26 Ağustos 1922 sabahı  Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve Fevzi Paşa taarruz harekâtını sevk ve idare etmek için Kocatepe’dedir. Türk topları saat 5.30’da Afyon ovasında gürlemeğe başlar. Taarruz emri ile topçularımızın çok şiddetli ateşi altında 3. Tabur ile 10. Alay kahramanca düşmana saldırırlar, tespit edilen hedefleri, yerleri iki saat içinde zaptederler.
          27 Ağustos’tan itibaren Türk kuvvetleri üstünlüğü ele geçirerek Yunan ordusuna büyük kayıplar verdirir. 30 Ağustos sabahı Dumlupınar’da sıkıştırılan Yunan ordusu ile büyük bir meydan savaşı yapılır. Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat yönettiği bu savaşa “Başkomutanlık Meydan Savaşı” denmiştir.Aynıı zamanda geçtiği yer dolayısıyla “Dumlupınar Meydan Savaşı” olarak da adlandırılır. Bu savaş sonunda bozguna uğrayan Yunan kuvvetleri İzmir, Yalova ve Bandırma yönüne doğru kaçmaya başlar. Düşmanı takibeden Türk orduları her cephede onları yenilgiye uğratarak teslim alır, İzmir’de de denize kadar kovalar.
          *****
           İki bölüm halinde yayınladığımız “Kurtuluş Savaşı: 1-2” başlıklı yazılarda Filyoslu Süleyman Akyavaş künyesini okurken ; “Ordum iki, Kolordum üç,  fırka kırk bir, Alay onaltı, tabur üç, bölük onbir” demişti. 3.Tabur’undüşmana kahramanca saldıran askerleri arasında o da vardı. Hatırlayalım o bölümü: “26 Ağustos 1922 sabahı, sabaha üç saat kala hareket ettik. Bardakcı Deresi’ne karargah kurduk. Bardakçı Deresi’nden taksim olduk. Taarruza geçtik. Birinci tabur Yayvan Tepe’yi, ikinci tabur Çakmak  Tepe’yi, üçüncü tabur Çulcu Tepe’yi teslim aldı. Burada yedi gün yedi gece düşmanla çarpıştık. Ve karşında mukavemet ettik.”
          Filyoslu Süleyman Akyavaş büyük savaşı anlatırken: “İkinci gün düşman süvarisi Kırkkız dağının arkasından bilmen kaç kilometre yerden beri çevirdi. Kaldık içerde. Bilahare Erkanı Harp Bey, Topçu Komutanlarına emir verdi. Topçu komutanları emriyle her top yüzeli pare mermi  atarak, düşman süvarisini, tahkimatlarını ve kendilerini yok etti. Ondan sonra bize hücum emri verildi. Biz de hücum etdik. Tel örgüsüne, karşımızdaki yedi sıra tel örgüsüne dayandık. Tel örgüsünü makasla keserek ve topların tahribat ettiği telleri geçerek düşman tahkimatlarını teslim aldık. Ve düşman ordan karşımızdan çekilmiş o gece.”
           “Top sesleri.. uçuşan mermiler.. yedi sıra tel örgü.. hücum emri.. atlı süvariler.. süngü takmış piyadeler..Dumlupınar’dabüyük birölüm-kalım mücadelesi..”   Bize anlatan ise; o anları yaşayan bir kişi, kahramanlarımızdan biri, canı pahasına bu vatanı koruyan ve savaşarak yeniden kazanmamızı sağlayanlardan biri, Filyoslu Süleyman Akyavaş..
          *****
          Süleyman Akyavaş, Mustafa Kemal’i Manahoz köyünde yapılan büyük bir teftiş sırasında gördüğünü de belirtmiş ve Büyük Komutan’ın:  “Şuradaki karşıdaki duman, o duman ordan alınıp da İzmir’den ve Bandırma’dan denize dökülmedikçe bize davul zurna yoktur, bırakın onu! dediğine tanık olmuş.
          Mustafa Kemal’in savaşın içinde bile oradaki halka güvenini gösteren bir anlatımı daha var: Bu millet damlardan(evlerden) niçin böyle saklı saklı bakıyor? Dedi.
          Yakup Şevki Paşa:  Sizi gelecek diye kordon altına aldık.
          Mustafa Kemal: Bırakın milleti, serbest bırakın, dedi. 
