Kıvanç Baruönü ismini pek çoğumuz “Kelebeğin Rüyası” filminin yapım tasarımcısı olarak duyduk. Ama o hep vardı kameranın arkasında… Reklam filmleri, klipler, haber programları yapıyordu. Çocuk dünyasında, onu Hollywood’un kapısına kadar taşıyan şeyin Zonguldak’taki mütevazı evinin hemen yanındaki açık hava sinemasından yükselen repliklerin büyüsü olduğunu nasıl anlamlandıracaktı ki? Doğup büyüdüğü, ilk aşklarını yaşadığı Zonguldak bambaşka anlamların kentiydi aynı zamanda... Ne reklam dünyasının albenili ışıltıları, ne de sinemanın kendisini taşıdığı o büyük zirve içinde doruklanan Zonguldak sevgisini hiç silemedi. Kökü Zonguldak’ın derinliklerindeki bir ailenin uzaklarda yaşamak zorunda kalsa da kalbi hep Zonguldak sızısıyla çarpan altın çocuğu olarak, kentini nereye gitse yanında taşıdı.  Bir gün mutlaka dönüp dolaşıp geri geleceği daüssılasının derdi ile dertlenip, sevinci ile mutlu olduğu bir parçası gibiydi Zonguldak.

 

Yeri geldi, kentinin içinde büyüttüğü değerlerine halel getirmemek için aramakla bulunmayacak işini terk etti. Büyüyen, gelişen, geçmişteki kültürel zenginliğini koruyan, sosyal yaşamı canlı bir Zonguldak düşlerini ısıran büyük hasretiydi. Pek çok çaba harcadı bunun için, öneriler demeti geliştirdi. O, kimilerinin “Üzerine karanlıklar yağan, kasvetler kenti” tanımlamasına bir parça katılsa da, Zonguldak’ın geleceğinden umutlu… “Ruhum hep Zonguldaklı, bu ne demek derseniz, bir yerde güçlü varsa, ben hep güçsüzün yanında gördüm kendimi. Kovboy olmaktansa Kızılderili olmayı seçtim hep” diyerek kutsuyor sevgili kentini. Arkadaşımız Hülya Kıral sordu, Kıvanç Baruönü büyük bir içtenlikle yanıt verdi. Hasan Doğru’dan Belediye Sineması’na, Zonguldaklı olmaktan yeni projelere, gençlere önerilerinden fotoğrafçılığa kadar pek çok meselenin konuşulduğu röportajı keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

 

Sayın Baruönü öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Kıvanç Baruönü kimdir? Mesleğe ilk olarak nasıl başladınız? O günden bu yana mesleki serüveninizi nasıl anlatabilirsiniz?

1960’ların sonunda Zonguldak’ta doğmuşum, çocukluğum ve ilk gençliğim bu kentte geçti. Önce Yayla Özel İlkokulu sonrasında TED Zonguldak Koleji’nde okudum. Dededen Zonguldaklı bir ailenin çocuğu olarak, üniversite yıllarına kadar bu kentte gerçekten mutlu bir çocukluk yaşadım. Okulum E.K.İ radyosunun hemen yanında, evimse son açık hava sinemasına yakın bir yerdeydi. Durum böyle olunca herhalde derinde bir yerlerde etkileniyorsun tüm bunlardan. Lise yılarında başlayan tiyatro sevdası üniversite yıllarında da devam etti. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümünden mezun olduktan sonra baktım ki iyi bir oyuncu olamayacağım, o zaman en güzeli yönetmen olmak diyerek girdiğim bu yolda neredeyse 20 yılı geride bıraktım. Şimdi düşününce hayatımdaki pek çok dönüm noktasına Zonguldak damgasını vurmuş.

