Yazının başlığı biraz tuhaf oldu ama, günümüz Türkiye’sinde tam da bu durumu yaşıyoruz.
Hepimizin gözleri önünde cereyan eden olaylar, hayatlarımızın bir yerlerine kalın ve derin çizikler atarak yaşanıp geçiyor.
Yaşanan olaylarla herhangi bir ilgimiz olsun veya olmasın, mutlak bir şekilde her birimizi bir yerlerimizden etkiliyor.
Bazısını fiziksel, bazısını duygusal, bazısını siyasal, bazılarını da parasal olarak etkiliyor… 
Ve en önemlisi de, toplumda bilinçli olarak yaratılan ve yaygınlaştırılan kafa karışıklığı oluyor!
Yaşanan olaylar esnasında korkutup sindirme ve sonrasında topluma uygulanan teslim alma bombardımanı.
Ortalığı kaplayan bilgi kirliliği ve dezenformasyon…
Aslında her şey bir o kadar net iken, aynı zamanda her şeyin bir o kadar da belirsiz olması nedendir?
Bir düşünün!
10 Ekim’de Ankara’da patlatılan bombaların failleri kimlerdir?
İktidar sahipleri, kesin olmamakla birlikte bazı terör örgütlerini ve bazı isimleri dile getiriyorlar…
Adına bazen IŞİD, bazen DEAŞ, bazen DAEŞ, bazen de DAİŞ diyerek, adında dahi kafa karışıklığı yarattıkları dinci gerici canilerin oluşturduğu faşist bir terör örgütü en güçlü şüpheliler arasında...
Katliam aydınlatıldı mı? Hayır! Ama “Sonuca yaklaştık!” diyorlar.
Siyasal İslamın Ortadoğu’da ki vahşi kollarından olan IŞİD, özünde emperyalist-kapitalist sistemin besleyip büyüttüğü bir ‘korku makinası’dır!
Patlayan bombaların mağdurları kimlerdir; KESK, DİSK, TMMOB, TTB midir?
Yoksa mitinge katılan siyasi partilerden HDP midir?
Yoksa Davutoğlu’nun iddia ettiği gibi, esas mağdur AKP midir?
Yoksa Ankara Gar Meydanında patlatılan bombaların asıl hedefi, mitinge katılmak için Ankara’ya gelen on binlerin emekçi ve direngen aydın kimlikleri midir?
Bombalar; Büyüyen muhalif potansiyelisusturup sindirmek,korkutup teslim almak için mi patlatılmıştır?
Bu toplumsal muhalif gücün; asıl olması gereken sınıfsal rotasından saptırılarak,istenilen siyasi bir çizgiyekanalize edebilmek hesaplarıyla mı patlatılmıştır?
Bu örneği; Yerli otomobil üretimi, faiz lobisi, hava alanı yapımları, dış güçler, paralel yapı, toplu öldürümler, iş cinayetleri davaları gibi diğer olaylara da rahatlıkla uygulayabiliriz!
Ve rahatlıkla Türkiye Taşkömürü Kurumu’na da (TTK) uygulayabiliriz.
Ülkemizin bu önemli taşkömürü üreten kurumunda neler oluyor? 
Kurumun yıllık zararı, bazı dönemlerde neden yoğunlaşarak dillendiriliyor ve basın organlarında daha sık yazılıp çiziliyor?
TTK’nun bazı müesseselerinde üretim görünürde hangi gerekçeyle ve gerçekte hangi nedenlerle durduruluyor?150 yıldır süren kömür üretiminin durdurulmasına gerekçe gösterilen gaz ölçüm sensörlerinin yokluğu,‘devletlû senyörlerin’ aklına ancak 2015 yılında mı gelmiştir?
Kurumun geleceği ile ilgili alan daraltma, küçültme ve nihayetinde kurumun kapatılması konularında neler planlanıyor? İşçi sağlığı ve iş güvenliği kuralları üzerinden kimler bu planlara hizmet ediyor ve nasıl çanak tutuyorlar?
Doğru ne, yanlış ne?Gerçek ne, yalan ne?
Bu kadar sömürü, yalan, olayları çarpıtma ve kafa karışıklığı,iktidar güçleri tarafından bilinçli olarak kurgulanmakta ve uygulanmaktadır.
Havuz medyasından ve dijital yayın platformlarından pompalanan yalan rüzgarlarıyla, teknesi su alan iktidarı güvenli sulara taşıyacak yelkenler şişirilmeye çalışılıyor.
Pervasız bir sömürü ve yalan saltanatıyla savaşıyoruz. Bu ülkede sömürü, adaletsizlik, katliam, yalan ve talan hiç bu kadar meşrulaştırılamamış ve iktidar yandaşlarınca yüzsüzce savunulamamıştı…
Ve bu ülkede; Yanlışların karşısında doğrunun yanında durmak, yalanların karşısında gerçekleri savunmak, devrimci sınıf mücadelesi ile hiç bu kadar örtüşmemişti…
Umutsuzluk ve inançsızlık hayatımızın her yanıyla bu kadar iç içe geçmemiş, sosyalist bir karşı duruş hiç bu kadar zorunluluk haline gelmemişti…
1 Kasım Genel Seçimleri mi?
Tam bir yamyamlar dansı ve yalanlar fırtınası!