          Milleti serbest bıraktılar. Ondan sonra efendime söyliyeyim, asker bunu alkışladı. Aşağı baktı, yukarı baktı. Efendime söyleyeyim, bindiler arabaya, geçtiler gittiler kendileri.
          *****
          Süleyman Akyavaş askerliğini anlatırken Kurtuluş Savaşı’nın bir başka önemli gerçeğini de dile getirir: “Ben kaçaklıktan gittim askere açıkcasını söyliyeyim. O yüzden silahım yok. Beş kişiyealtı kişiye bir silah veriyorlar. E, elbiselerim başıbozuk elbisesi, çullu. Asker elbisesi o zaman yok.”
          İsmet Paşa’nın kendisine talim ettirmesini anlattıktan sonra ise: “Bu asker çok harbeder, buna bir tüfek ve elbise verin.” dediğini söylüyor.
         Şimdi biraz düşünelim;  Kurtuluş Savaşı yılları.. Savaşın içindeki Süleyman Akyavaş tanık olduklarını anlatıyor..bir yanda asker kaçakları..bir yanda yokluk.. yoksulluk.. kıtlık..açlık.. hastalık.. Büyük bir savaşın içindeyiz.. yeterli silah yok, “beş-altı kişiye bir tüfek düşüyor”.. asker elbisesi bile yok..Bütün bu yokluklara rağmen vatan toprağını korumak için maddi manevi bütün gücüyle direrenen Türk orduları..
           *****
          Şimdi bir savaş tanığını daha dinleyelim Anlatan Süvari Yakup Çavuş: “Düşman sadece Yunan gavuru değildi yavrum. İngiliz vardı, Fransız vardı, İtalyan vardı, Rusya vardı, Ermeni vardı. Bir de bunlara yardım eden bizim Hocalar vardı. Şeyhler vardı. Ağalar vardı. Hainler vardı. Vardı da vardı. Çok şükür bizim bir Allahımız vardı, Bir de Mustafa Kemal Paşamız..”(Öğretim Üyesi Fatih Hilmioğlu facebook sayfasında fotoğraflı bu anlatımı paylaşmış).
          Düşman, karşımızdaydı. Bir de içimizdeki işbirlikçiler, Saray dalkavukları, gazeteci müsvetteleri, hainler vardı. Özellikle Babıali basını, Mustafa Kemal ordularının, Yunan ordularını bozguna uğrattığı ve Başkomutan Trikopis’in tutsak alındığı haberini gizleyip, Mustafa Kemal’in maiyeti ile birlikte Yunan kuvvetlerine teslim olduğunu yazacak kadar alçak, yalancı, düzenbaz, halkı kandıran, gazeteci güruhu vardı. Savaş sadece cephede değildi..
            *****
           İşte bu durumdaki bir ordu, 26 Ağustos sabahı başlayan büyük savaşta, Türk vatanını ele geçirmek, bu toprağın sahiplerini köle etmek isteyen düşmanlara bütün varlığıyla, olanca  gücüyle saldırarak; Yunan ordusunu bozguna uğratıyor, 9 Eylül günü İzmir’den denize döküyor. Öyle bir savaş ki; Ulusal bağımsızlığımız, egemenliğimiz, özgürlüğümüz kazanılıyor.Dünyaya örnek olacak kahramanlıkların destanının yazıldığı bir zaferle sonuçlanıyor. Unutmayalım ki bu zafer; emperyalist güçlere karşı, dünyada kazanılan ilk bağımsızlık ve özgürlük savaşıdır.
           Büyük Savaş sonrasında 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Anlaşmasının imzalanması ile birlikte, Osmanlı’nın 1920’de imzaladığı Sevr antlaşması hükümsüz kalır. Tüm ülkeler yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bugünkü sınırları içinde özgür ve bağımsız olarak kabul etmek zorunda kalır.
          29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in Meclis’te kabul edilerek  ilan edilmesi ile Türk milleti padişahsız, halifesiz kendi seçtiği yönetimle  yaşayabileceğini  ortaya koyar. Ardından ülkemizi dünyanın uygar ülkeleri düzeyine yükseltecek devrimler başlar. Aklın ve bilimin öncülüğünde, Türkiye dünyanın en barışçı ve saygın ülkelerinden biri haline gelir.