Çaycuma'da çocukluk dönemimizde bizim bir "Çoban Memet Dayı”mız vardı. Dayılık, annemle akrabalığından değildi. Annemin  tarlalarını sürer, eker, biçer, hasat ederdi. Elde edilen ürünün yarısını da bize getirirdi.  Biz çocuklar ise bu tarımsal faaliyetler içinde  en çok harman zamanını beklerdik.

Harman vakti gelince doğru Veliköyü’nün kuzeyindeki harman yerine koşardık. Veliköyü  mezarlığından sonra gelen küçük düzlükte  yanyana 3-4 tane harman yeri vardı. Başak yüklü sararmış ekinler Çoban Memet Dayı ve eşi “Kömeç Gız” tarafından yuvarlak boyutlu harman yerine saçılarak yerleştirilirdi.  Sonra altı keskin taşlar ile döşenmiş olan düven, boyunduruklu iki öküzün arkasına bağlanır, hayvanların hareketi ile düven, sararmış ekinleri, ezerek, keserek, biçerek harman yerinde dönmeğe başlardı. İşte tam da bu sırada Çoban Memet Dayı’ya beni düvene bindirmesi için yalvarmağa başlardım. O da hemen değil ama bir süre sonra beni düvene bindirirdi. Ondan sonrası deymeyin keyfime. Büyük bir mutluluktu düvene binmek. Çocukluğumuzu yaşardık coşkuyla.

Çoban Memet Dayı bizim evde tarla tapan işlerinden başka, anneme yardımcı olmak amacıyla evde kendisince yapılacak işleri de hallederdi. Sanki annemin gerçekten kardeşi gibiydi. Hepimiz ona "Çoban Memet Dayı” diye hitap ederdik. Çocukluktan başlayarak öyle öğrenmiştik. O evimizin bir bireyi gibiydi.  Hep birlikte yer sofrasına oturur, birlikte yemek yerdik. Bazan "Ben şundan da isdeyom" diye özel siparişleri olurdu.   Annem babama ayırdığı o yemekten fazla varsa ya da hepimize yetecek kadar varsa  verirdi. Ama yoksa  iyi bir papara yerdi o zaman Çoban Memet Dayımız. Çünkü biz çocuklar da hemen sıraya giriverirdik. Yemekte "su içmek" isterse başını kıbleye doğru çevirir, önce "bismillah" der, suyunu içer,   sonra da ağzını kolu ile siler, "Ya Rabbi şükür  elhamdülillah" derdi. Bizler onun gibi  yapmadığımız için de bizi azarlardı. Arada bir annemle kavga ederlerdi. Ama araya Büyükannem girdi mi hiç göz açtırmaz, demediğini de bırakmazdı.

Çoban Memet Dayı’nın bir soğan ekmek yiyişi vardı ki, hâlâ gözümün önündedir. İki ayağını altına alarak oturur, bir elinde  ekmek parçası, öbüründe bir baş soğan. Bir ekmekten ısırırdı, bir soğandan. Sonra onları dişleri arasında  bir güzel öğütmeğe başlardı. En çok da bu kısmı etkilerdi beni. Çenesini aşağı yukarı oynatırdı bir dua okurcasına. Sanki sadece kendisinin duyduğu bir müziğin ritmine uygun ağız hareketleriyle yerdi yiyeceğini. Yediği soğan-ekmek değil de, güzel bir tatlı idi sanki.


BANA VERDİĞİ DERS!..

 Ortaokul 3. sınıfta idim. Demek ki 1956 yılı falan. Henüz  14 yaşındayım. Kendimi güçlü sayıyordum.Öğle saatlerine doğru çıkmıştım evden. Çoban Memet Dayı evin önündeki dut ağacının altıda, su kuyusunun yanında baltası ile odun kesiyordu. Baltayı her vuruşunda da "Heh!.. Heh!.." diye sesler çıkarıyordu. Epey odun kesmişti. Bir ara ona yaklaştım ve  birden sağ elimle boynundan tutup, "La Çoban Memet Dayı benle bir güreşe var mısın?" diye sordum. Çoban Memet Dayı durdu. Odun kesmeye ara verdi. Kısa bir süre yere doğru baktı. Sonra bana döndü:   "La oğlum, ben ekmekle güleşemiyom, sennen nasıl güleşem" dedi. Ben bir kahkaha atarak uzaklaştım yanından.

“ben ekmekle güleşemiyom, sennen nasıl güleşem”. Aradan uzun yıllar geçti. Üniversite okuduk, askere gittik geldik. Fener Lisesi’nde öğretmenliğe başladık. Hangi yıl tam olarak anımsamıyorum ama bir derste bir şiir açıklaması yapmaktaydım. Birden bu anı fırlayıverdi beynimde saklandığı köşeden. Hemen  açıklamaya da katmıştım yaşadıklarımı.   Öğrencilerime de anlatmıştım olduğu gibi. Büyük bir ilgiyle dinlemişlerdi.

            Bir de 12 Eylül sonrası ünlü 1402 sayılı yasa ile görevden alınıp işsiz gezdiğim dönemde anımsamıştım Çoban Memet Dayı’nın bu sözlerini;  “ben ekmekle güleşemiyom, sennen nasıl güleşem”. İşsizdim, eve bir ekmek götüremiyordum. Çok sıkıntılı yıllardı. 14 yaşında kahkaha atıp geçtiğim Çoban Memet Dayı’nın sözlerinin bana yıllar sonra da olsa tam bir hayat dersi olduğunu  anlıyacaktım.