 

32.Gün programında muhabir olarak görev yaparken, Zonguldak büyük madenci grevi patlak verdi. Büyük Yürüyüşü haber yapmam istendi. Bir Zonguldaklı olarak büyük bir heyecanla hem de farklı bir gözle işe koyuldum ama hazırladığım dosya bir türlü onay almadı. Yazdım yırttılar, yazdım sildiler, git gel derken sebep ortaya çıktı, o tarihlerde yayın yaptığımız kanal özelleştirme taraftarıydı. Ben Zonguldaklıydım ve o akşam işten çıkıp tüm üniversite hayatım boyunca hayali kurduğum o ofise bir daha dönmedim. Sonrasında yine bu kentte yayın yapan, Zonguldak Genç Radyo ile neredeyse Türk özel radyo tarihinde hatırlanan işler yaptık. Özel radyoların sadece eğlendirmekten öte başka sorumlulukları olduğu bilinci ile hazırladığımız onlarca program, sosyal sorumluluk projesi canlı yayınlar, haber programları dikkat çekti ve buradan ulusal yayın yapan bir radyonun başına geçtim. Halen ulusal yayın yapan RADYO KLAS’ın yayın yönetmenliğini yapmaya başladım. O yıllarda Türkiye’de özel radyo ve televizyon yasasının çıkması sürecinde aktif olarak rol aldım ve Anadolu’da pek çok noktada yerel istasyonlar kurarak bu ağın gelişmesini sağladım. Çıkış yeri yine Zonguldak’tı..

Sinema alanında belki de bu güne değin Türkiye’de yapılmış en büyük projelerden birinde yine Zonguldaklı olmam sayesinde görev aldım. “Kelebeğin Rüyası” hayatımda bir dönüm noktası olup beni başka yerlere taşıyan bir iş oldu. Bu kent beni hiç yalnız bırakmadı, hiç bana sırt çevirmedi ben de elimden geldiğince bunun hakkını vermeye çalıştım. Halen yönetmen olarak reklam, müzik ve sinema alanında çalışmaya devam ediyorum ancak gelişen teknoloji iç içe geçen pek çok sanat dalı artık daha hızlı ve farklı düşünmeyi gerektiriyor medya alanında. Bu birlikteliğe ayak uydurabilenler fark yaratıyor. Ben de bunun için kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Halen öğreniyorum yani.

 

2.  Zonguldak’ta doğmuş ve ilk gençliğini bu kentte geçirmiş biri olarak Zonguldak sizin için ne ifade ediyor? O yıllardan bir anınızı anlatabilir misiniz?

Babaocağı, anakucağı... İlk adım, ilk aşk, ilk kavga... Gençlik heyecanı, geleceğe dair onlarca hayal! İlk hayal kırıklıkları, ilk gözyaşı...  Saymakla bitmez sanırım Zonguldak benim için asla neyi çağrıştırmıyor desem daha kolay. Mesela asla ‘yalnızlık’ olmadı Zonguldak benim için, hep dostlar vardı. Yıllar sonra bile geldiğimde hep bıraktığımız yerden devam eden sıcaklıkta buldum onları. Zonguldak asla ‘kolay’ olmadı ne benim için, ne başkaları için.. Çünkü hayat zordu Zonguldaklı için ama o yüzden hep dirençli oldum hayata. Hep umutlu oldum... Zonguldak asla ‘yalan’ olmadı benim için, Zonguldaklı hep açık sözlüydü, dürüsttü. Ekmeğini yerin yüzlerce metre altından taştan çıkartan biri kimden ve neden korkacak ki, pazarlığı yoktu, sahiciydi. Mertti... Ben de öyle olmaya çalıştım.

Yıllar geçtikçe biz mi büyüdük, yoksa o sokaklar o caddeler o zamanlarda mı bu kadar küçüktü bilmiyorum ama şimdilerde her şey biraz daha küçülmüş gibi... Zonguldak benim için nereye gidersem gideyim yanımda götüreceğim, bir gün mutlaka dönüp dolaşıp geri geleceğim, derdi ile dertlenip sevinci ile mutlu olduğum bir parçam gibi. Ruhum hep Zonguldaklı, bu ne demek derseniz; bir yerde güçlü varsa ben hep güçsüzün yanında gördüm kendimi. Kovboy olmaktansa Kızılderili olmayı seçtim hep. Bence bu ruh beni bugün kimi zaman daha gözü yaşlı kimi zamansa çok daha kalabalık ve güçlü yaptı.

 

3. Zonguldak için bir ilk olan “Kelebeğin Rüyası” filminin yapım tasarımını üstenmiştiniz. Hemen ardından ilk defa kendi filmiz olan “

”u çektiniz. Bundan sonraki projeniz ne olacak?

