Adem kavramı,  “hiç olan, olmayan” anlamına gelmektedir.  Terim olarak da Yüce Allah’ın yoktan yaratacağı varlığın tasarımı, yani henüz yaratmadığı varlığın “kâğıt üzerindeki projesi”ne verilen isimdir.  “Âdemoğlu” kavramı, bu tasarımın insanın yaratılışıyla ilgili kısmına verilen addır. İnsanın yaratılışından önceki, yanı tasarım halindeki durumunu, Kuran anlatırken, hep “Adem” kavramıyla anlatmıştır. Burada “Meleklerin Ademe secde etmesi” derken Kuran ayetlerini bu anlamda değerlendireceğiz.
 
Necm Suresi’nin tahlilinde melek sözcüğünün sözlük anlamı olarak, “Kuvvet, yönetim gücü, elçi, haber verici” anlamlarına geldiğini; terim olarak da Allah’ın bütün emirlerine uyan, O’na hiç isyan etmeyen varlıkları ifade ettiğini belirtmiştim. Ayrıca Kuran’daki melek sözcüğünün değişik şeyler için kullanıldığını; insanın yararına çalışmakla görevlendirilmiş değişik zihinsel fonksiyonlara, iradesiz canlılara ve doğal güçlere de “melek” dendiğini örnekleriyle aktarmıştık. Bu konuda verdiğimiz bilgiler ışığında, Âdem’e secde eden meleklerin, halk kültürüne yerleşmiş şekli ile sürekli namaz ve niyazda olmadığını; insandaki akıl, zekâ, ar, hayâ, hâfıza, dikkat gibi zihinsel fonksiyonlar ile yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ağaç, nebat gibi insan dışında doğada mevcut diğer canlıların ve güçlerin kastedildiği hemen anlaşılmaktadır.
 
Çünkü bu sayılanların hepsi Âdem’e [insana] boyun eğmişlerdir [secde etmişlerdir], hâlen de eğmektedirler ve kıyâmete kadar da eğmeye devam edeceklerdir. Şöyle ki: Yüce Allah insana ruh/bilgi üfürüldüğü zaman, insan bu bilgiyle doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkları kontrol edebilir bir güce sahip duruma gelmiş ve bilgilendiği zamandan itibaren bilgisi oranında doğaya hükmetmeye başlamıştır. Kendisine barınaklar yapmış, yaşaması için her türlü olanaklar sağlamaya başlamış, hayvanları evcilleştirmiş, onların etinden, sütünden, yumurtasından, gücünden yararlanmış hatta en vahşîlerini bile kafeslerde, hayvanat bahçelerinde seyir amacıyla emri altına almıştır. Rüzgâra değirmen taşlarını döndürtmüş, gemilerini yüzdürmek için yelkenleri şişirtmiştir. Akıp giden ırmakların suyunu barajlarla kontrol altına almış, içmede ve sulamada kullandığı bu sudan elektrik üretmiştir. Doğadaki madenlerden her alanda sayısız yararlar sağlamış, ormandaki ağaçları ise ısınması için yakacak, oturması için mobilya, yazması için kâğıt yapmıştır.
 
Havadaki oksijen sayesinde yaktığı ateş ile kendisini ısıtmış, yemeğini pişirmiş ve daha pek çok alanda kendine yarar sağlamıştır. İnsanın doğadaki birçok şeyi kontrol edişine dair verilebilecek örnekler saymakla bitmez. İnsanın doğaya hâkim oluşu ile ilgili bütün bu örnekler, doğa varlıklarının ve güçlerinin [meleklerin], Âdemoğluna [insana] boyun eğip itaat ettiğini [secde ettiğini] gösteren birer delil niteliğindedir. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir husus vardır ki, o da Âdem’in “bilgilendirilmiş insan” olduğudur.  Sonuç olarak, melekler/yönetim güçleri sıradan insana değil, kendisine ruh üfürülmüş [Rabbimizin sonsuz bilgisine nispetle az bir bilgi ile bilgilendirilmiş], yani Adam/Âdem olmuş insana secde etmektedirler [boyun eğmektedirler].  Yüce Allah, meleklerin (melükütün) adem oğluna (insana) secde etmelerini (boyun eğmelerini)söylüyor. Meleklerin hepsi secde ediyor, fakat içlerinden biri muhalefet ederek, secde etmiyor. O iblistir. Şeytan ve iblisten bir sonraki yazımızda söz edeceğiz.
 
