Doyasıya su içemediğinizi, birkaç damla su, ya da ağzınıza aldığınız buz parçası ile susuzluğunuzu gidermeye çalıştığınızı bir düşünün! Tabak, tabak yemek yiyemediğinizi, tatsız tuzsuz birkaç lokma ile açlığınızı giderdiğinizi gözlerinizin önüne getirin! Yüz, iki yüz metre uzaklıktaki bir yere yürüyerek varmak için, cadde başlarında birkaç kez oturup dinlenerek gidebildiğinizi hafızanızda bir canlandırın bakalım…

Haftanın üç gününde, kanınızın temizlenmesi veyahut şişen karnınızdan su aldırmak için, saatlerce hastane köşelerinde kaldığınızı ve nasıl bir psikolojik bir durumla karşı karşıya kaldığınızı hayal edin! Diğer günlerde ise, baş ağrısı içinde kıvrandığınızı empati yapıp hissedin! İnsanın yedi günde ancak bir gün yaşayabilmesini anlayabiliyor musunuz?  Peki, kim bunlar sizce? Bir zamanlar benim gibi siroz olup karaciğer bekleyen Ahmetler… Böbrek bekleyen Mehmetler… Mahalle arkadaşlarım, iş yerinde o çileyi yaşayan dostlarım. Belki senin komşun, Ali’nin kardeşi, Şükran’ın teyzesinin kızı… Binlerce on binlerce organ bekleyenler. Telefonun bir ucundan gelecek sevinçli haberi beklerken bir yandan da hayatını kaybedenin acısı ile hüzünlenecek. Sevinç ve acı yan yana… Birinin ölümü diğerinin yeniden doğuşu olan anlar.

Duyduğunuz ambulans sesleri kimimizin için titretirken, kimimizin de hayata yeniden bağlanış habercisi oluyor. Her bir siren, ya umut yahut sevinci haykırıyor caddelerden geçtikçe… Her birimizin dudaklarından mırıldanan dualar ile. Da di da di…

Unutmayın ki, yaşarken verdiğimiz yarım karaciğer yahut bir böbreğimiz bizden bir şeyleri almıyor; bir umut, bir hayat veriyor. Solmuş benizler, hayaller renkleniyor.

Amerika’daki doktorum, ağabeyim, iyilik meleği, Prof. Dr. ŞükrüEmre’nin sözleri hala kulağımda: ”Karaciğerinizin yarısını, böbreğinizin birini verirseniz endişeye kapılmayın! Tıbbi açıdan çok küçük bir operasyon, ama insanlık adına büyük bir olayı gerçekleştirmiş olursunuz. Bu bir yücelik, erdemliktir.” Nitekim karaciğerinin yarısını vermek için, birbirleri ile yarışan eşim, abim, ablam, kardeşim, baldızım ve de bacanağım buna en iyi örnektir. Ölçüleri ve sağlıklı yapısı ile en iyi donör (verici) olan eşim, karaciğerinin yarısın vermek için gelirken; Rabbim başka bir organı nasip etti bana. Kazada hayatını kaybeden, organlarını bağışlayan asil bir Amerikalının karaciğerinin yarısı takıldı. Diğer yarısı da, dört yaşındaki çocuğa hayat verdi.

Ve sizlere sesleniyorum. Haftada ancak bir gününü, insanca yaşayan, yürümekte, gülmekte hatta ağlamakta zorlanan, geleceğe dair planlar yapamayan, hayal kuramayan binlerce organ bekleyen hastalara, umut olun, çare olun! Bağış yapın, canlı donör (verici) olun, yepyeni bir yaşamverin onlara! Geride, belki altını kalın bir çizgiyle çizeceğiniz adınız olmayabilir; ama insanlığınız iz bırakır. Ebediyen unutulmazsınız!

Her terlediğimde terimi koklayıp içime çekerim. Niye mi? Beş yıl hiç terlemedim; siroz olduğum günlerde…

Erol Çakır- 21 Kasım 2013