KHK’lı Öğretmen İsmet Akyol’un (Ki aynı durumdaki Gökhan Taner Günsan ile göreve dönmeyi beklemekte) armağan ettiği Mehmet Seyda’nın Yanartaş adlı (Evrensel Basım Yayım 2016) romanını, kafama takılan bir konu nedeniyle karıştırıyordum. Daha önce, özellikle Kömürde Açan Çiçek adlı kitabımın çalışmasını yaparken 1970-Ararat Yayınevi baskısını kullanmıştım. Kitabın 2.Cilt, 5. Bölümü bir kez daha inceledim ve 1942 Çaycuma’sından kesitler veren yerleri aşağıya almayı uygun buldum.
Mehmet Seyda, bu belgesel romanında, 1937-1944 arasında önce asker sonra EKİ’de memur olarak bulunduğu Zonguldak’ta 2.Dünya Savaşı yıllarını anlatır.
Irmağın solundaki ovaya ‘mecburi’ iniş yapan uçağın” ibaresi beni geçmişe götürdü.  Bu olayı İ.Behçet Kalaycı’dan da dinlemiştim. Alman uçaklarının ateşiyle vurulan bir Rus uçağı iç kısma doğru kaçar ve ırmak (Filyos Çayı) kenarına mecburi iniş yapar. Mustafa Zeren’in, Hasan Ataman’a anlattığına(Çaycuma-Ekin Yay.2001, shf:235) göre; Uçak düştü haberi milleti ayağa kaldırır, kazmasını, küreğini, yabasını kapan olay yerinde toplanır. Pilotlar hemen yakalanır.  Pehlivanlar mahallesinden Gebeş Nuri, askerken Ruslar’a tutsak olmuş, sürgün edilmiş, bu arada bir miktar Rusça da öğrenmiştir. Tutsaklık sırasında bir fırsatını bulup kaçmış, gelip Çaycuma’ya yerleşmiştir. Hemen o çağırılır, biraz anlaşma sağlanır. Yarınki gün trenle Ankara’dan çantalı-gözlüklü adamlar gelir ve pilotu alıp götürürler. Uçak indiği yerde kalır. Bir çok Çaycumalı gençler gibi Maksut Çavdar, Nihat Kalyoncu ve mahalle kızları da, uçağın kanatlarına oturarak resim çektirirler.
2.DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA ÇAYCUMA
Mehmet Seyda’nın2. Dünya Savaşı’nın ülkemiz sınırları dışında bütün korkunçluğuyla sürdüğü bir zaman diliminde gördüğü Çaycuma ile ilgili ilginç gözlemleri var. Çaycuma’da bir Piyade Alayı bulunmaktadır. Tek ulaşım aracı trendir. Şeker yokluğu, kuru üzüm ve halkalı şeker ile çay içmeğe zorlamış insanları. İstasyon köprüsü tahtadır,her selde bir-iki ayağını azgın sulara kaptırmaktadır. Gençler açıkgöz, kabadayı ve çapkındırlar. Zonguldak’a gelen tiyatro kumpanyası için oraya kadar gitmeyi göze alabilirler. Gençlerin aksine yaşlılar haberlere düşkündür ve “siyasi” geçinirler.Bir yağmur sonrası kara yapışkan bir çamur heryeri kaplar. Baharda ise her yer yemyeşil olur.
***
1942 Martının başında akşamın alaca karanlığı bastırırken er, Çaycuma’da trenden indi. İndiği istasyonun nasıl bir yer olduğunu anlamak isteyerek, çevresini gözden geçirdi. Baktığı şeyleri görmüyor gibi dalgın, aynı zamanda ürkek ve kuşkuluydu bakışları.(…)Elindeki küçük tahta çantasıyla ağır ağır, denebilir ki çekinerek, çardaklı kahveye doğru yürüdü.(…)
***
Önce  bir kara duman fışkırırdı yamacın ardından. Tefen’d en kopmuş geliyor. Makas başında yavaşlar, durur, düdük çalardı. “Geldim” derdi. O böyle derdi, biraz sonra vagonlar doluymuş, boşmuş değişmez, askerinin, bucaklısının, köylüsünün hep birden kapılara saldırışı görülürdü.
Değişmeyenlerin ikincisiyse, posta vagonundan yere “Ulus” gazetesi dolu bir paketin atılışıydı.
Gelişi çok beklenilmiştir, bir de çekip gitmeye görsün; azar azar kalabalıklaşıp canlanan istasyon, tren gider, ıssızlaşıverirdi. Ambar önünde “mal” bekleyen bir iki kişi, ancak. Hareket memuru, yandan çarklı makasçıdan gayrı kimsecikler kalmaz. Her şey o eski haline döner; gidememenin acısıyla insanın yüreğine bir eziklik, bir garipliktir çöktüren “küçük bir tren istasyonu” olurdu gene.