Yönetmen olarak hayaller bitmiyor tabii, hep peşi kovalanacak yeni heyecanlar yeni hikâyeler duruyor cebinizde ya da ömrünüz bu hayaller peşinde geçiyor. Şu anda üzerine çalıştığımız bir iki farklı proje var. Sinema anlamında öncelikle seyircisinden aldığı destek ve sevgi ile ‘Patron Mutlu Son İstiyor’ için bir devam hikayesi üzerine çalışıyoruz ki arayı çok açmadan bu yaz başında çekimlerine başlamak en büyük amacımız. Güzel bir devam hikayesi, yine komik yine hüzünlü. Sürprizleri var yine, zaten henüz çekimler devam ederken hayallerini kurmaya başlamıştık ikincisi için. Şans yüzümüze güldü, Allah bizi utandırmadı ve seyircisinden de geçer not alıp gereken gücü bulduk. Onun dışında uzun zamandır üzerine çalıştığım bir başka filmi de belki bu sene içinde hayata geçirme şansı bulacağım, onunla ilgili de görüşmeler olumlu gidiyor. Ancak henüz tam adını koymadığımız bazı şeyler hakkında fazla da bir şey söylemek istemiyorum, çünkü dinamikler her an değişiyor ve planlananlar dışında bir yana savrulabiliyor insan... Ama sinema devam edecek kesin olarak bunu söyleyebilirim. Zaten reklam çalışmaları hayatımda hep bir yandan var olacak, orada besleniyorum. Yönetmen olarak reklam sektöründe uzun yıllardır pek çok projede gerçekten çok beslendim, kendimi geliştirme pratik yapma imkanı buldum. Galiba en rahat nefes aldığım yer set ve uzak kalmak istemem.

 

4. “Kelebeğin Rüyası”nda yüzlerce Zonguldaklı rol aldı ancak birçoğu filimde kendisini göremedi. Bunun nedeni neydi?

Kelebeğin Rüyası yurtdışında gittiği pek çok organizasyonda ve özellikle ‘Oscar’ macerasında hep gerçekliği ile beğeni topladı. Özellikle kalabalık sahnelerdeki gerçeklik hissi filmi büyük bir film yaptı. “Açılış sahnesinde o kadar madenci nasıl bu denli sahici duruyordu, ya da balo sahnesinde tenis turnuvasında gelenler, müsabakayı izleyenler nasıl bu denli konsantre olabilirdiler” diye soruldu.  Bugüne değin özellikle Türk Sineması’nda başarılmış bir şey değildi bu... Nedeni ise bana göre basitti, kimse “mış” gibi yapmıyordu. Açılış sahnesinde yer alan 750 kişinin 500’ü gerçek madenciydi, hem de babadan dededen madenci. Oynamadılar, yıllardır yaptıklarını yaptılar, en iyi bildiklerini yaptılar hatta bize yol yordam gösterdiler, böyle daha güzel olur dediler. Kendilerini ruhlarını verdiler.

Tenis turnuvasında seyirciler arasında oturanlar Türkiye’de bu spora yön veren hocalar, sporculardı. Tenis bu topraklarda yıllardır oynanır ve seyircisi bu kültürle yoğrulmuştur. O sahnede tenise en yabancı olan İstanbul’dan gelen çekim ekibiydi herhalde... İçlerinden biri olarak eminim ki bu soruyu soran sadece bir iki dakika düşündüğünde cevabını kendi verir... Bu projenin içinde yer almak, tarihe hem de bu kentin tarihine not düşmek, bir Zonguldaklı olarak çok daha önemlidir. Şu anda tüm dünyada Zonguldak, kömürü ile bir devre imzasını atan bu kent... Onun yetiştirdiği iki şair, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu biliniyor. Yalnız Türkçe değil şiirleri İngilizce olarak okunuyor. Onca yoksunluk ve yoksulluk arasında Varlık dergisine çıkıp şiirlerini duyurmaya çalışan bu iki genç şimdilerde en çok satanlar listesinde yer alıyor. Ve biz bu vasiyeti hakkıyla yerine getirmiş hemşerileri olarak bundan ne kadar övünsek azdır. Gelelim sorunun net cevabına bir filme ruhunu veren kamera önünde ve arkasında o projeye inanmış insanların olmasıdır. Ve inanç teslimiyet gerektirir. Sinemanın belirli kuralları içinde, kimi sahnede bazı yardımcı oyuncularımız kameranın görmediği bir alanda kalmış ya da kendini bir an görememiş olabilir, ama onların ruhu, inancı, sevgisi bu filmi var etmiştir. Bu film durduğu sürece, bu emek, her yerde hakkını görecektir...

