Tüm tahminciler yanıldı…

Eğer ihale onaylanırsa ÇATES artık Demir Madencilik A.Ş’nin…

İhaleden 5 dakika önce biri bana ÇATES’i Demir Grubu’nun alacağını söyleseydi, takım elbisesine iddiaya girerdim.

Sonuçlar açıklanır açıklanmaz arkadaşlarla yerli sermaye temsilcilerinden görüşler aldık.

Hepsi şaşkın, hepsi için sonuç sürpriz!

Özellikle maden şirketleri ihale neticesini bayram havasında karşıladı.

Ölümü gösterip sıtmaya mahkum etmek bu olsa gerek…

Cumhuriyet kazanımlarından biri olan ÇATES’in ilk önce içini boşaltacaksınız…

Sonra teknolojiye yenilen santrali kaderine terk edecek…

Yolsuzluklarla anılan bir kurum yaratacak…

Sonra da yerli sermayede kalsın diye dua edeceksiniz…

Gelinen noktada ÇATES’in yerli sermayede kalması şüphesiz en hayırlısı oldu…

Ama bundan sonrası ihalenin bir Zonguldak firmasında kalmasından daha zor bir süreç olacak.

Bu başından sonuna çok bilinmeyenli bir denklem…

Yaşadığı ekonomik kriz yüzünden en büyük silahı olan yerel televizyonun uydu hakkını satan bir firma nasıl oluyor da 351 milyon dolara ÇATES’i satın alıyor…

Gerçi 10 milyon dolarlık teminatı Teoman Papila’nın verdiğini biliyoruz…

Ama dile kolay 351 milyon dolar…

Bu paranın finansı nasıl sağlanacak?

Konsorsiyumun rolü ne olacak?

Zonguldaklı maden şirketleri ÇATES’te ne kadar söz sahibi olacak?

Mevcut haliyle zarar eden bir santralin kente ne faydası olacak?

Bu satışın arkasında EREN Holding ya da başka bir firma var mı?

Zonguldak’a ithal kömür getiren Teoman Papila’nın dün ihale salonuna yerli kömürü savunan Demir Grubu’yla girmesi ne anlama geliyor?

Hele ki ortada Filyos Ateş Tuğla Fabrikası gibi kötü bir özelleştirilme modeli varken…

Şimdi büyük fotoğrafı iyi okumak lazım…

Tüm olumsuzluklara ve soru işaretlerine rağmen ÇATES’in yerli sermayede kalmasını son derece önemsiyor ve kentin ekonomisi adına destekliyorum.

Başka şansımız var mı?  

 

***

Taklit edilmek güzel…

 

Dünkü Pusula’nın manşetindeki haber size de bir yerlerden tanıdık geldi mi?

Ne demek lazım bilemedim…

Atlatılmanın dayanılmaz hafifliği bu olsa gerek…

Ancak bir üretme kabzının yapacağı iştir taklit etmek…

Bir de saray soytarıları taklit ederken güldürür kendisine…

Ha bir de hayvanlar!

Papağan mesela…

Ama öğretildiği kadar taklit yapabilirler…

Gazetecinin taklit edenine ne derler bilmiyorum…

Ama dünkü Pusula’nın, Halkın Sesi’nin 3 gündür anonsunu verdiği bir röportajı manşetine taşıması

içine düştüğü aczin fotoğrafıdır sadece…

Eşini elleriyle boğan bir kadının, 15 yaşında tecavüzüne uğradığı adamla evlenmesi, o adamdan 4 çocuk yapması, 19 yıl boyunca şiddet görmesi ve günün birinde o adamı boğarak öldürmesi toplumsal açıdan önemli bir haber olmasının yanında sosyolojik bir vakadır ayrıca…

Halkın Sesi, günler süren takibin ardından Ayşegül Erke’ye ulaşıp bugün okuyacağınız röportajın ana omurgasını 3 gündür zaten yayınlıyordu…

Bu sıra dışı ve bir o kadarda önemli röportajın altında ezilen Pusula, Doğan Haber Ajansı muhabirlerinin peşine takılıp sözüm ona Halkın Sesi’ne haber atlatıyordu…

Halbuki bu ne bir gazetecilik zekasıydı…

Ne de için de yaratıcılık vardı…

Centilmenlik ve rakibe saygıdan uzak son derece ahlaksızca yapılan bir fikir hırsızlığını gazetecilik başarısı olarak göstermek isteyen Pusula ve onun çaylaklarının ilk marifeti değildi bu…

Yaklaşık 3 ay önce de muhabir arkadaşımız Hülya Kıral’ın, TTK’da çalışan kadın maden mühendisleriyle yaptığı röportajın bire bir aynısını, aynı mekan ve aynı kahramanlarla yaparak meslek onurunu ayaklar altına alan Pusula Gazetesi, bana göre haber takibi ile fikir hırsızlığını birbirine karıştırıyordu…

Araklamacı gazeteciliğin önde gelen temsilcisi Pusula’nın kopyacı muhabirleri eğer çok arzu ederlerse Halkın Sesi’nin sabah haber toplantılarına katılıp yeni haberlerimizden feyiz alabilirler… Toplum yararına olan her haberi “Halkın Sesi” mahreci kullanmaları şartıyla Pusula’da yayınlayabilirler…

Yok eğer gazetecilik oynamak, haberlerimizi yarıştırmak isterlerse de hodri meydan…

Ama bir şartla…

Çalmak yok!