KURAN’IN MUCİZELERİ
BİR ÖZDENYARTILIŞ VE ÇOCUĞUN CİNSİYETİ
 
“Sonra onun soyunu bayağı bir suyun özünden meydana getirdi.” (Secde süresi 8)
Önceki yazılarda insanın toprağın özünden yaratıldığına dikkat çekildiği gördük. (Müminun12) O bölümde incelediğimiz ayette geçen “sulale” kelimesi Secde Suresi’nin 8. ayetinde de geçmekte, bu sefer insanın  meninin bir özünden yaratıldığı vurgulanmaktadır. Yani insan toprağın belirlenmiş bir özünden yaratıldığı gibi, meni aşamasında da; bu meniden rastgele bir şekilde değil, bu meninin belirlenmiş bir özünden yaratılmaktadır. Kısacası “nütfe” kelimesiyle insanın meninin az bir kısmından yaratılmasına dikkat çekilirken, “sulale” kelimesiyle meninin belirlenmiş bir özünden yaratıldığına dikkat çekilmektedir.
 
Gerçekten de spermler, daha önce belirttiğimiz gibi meninin hem bir kısmıdır, hem de meninin en temel ham maddesidir. Spremlerin içinde ise yumurtayı dölleyen sperm, hem spermlerin yüz milyonda biri ile ifade edilecek kadar az bir kısmıdır, hem bu uzun mesafeli yüzüşte milyonlarca sperm geçerek hedefe vara en başarılı yüzücüdür. Sonuçta, hepimiz işte bu başarılı spermiz. Var olan her insan hayatta ilk adımlarını yüzme yarışında yüz milyonları geçerek atmaktadır.Var olmak bu zorlu yarışı birinci bitirmeye  bağlıdır..Şu anda bu yazıyı okuyan bizler far olduğumuza göre,demek ki hepimiz hayatımızda bir kez bile olsa yüz milyonları geride bırakan bir yarışı kazandık. Hepimiz “sulale”yiz; yani seçilmiş bir özüz, seçilmiş bir sperm sayesinde varız. Tüm bu oluşumlarda aklını kullananlar için ne büyük ibretler vardır!
 
“Sizleri yarattık. Yine de doğrulamayacak mısınız? Akıttığınız meniyi gördünüz mü? Onları sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcısı biz miyiz? (Vakia, 57-59)
 
 
 
BİYOGRAFİ


İbn Bacce
Hayatı
Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen İbn Bacce'nin Endülüs'teki Zaragoza (Saragosta) kentinde doğduğu bilinmektedir. Asıl adı Ebû Bekr Muhammed bin es-Saig'dir. 1138 yılında Fas'ta vefat etmiştir. Hayatının ilk dönemlerine dair pek bir bilgi yoktur fakat sonraki dönemlerde yazdığı eserler sayesinde düşüncesi ve bilimsel araştırmaları bilinmektedir.
Akılcı (rasyonalist) bir filozof olan İbn Bacce, Meşşailik takımının önemli ismi Farâbî'den fazlasıyla etkilenmiştir. Felsefe dışında astronomimatematik ve musikî ile ilgilenmiştir. Bunların dışında tıp'ta döneminin uzmanlarından olmuştur. Metafizik ve felsefedeki çeşitli düşünceleri nedeniyle bazı gelenekçi dini otoriteler tarafından dinsizlikle suçlanmıştır.
 
Düşüncesi
Gazzali ve Eş'ariliğin düşüncelerini benimsememeyişinden Batı'ya göç eden İslam felsefesi Meşaiyye Endülüs Arapları arasında özellikle İbni Bacce taraflarından sürdürülmüştür. Diğer filozoflarla karşılaştırıldığında kendi düşüncesini anlatan pek az eser kaleme almıştır. Kaleme aldığı eserlerin çoğunluğu kendinden önceki Batılı ve Doğulu filozofların sistemlerine şerhdir. Özellikle Aristo'nun felsefi sistemine dair şerh niteliğinde birçok eseri vardır.
İbn Bacce düşüncesinde varlıkları sayılar olarak nitelemiştir. Sayılar da ikiye ayrılır: buut (boyut) sahibi olanlar ve buut sahibi olmayanlar. İbn Bacce düşüncesinde hareketler de ikiye ayrılır: canlıların belirli olaylarla alakalı belirli hareketleri (insanın yürümesi gibi) ve mutlak hareketler (yıldızların dönüşü gibi). İbn Bacce'ye göre mutlak hareketler ezelidir ve ikiye ayrılırlar; dairevi olanlar ve düz olanlar.
 
İbn Bacce'nin Tanrı düşüncesi tasavvufi bir görüştür. Ayrıca ilahi bilgiye akıl ile ulaşabileceğini savunarak Gazzali düşüncesine karşı çıkmıştır. İbn Bacce'ye göre ilim elde etmenin tek aracı akıldır. Deney ile elde edilen bilginin, ilmin bir değeri yoktur. Bunlardan da anlaşılabileceği gibi filozof akla büyük önem verir ve felsefesi fazlasıyla akılcı bir karaktere sahiptir.
İbn Bacce'nin akılcı düşüncesi kendisinden sonra gelen iki büyük Endülüs'lü filozofu, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd'ü, büyük oranda etkilemiştir.
.