 

5.  Zonguldak’tan İstanbul’a hayallerini taşıyıp, büyük başarılara imzalarını atan oyuncu, yönetmen ve müzisyenler var. Zonguldaklılara bir şans kapısı açmak için yeni projelerinizde şans vermek ister misiniz?

Kimseye şans vermek, elinden tutup yol açmak haddim değil. Bu arkadaşlarımla bir projede, onların desteklerini alıp, birlikte daha büyük bir şey üretmek için bir araya gelmekse soru tabii ki isterim. Zonguldak cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana hep sanatla iç içe olmuş, özellikle edebiyat alanında pek çok değeri bağrında yetiştirmiş ya da çeşitli vesileler ile misafir etmiş bir kent. 1960’lı yılların sonuna değin Türkiye’nin ekonomisinde söz sahibi, itici gücü olan kent bu nedenle hep göç almış ve pek çok yazar, şair bu kentin suyundan içip havasını soluma şansı bulmuş. Kömür beraberinde getirdiği kültürle kenti, kentliyi beslemiş. Ve bunun sonucu olarak Zonguldaklı hep sanat alanında bir adım önde olmuş, ancak son on yıllarda yaşanan ekonomik politikalar, siyasi çalkantılar Zonguldaklıyı bir kenara itip yalnızlaştırdıkça, kenti yoksunlaştırdıkça Zonguldaklı daha çok birbirine sahip çıkar olmuş. Daha çok kenetlenmiş... Belki de bu yüzdendir bir Zonguldaklının başarısı hepimizi sevindirir. Ekranlarda içimizden birini gördükçe gurur duyarız, destekleriz. Ben en azından bu duyguları hep içimde barındırdım. Ama önemli olan da doğru projede, doğru insanları doğru zamanda buluşturabilmek. O zaman neden olmasın?

 

6. Özellikle sizin kuşakta çok başarılı işadamları halen İstanbul’da yaşamını devam ettiriyor. Son derece stratejik yerlerde görev alan bu insanları bir araya getirerek Zonguldak için bir sinerji yaratacakları sosyal sorumluluk projelerine yerleştirebilir misiniz?

Bunlar çok hoş dilekler, uzun yıllar önce o tarihlerde Zonguldak’ta yayın yapan bir özel radyonun, Zonguldak Genç Radyo’nun yayın yönetmenliğini yaptığım dönemlerde üzerine çalıştığımız bir projemizdi, Zonguldak Kalkındırma Vakfı... Bu vakıf bünyesinde sizin belirttiğiniz Zonguldak dışında yaşayan girişimci işadamlarının öz kaynaklarını kente çeşitli vesileler ile aktarmak ve iş sahaları yaratabilmeyi amaçlamıştık. Her geçen gün kan kaybeden bir kentin yeni iş sahalarına, gençler göçü engelleyecek maddi imkânlara ihtiyacı var. Yoksa her geçen gün yalnızlaşan emekli bir kent olma yolunda Zonguldak. Üniversitenin gelişmesi, kömür dışında alternatif iş sahalarının açılması, kentin kabuk değiştirebilmesi için benzeri her türlü oluşum tabii ki desteklenmeli.

 

7. Zonguldak’ın bir asırlık sinema tarihinin son tanığı Belediye Sineması da kapatıldı. Yaşamını kameralar ve sinemadan kazanan biri olarak Belediye Sineması’nın kapatılması hakkında ne düşünüyorsunuz? Belediye Sineması’nın sizin için yeri ve önemi nedir?

