Herkes bir şeyler derken, ben de boş durmadım. Şimdi size geçmiş yıllarda, çeşitli başlıklar altında yazdığım yazılardan alıntılar sunuyorum: Çünkü ağzı olan konuşuyor”du…  Ve hâlâ konuşuyorlar… (2016)
***
Şu soru sorulmuyor artık: “N’olcek bu memleketin hali?” Niye? Vatandaş canının derdine düştü: Dünü-ne şükrediyor, bugünle yetiniyor, yarını düşünemiyor bile… Kısacası, söz konusu memleket olunca teferruatta kaldı hep (2008 başındaki bir yazımdan)…
***
"Gençler bilebilse, ihtiyarlar yapabilse" denmiştir. Burada bilgi, birikim, deneyim varsılı yaşlıların fiziksel yetersizlikleri vurgulanıyor... Galiba bizde eksik olan da şu: Yaşlıların gençlerle bir uyum içinde değil, kuşak çatışması içinde olması söz konusu; bu geçmişten geleceğe böyle sürüp gelmiş... Hele bizim zamanımızda; “Sen sus, senin aklın ermez, büyüklerin işine karışılmaz gibi söylemlerle azarlanırdık çoğu zaman... Soru şu: Bugün gençler biz yaşlılara itibar ediyorlar mı?(2005)
***
BURSA’DA ZAMAN
Bu  zaman, o zaman değil: Ulu  Cami’de şadırvan akıp duruyor. Ama o akışın şiirini yazacak bir Ahmet Hamdi Tanpınar yok… Bu  zaman, en son 2007’de geldiğim zaman değil: Çünkü Melih Elal dostu yitirmişiz. Tanrının rahmeti üzerine olsun… (Recep Uzunkavaklı’nın dünürü ve öğretmen yazardı.)  Bu  zaman o zaman değil; o gelişimde Nadir Gezer dostla yüz yüze gelememiştik. Bu kez buluştuk, hem de dostlarıyla  birlikte ve her zamanki gibi Öğretmenevi’nde. Kitap, yazın, basım ve siyaset başlıca konumuz idi. Şimdi böyle sohbetler oluyor mu? Gülten Akın haklı; şöyle diyordu 0 dizede: “İnsanların öyle incelikli şeyleri düşünmeye vakitleri yok.“ Bugün var mı? (2007)
***
Yaşamak nedir? Sahi sizce nedir yaşamak? Yumruk kadar bir et parçasının tıp tıp atıp durması değildir elbet: Yaşamak kadar yaşatmak da gerekir. Paylaşmaktır bunun koşulu; sevmek, mutlu olmak, mutlu etmektir aynı zamanda. Yaşamdan tat almaktır, yaşama sevincini duyumsamaktır. Bunu da gezdikçe duyumsarız, gördükçe kavrarız yaşamanın anlamını. Bir başınalık, boşu boşunalık, yalnızlık, içedönüklük, amaçsız ve gailesiz bir yaşamsa hiç çekilmez…
***
Bunları sorgulamaktan-irdelemekten yoksunluk ve büyüklerimizin bazı şeylerinden kendilerini saklaması nedendir acaba? (1984)
***
“Öğrenmenin yaşı yoktur“ denir; okuyup yazmanında yaşı yoktur. Bunun birçok örneği var yaşamımda. Öğretmen, öğretmekten de geri duramıyor  köy enstitülüler geç yaşında bile. Okuyor, yazıyorlar. Şairi, kimseler şiirsiz kalmasın diye şiir; düşünürleriyse Kemalizm’i doğru algılamak diyor kimi de... Soralım şimdi: Bu ince duyarlıkları kitaplaştıran o kuşak tükenirken, Milli Eğitimimiz ne yapıyor dersiniz? Yeniden açılabilirler mi?
***
Bir kitap okudum: Adı “Yokuşta Yürüyen Adam”. Bu Öğretmen toplumunda Emmi olarak bilinen Musa Uysal’dır. Gölköy Köy Enstitüsünden öğretmen amcamın (Lütfü Kadem) sınıf ve sıra arkadaşıdır.  Önsözün ilk bölümcesi şöyle: “Bu kitap; Cumhuriyetin erken döneminde köyde, köyün canlandırılması projesinde Köy Enstitülü olarak bulunan, kentin kültürel kimlik kazanması için açılan Halkevleri deneyimini izleyen, örgütlü öğretmen hareketi içinde 12 Mart, 12 Eylül ara yönetiminde cezaevinde konaklayan, adı yaygın ve saygın bir öğretmenle yapılan bir uzun söyleşidir. Konuğumuzun adı resmi kayıtlarda Musa Uysal ise de  yakın çevresi O´na Emmi der. Emmi, dönemin ve düzenin adamı değildir. Sade yaşamı, yalın, yansız anlatımıyla içimizden biridir. Karıncayı incitmeyen biri olarak bilinirse de adli sicil kayıtlarında sabıkalıdır.”
Bu çalışmanın özünde coğrafyamıza ve yakın tarihimize bir yolculuk olduğu kadar aynı zamanda bir armağan kitaptır.
Onca aydınımız susuyor, ama niye yazmazlar ki? (2010)