Kalem Suresi’nin 17. ayetinden 32. ayetine kadar olan bölümünde dünya hayatında Allah azabının nasıl olduğu, geçmişten bir örnek vererek anlatmaktadır. Mekke’nin ileri gelen kodamanları gibi geçmişte de açgözlü mal, mülk ve bahçe sahipleri, yoksullara vermemek için sabahın erken saatlerinde ürünlerini toplamaya gittiklerinde bahçelerindeki ürünlerin çerçöp olduğunu görüp şaşkına döndüklerini anlatan kıssayı bir önceki yazımızda anlatmıştık. Suresinin devamı olan 33. ayette Allah,“Dünyadaki azap işte böyledir! Elbette ahret azabı daha büyüktür, keşke bilenlerden olsalardı demektedir. (Kalem-33) Müşrik yönetici kadro, adaletsizlik, haksızlık, hukuksuzluk yaparak insanlara zulmedip, sömürmelerinden kendilerinin sorumlu olmadığına inanıyordu. Çünkü kendileri, “Biz her ne yapıyorsak, Allah adına yapmaktayız. Bunların hepsi Allah’ın bir yazgısı, yani kaderdir. Bizlerin kaderini Allah böyle yazarken aşağı da olan halk tabakasının da kaderini öyle yazmıştır. Biz sadece onun adına uygulamaktayız.  Bundan dolayı da ne suçluyuz, nede hesaba çekileceğiz. Şayet bir hesap kitap işi olursa o zaman da şefaatçilerimiz bizleri kurtaracaktır” diyorlardı.

 

Allah, onların bu batıl inançlarına karşı “Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuz? Yoksa içinde, ders aldığınız şeyler, ‘Siz bu âlemde neyi seçerseniz/beğenirseniz o kesinlikle sizin olacak’ garantisi verilmiş olan size ait bir yazılı belge mi var? Ya da size karşı kıyamet gününe kadar sürecek, ‘Siz her ne hüküm verirseniz kesinlikle öyle olacak’ diye üzerimizde yeminle,r/taahhütler; üstlenmeler mi var? Sor bakalım ahreti yalanlayan o kişilere, içlerinden böyle bir şeyi hangisi garanti etmektedir? Yoksa onların ortakları mı var? O hâlde ortaklarını getirsinler, eğer doğrulardan iseler.” (36- 41)O hâlde bu hadis/sözü/Kuran’ı yalanlayanları bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden yakalayacağız.”( 44)  “Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır borç altında mı eziliyorlar?( 46)  ayetlerini indirdi.

 

UYDURMA PEK ÇOK SÖZ ALLAH KELAMININ ÖNÜNE GEÇTİ, DİNİ BOZDU

44. ayette Arapçası  “hadis” olan kelimenin Türkçe anlamı “söz”dür. Yani Allah’ın sözleri / hadisleri / ayetleri anlamına gelmektedir. Ancak geleneksel anlayışımızda hadis dediğimizde hemen aklımıza Peygamber’in sözleri gelmekte, Allah’ın sözleri gelmemektedir. O gün Muhammed Peygamber’in elinde avucunda Alak ve Kalem Surelerinden başka bir sure bulunmamaktaydı. Peygamberlik için bu sürelerle eğitilip öğretildiği bir döneminde müşriklere hitap edilerek söylenmesi çok manidardır. “Benim hadislerimi,/sözlerim,  ayetlerimi yalanlayanları bana bırak” diyor Allah. Bu konuyu üzerinde düşünülmeye değer buluyorum. Tüm peygamberlerin ölümlerinden sonra taraftarları uydurmuş oldukları sözlerle dinlerini bozdu. Hatta aslı anlamı ile taban tabana zıt bir duruma getirdi. Musa ve İsa Peygamberlerin ölümünden sonra taraftarları tarafından onlar adına uydurdukları sözleri / hadisleri kutsal kitaplarına soktu ve Allah’ın kitaplarını tahrif etti.