Çok uzun yıllar öncesi değil hani şunun şurasında kırk yıl geriye çocukluğuma gittiğimde Zonguldak’ta bir çırpıda sayacağım en az altı sinema salonu geliyor aklıma. Şehir merkezinde şu anda Emral Çarşısı’nın olduğu bölgede yer alan sinemadan Soğuksu’ya, Konak Sineması’ndan açık hava sinemalarına değin bugünden çok daha fazla salon vardı Zonguldak’ta. Bir de bunlara E.K.İ sinemaları eklendiğinde sayı daha da artıyordu. Bugün gelinen nokta ortada.  Ancak bu sadece bize ait bir durum değil, tüm Türkiye’de tablo aynı, biz şanslı bile sayılabiliriz. Çünkü bugün sineması olmayan kent sayısı bir hayli fazla. Bu kentlerde yaşayan, sinema diye bir şey bilmeden, göremeden büyüyen bir kuşak var ortada! İlk “Televizyon geldi, sinema öldü.” dediler. Sonra videolar çıktı, sonra internet geldi ama sinema hep var oldu. Dayandı, yeri geldi bunlardan beslenerek büyüdü! Büyüyecek de, teknoloji ile iç içe kendini geliştirerek yarın da sinema var olacak. O zaman bugün yaşanan bu durum bir geçiş dönemi ve ben hâlâ yarınlar için bu anlamda umutluyum yeni salonlar açılacaktır. Sinemanın büyüsü dev perde de kalabalıklarla seyretmekten gelir. Zonguldak’ta bu bakımdan bilinçlidir, sinemasına sahip çıkar. Uzaktan takip edebildiğim kadarı ile Belediye Sineması da yakın bir tarihte yenilenen yüzü ile yine salonlarını açacak ve hepimizin olduğu gibi şimdiki çocukların da hafızasında yerini alacaktır. Belediye Sineması benim için başka anlamlarda taşıyor tabii, özellikle bu kentin tarihine hakim olanlar o salonun eskiden Halkevi’ne bağlı olduğunu bilir. O sahne o perde bir döneme şahitlik etmiştir. Hani ağızlara bal niyetine sizinle bir iki fotoğraf paylaşmak isterim, sene 940’ların başı, yer Halkevi sahnesi yani Belediye Sineması...

 

8. Zonguldak’ın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Zonguldak için çalışan politikacıları başarılı buluyor musunuz?

Türkiye enerji politikalarını yeniden gözden geçirmeli ve madencilikle ilgili yeni bir yapılandırma içine gitmelidir. Senelerce özelleştirilsin mi, özelleştirilmesin mi tartışmaları içinde kaybolduğumuz kömür Zonguldak’ı var etmiştir ve bu kentin vazgeçilmezidir şüphesiz. Ama Zonguldaklının kaderi de olmamalıdır. Bu kent için yeni yatırımlara imkân tanınmalı, girişimcinin önü açılmalıdır. Filyos Vadi Projesi hayata geçtiğinde pek çok yatırımcı için de fırsat doğacak, kent yeniden şekillenecektir şüphesiz. Ayrıca son yıllarda havzada var olduğu açıkça belirtilen doğalgaz rezervlerinin günışığına çıkartılması ve işlenmesi konusunda atılacak adımlar da bölgenin kaderini etkileyecektir. Hal böyle iken, Zonguldak için gelecek geçmişinden de parlak gözükmektedir. Siyasi kimliğinden öte Zonguldak’a sahip çıkmak ve yeniden ekonomisi ve sosyal hayatı güçlü o zengin kenti ayağa kaldırmak için çalışan, emek harcayan her politikacı kabulümdür. Ayrıca her şeyi bir politikacının sırtına yüklemek yerine talep etmek, zorlamak ve birlikte yaratmak çok daha önemlidir. Bu nedenle gelecek hepimizin ise yaklaşan seçim sürecini bu doğrultuda Zonguldak içinde akılcı değerlendirmek önemlidir diye düşünüyorum. Oylarımız bugün için değil, yarınlar için olmalı...