Bekle akşamı. Ki, Zonguldak’tan, sabah gidenin karşılığı gelsin. Akşama da yıl var. İnen inmiş, binen binmiş, millet dağılmış savuşmuş. Ya, tahta köprüyü aşıp Bucağa yollanacaksın, yada İsmayıl’ın çardaklı kahvesinde, kuru üzümlü olmazsa halka şekerli, boyalı sıcak suyu çay niyetine höpürdeteceksin. Umarsız bu böyledir. Karşı sırtların ardında kalan köylerine varmadan önce yolcular soracak, “Ismayıl” anlatacak.(…),
Söz döner dolaşır, her yıl, yıkılıp gitmektense tahta ayaklarından birkaçını gözden çıkaran köprüye gelir.
İsmail gene:
-“Bilmezmiş gibi konuşma, dayı”, der. “Yabancı mın? İstihkam tabırını getirdiler, köprüyü o bilem adam edemiyor. Anla!”
İsmayıl’da söz bol, havadis bol boldur. Konuşkandır Çaycumalı. Tüyü bitmedik delikanlısı, ak sakallısı, yatsı namazına yakın, özellikle namazdan sonra, peyledikleri kahvelere doluşurlar. Gençler çoğun “Halk Odası“nın karşısındakine gider. Yaşlıların  gittikleri kahveler ayrı. Lüküs lâmbasında gaz tükenene kadar aznif, domino, tavla oynarlar. Gürültü patırdı eksik olmaz.
Yaşlılar radyolu kahve arar. Radyolarsa bataryalı çalıştığından, ancak haber saatlerinde açılır.(…)
RUS UÇAĞI MECBURİ İNİŞ YAPAR
             Irmağın solundaki ovaya “mecburi”iniş yapan uçağın tekerleklerinde, nasıl olduysa başına nöbetçi dikilmiş iken, hiç lastik kalmadı. Çocuklar içine girmiş uçağın, varını yoğunu sökmüşler. Lastik ise, çok güzel taban altı oluyor. Ben diyeyim: Zonguldak limanına sığınan, o yolda makinalı tüfek ataşına tutulan motorlardan belli, dayı. (…) 
Gençlerin kendi aralarında açıkgöz ve kabadayı geçinişleri gibi, yaşlılar da “siyasi” geçinirler, günün olaylarını izleyerek konuşur, tartışırlardı. Zonguldak’a bir tiyatro kumpanyası gelecek de, Çaycumalı delikanlı gitmiyecek, görmiyecek. Tanrı yazdıysa bozsun. Oyuncu kızlardan birini tavlamayacak, alıp yakın köye getirmiyecek, onu elden geçirip günlerce kapatmıyacak.Tanrı yazdıysa bozsun! Hovardalıktan yana en yakınlarına, babalarına, dayılarına, emmilerine çekmişlerdir. Bucak’taki o “Frengi Savaş İstasyonu” boşuna mıdır? Azıcık sağına soluna bakan, köylere doğru yayılan kişi, epey burnu düşük adam görür.(…)
***
Çaycuma’daki durum bambaşka. Yağmurdan sonra sokaklar kara, yapışkan bir çamurla örtülüdür. Vıcık vıcık. Çaycuma’lılıktan çıkıp Çamurcuma olur. Birkaç yapının gerisi tahta evlerdir hep. Kararmış, iç darlığı veren bakımsızlıklarıyla boy gösteren evler. Ama, ilkyaz gelmesin; Bursa’nın ünlenmiş yeşilliği kaç para eder. Çaycuma boydan boya yemyeşil kesilir.(…) 
Er, ertesi gün Bucak’taki 111. Piyade Alayına yollandı. Sora sora çarşı içinde Karargah çavuşunu buldu. Haberim var dedi çavuş. “Gel benimle!”
Bucağa girilirken ortada, parka benzer bir alan vardı ki, sağında bir sıra ev, karşısında Alay Karargahı, sol yandaki evlerden biri Albay’ın evi. (…)
Er, çarşı içindeki Alay berberine götürüldü. Mahfel tamamlanıncaya kadar, Alay berberi ile kunduracısının çarşıda çalışmaları olağan karşılanıyordu.(…)
Arabacı yolda bir türkü tutturdu:
“Çaycuma yolları bükülür gider       
Zülüfler gerdana dökülür gider
Bir yiğit sevdiğini almazsa eğer
O yiğidin ömrü tükenir gider”
(Mehmet Seyda-Yanartaş-Evrensel Basım Yayım-2016 İst. Cilt:2, Bölüm:5)