diye insanlar, ömründe bir günlüğüne de olsa cezaevine girse…

Kısa süreliğine de olsa benim için farklı bir heyecan, farklı bir yaşam tecrübesi oldu…

Umarım herkes,  insan olmanın onuruyla yaşar, öfkesine hakim olur, kötülerin hepsi ölür de mapushaneler ibretlik müze olur, okul olur…

Bir gece dahi olsa beni tüm içtenliğiyle karşılayan B/7 koğuşundaki tüm kardeş ve ağabeylerime teşekkür ediyor, tüm kader mahkumlarına “Allah kurtarsın” diyorum.