Sizlerde okumuş veya duymuşsunuzdur.

Söyleyen ile söylenen söz arasındaki ilişkiyi kurmanın sınırlarının zorlandığı inciler bunlar…

Bir söyleyenin konumuna, bir de söylediği lafa bakın.

Bazıları laf-ı güzaf, bazıları ise gerçekten birer inci.

Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Fakirleri tahrik etmeyin. Gelirinizi paylaşın. Kârınızı dağıtın. Hepimiz ölüp gidiyoruz, paraları beraber götürüyor muyuz? Beraber gelmiyor. Onlar bu dünyada kalıyor.”

Rusya Devlet Başkanı Putin; “G20 ülkelerinin arasında IŞİD’e destek veren ülkeler var.”

Başbakan Davutoğlu ; “Yolsuzluk yapanı partiye sokmam!”

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu; “Sözde CHP’lileri partiden temizleyeceğim.”

Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay; “Asgari ücret tüm ülkelerde yeterli bir seviyeye yükseltilmeli. "Biz 'evet' diyoruz, hükümet 'evet' diyor, işverenlerin de 'evet' diyeceğini umut ediyorum.”

TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu; “Teşekkür ederim Sayın Cumhurbaşkanım, bir  işçi lideri gibi konuştunuz.”

GMİS Genel Başkanı Ahmet Demirci; “Başbakan Davutoğlu’nu Zonguldak’a davet edeceğiz. Gelirse başımızın üstünde yeri var!”

İşadamı Ali Koç; “Eşitsizliğin nedeni kapitalizmdir. Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir!”

Bill Gates; “Kapitalizm bizi iklim değişikliğinden kurtaramaz, çare sosyalist politikalar.”

Özel Timciler; “Devlet geldi, korkun!”, “Dişimize kan bulaştı, kızlar nerede?” (Sanki işgalden kurtarılmış ve yeniden ülke topraklarına katıldığı sanılan(!) Silvan’da Sokak duvarlarına yapılan yazılama)

Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim;  “Neyin protestosu anlamış değilim, bunu başkalarına izah etmekte zorlanıyoruz!” (Türkiye – Yunanistan milli maçı öncesi Paris’te öldürülen insanların anısına yapılan saygı duruşunda seyircilerin yaptığı protestolar üzerine yaptığı açıklamadan)

Tarık Ali; “Teneke diktatör dediğim için beni affedin. Doğrusu Erdoğan korkuyla seçim kazanan seçilmiş bir diktatör.” (BirGün Gazetesi’nde yayınlanan röportajda “teneke diktatör” dediği için, BirGün muhabiri Onur Erdem’e açılan cumhurbaşkanına hakaret soruşturması üzerine açıklama)

Zonguldaklı şair ve akademisyen Yelda Karataş; “Karadeniz kokusudur, defne kokusudur Zonguldak! Bir kentin kokusu, o kentin kimliğidir, kişiliğidir. Kendi kokusunu yitiren, kokusu birbirine benzeyen kentler çoğalıyor.

Ne oldu Zonguldak’ın işçi sınıfına, o eski kültürüne? Bir kent kendi kokusunu yitirdi mi, o kent “kendi” olmaktan çıkar, ölür…

Bir ülke şairlerine sahip çıkmazsa, yazık olur o ülkeye. Ama sorumluluk taşıyan, gerçek şairlerden bahsediyorum.

Modern bir çocukluk yaşadım, asla tesettüre girmem. Ölürüm daha iyi!

Ölüm korkulu baskının altından en parlak düşünceler doğar. Ancak aşkın önünde diz çöker ölüm!”

Zonguldak’ta doğmuş, çocukluğunu Zonguldak’ta yaşamış bir kadın şairimizin “Ten Divane” kitabının imza gününde (19.11.2015) Maden Mühendisleri Odası’nda söylediği sözler bunlar.

Bunlarda bizim incimiz olsun…

Kapitalist sömürü düzeninin sahipleri ve temsilcileri her ne derlerse desinler; Dünyadaki tüm ezilen ve sömürülenlerin doğrusu, tüm ezen ve sömürenlere yanlış gelir...

Emek sermaye çelişkisi ve adı gizlenmeye çalışılan bir sınıflar savaşıdır aslolan gerçek.

Gerisi laf-ı güzaftır!

Ve bazı sahte “inci” leri döktürenler, aptal yerine koyup yalan söylerler bizlere...

Ve toplumun yüzde 50’sine mal olmuş, her basın açıklamasında, gösteri ve yürüyüşte haykırılan, gökteki yıldızlara dahi ulaşan bir “inci” miz vardır; “Hırsız, Katil Erdoğan!”   

Ve her “inci” nin bir değeri ve ödenmesi gereken bir bedeli vardır.

Niyet bozmuşlarsa, bu bedeli ödetmeye çalışırlar!

Tüm mesele; Ödetilmeye çalışılan bu haksız bedele karşı kararlı durmak, hep birlikte demokratik eleştiri hakkımızı ve ifade özgürlüğümüzü savunmaktır!

 “Çaresiz” miyiz, yoksa “ÇARE” biz miyiz?