 

9. Uzun yıllar reklam sektöründe başarılı çalışmalara imza attınız. En çok beğenilen reklam filminiz hangisi oldu?

Sinema ne kadar kalıcı ise reklam sektörü de bir o kadar suya yazmak gibidir. Bugün ekranlarda çok beğenilen bir film hemen haftaya eskiyiverir... Unutulur gider. Sonuçta sipariş üzerine bir ürünün tanıtımı amacı ile yapılmış ticari bir filmden bahsediyoruz. Buralarda yaratıcılık beklemek benzerleri arasında fark edilmek adına tabii ki önemli ama kimi zamanda maalesef zor oluyor. O nedenle reklam sektöründe bir filmi etkisi ölçüsünde değerlendirmek gerekir. Yaklaşık on yılı aşkın süredir bu sektörde yüzlerce işe imza attım ve hala da çalışmaya devam ediyorum. Benim adıma keyif aldığım pek çok iş oldu, Bosch için çektiğim reklam filmleri, ya da Mcdonalds için hazırladığımız kampanya benim adıma heyecanlı işlerdi. Hepsinden çok şey öğrendim ve öğrenmeye keşfetmeye devam ediyorum.

 

10. Bir söyleşinizde “Fotoğraflarda ve kamerada o anı yakalamak önemli” demişsiniz. Sahi nedir o ana?” O anı yakaladığınız nasıl anlıyorsunuz?

“O anı yakalamak...” Fotoğraf için söylenmiş bir sözdü bu, üzerine uzun uzun konuşulabilir ama asıl olan ilk bakışta sizi içine alan, sayfalarca yazının yerini tutan, hani kelimelerin yetmediği ama bir kare ile bakanda o hissi uyandıran şeydir. Tektir, eşsizdir, size özeldir. Sizindir! Yakaladığınızda anlarsınız zaten. Nasıl yakalarsınız bilemem, doğru zamanda doğru yerde olmak belki işin sırrı. Doğru yere çevirmek belki objektifi, ama o büyülü an ışığın, fotoğrafın, kompozisyonun, tekniğin bir anlık bir uyumundan öte duygu işidir. İçinden duygu geçmeyen bir fotoğraf, bir kare zaten bakana da bir şey söylemez. Neyse burada fotoğraf üzerine derin bir sohbete girip kimseyi sıkmak istemem, meraklısı ile belki bir yerde buluşur uzun uzun konuşuruz.

 

11. Hasan Doğru’yu takip ediyor musunuz? Gelecekte kendinden çok söz ettireceğe benzeyen Doğru’ya klip çekmek ister misiniz?

Yeteneğini gözümüzün içine sokan, hatta aslında var olmayan bir yeteneği üzerinden şöhreti arayan yüzlercesinin boy gösterdiği televizyonlarda bir anda HASAN’ı bulduk. Soyadı gibi DOĞRU’ydu. Gerçekti, ve onların hiç olmadığı kadar mütevazıydi. Pek çoklarımız aslında böyle büyümüştük, biri bize aferin dese utanırdık, biri beğense “Aman canım ne yaptık ki” der tevazu gösterirdik. Bunlar insanlık hasletleriydi ama çoktan unutulmuştu. Hasan da bunları sevdik, sesine diyecek bir şey yok zaten, ama asıl adam gibi adamdı. Yolu bahtı açık olsun umarım bu piyasa onu da kollarına alıp kendine benzetmeye çalışmaz. Daha doğrusu çalışır da başaramaz inşallah diyeyim. Klip meselesine gelince neden olmasın.

 

12. Mesleğinde başarıyı yakalamış bir profesyonel olarak sizin çizginiz yakalamak isteyen genç arkadaşlara tavsiyeleriniz nedir?

Birkaç kelime hep akıllarında, ceplerinde dursun diye. Umut, heyecan, yeniliklere açık olmak, fark yaratma isteği, çalışmak, çalışmak, çalışmak -ki bu çok lazım oluyor diye üç tane verdim. Araştırma, saygı – ki bu kelime çok önemli, ustaya saygıdan, büyük küçük demeden hayatına dokunan herkese göstermen gereken bir sihir hayatında. Ve sabır..En sona koydum ama ilk günden elinin altında olmalı yoksa hayat zor... Genç arkadaşlarım bu kelimeleri koyup ceplerine planlarını yapıp hedeflerini belirlediklerinde başarı er ya da geç gelecektir. 

 

 

Muhabir: TE Bilişim