 

Mekke müşrikleri de kendi atalarının evliyalarının, velilerinin ve hatta İbrahim Peygamber’in adına uydurmuş oldukları hikâyelere sözlere / hadislere sıkı sıkıya bağlı kalmaktaydı. Muhammed Peygamber böyle bir topluluğa Allah’ın sözlerini / hadislerini / ayetlerini tebliğ ettiğinde, onlar Peygamber’e, “Bizi atalarımızın dediklerinden sözlerinden / hadislerinden, bu zaman kadar hiç kimse vazgeçirememiştir. Ey Muhammed, senin getirmiş olduğun bu sözler/hadisler / ayetler mi bizi onlardan vazgeçirecektir?” diyerek Allah’ın ayetlerini yalanlamaktaydı. Ne yazık ki Müslümanlar, Allah’ın sözlerini/hadislerini / ayetlerini yani Kuran’ı bir kenara bırakıp peygamberin vefatından iki yüz yıl sonra, onun adına uydurulmuş olan hadislere / sözlere itibar etti. Bu uyduruk sözlerin Müslümanlar arasında itibar görüp geçerli olmalarını isteyenler önce, “Kuran anlaşılamaz” yalanını uydurdu. “Kuran’ın anlaşılması için, Peygamber’in sözleri gereklidir” dedi. “Kuran Peygamber’in hayatı ve onun sünnetidir” yalanını uydurarak bu sözlerin Kuran’ın uygulaması ve açıklaması yani tefsiri olduğunu iddia etti. Halbuki Kuran’ı insanların sözleri ile değil ayetlerin kendi kendini tefsir etmesi ile anlamaya çalışmak gerekiyordu.  Kuran’ın sadece Araplara indirilen bir kitap olmadığı “Hâlbuki bu Kur’ân, bütün âlemler için bir öğütten başka bir şey değildir.”(Kalem 52) ayetinden rahatlıkla anlaşılmaktadır. Kuran, bir ömür boyu hem peygamberi eğitip öğretirken, o cahiliye toplumunu da eğitilen ve öğretilen bir toplum haline getirmiştir.

 

KURAN, BÜTÜN ALEMLER İÇİN BİR ÖĞÜTTÜR

Ne yazık ki Peygamber’in vefatından kısa bir zaman sonra, onun getirmiş olduğu Kuran, taraftarları tarafından Arapça merasimlerde okunan ancak hiçbir şey anlaşılmayan, para karşılığın da alınıp satılan, mabetlerde ve ölüler üzerine okunan, bir ölü kitap haline getirildi. M. Akif’in sözünü hatırlayalım.“İbret olmaz bize her gün okuruz ezberde / Yoksa hiç mana aranmaz mı bu ayetlerde / Lafzı muhkem yalnız anlaşılan Kuran’ın / Çünkü kaydında değil hiç birimiz mananın…”

 

Ve Allah surenin 48,49 ve 50. ayetleriyle, Muhammed Peygamber’e, bu müşrik kadronun  yapmış olduğu ve gelecekte de yapacağı sıkıntı ve meşakkatlere karşı “Dayanıklı ol, diren, salatından/ davetinden vazgeçme, onu  göğüsle, yılma ve sabret”  demektedir. Ona Yunus Peygamber’den örnekler vermektedir: Öyleyse Rabbinin kararı için sabret, bunalan kişi gibi olma. Hani o, bir kez aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti. Eğer Rabbinden ona bir iyilik ulaşmasaydı, kınanmış bir durumda, boş bir yere atılacaktı. Ancak, Rabbi o’nu seçti, sonra da iyilerden biri yaptı.(Kalem 48-49-50) Son ayet ile de bu kitabın sadece Araplar için olmadığı evrensel olduğu “Halbuki Kuran, bütün alemler için bir öğütten başka bir şey değildirvurgusu yapılmaktadır.

 

Not: İbrahim ve İsmail’in şeytan taşlamaları gibi Yunus Peygamber’in, yunus balığının karnında kalıp sonra dışarı atılması gibi  hikayeler  uydurulmuştur. Yunus Peygamber de Muhammed Peygamber gibi Allah tarafından görevlendirilen ve eğitilen bir elçidir. Mücadelesinde bir dönem bunalmış olduğu anlatılmaktadır.  Yunus hikayesi de rivayetlerden devşirilerek İslam ilahiyatına  sokulmuştur. Yani bu hikayeler Tevrat bilgileri, İsrailiyat bilgileridir.(Bak.Tebyinül Kuran)