TABELA KURULUŞLARI ve SİVİL TOPLUM

Sivil toplum; bir devletin otoritesi altında ancak, kanunla yaşamasına rağmen, gönüllülük esasına dayanarak oluşturulan örgütlerle, sorunlara çözüm arayan topluluktur.

Bunu gelişmiş toplumlar, ‘devletin varlığı bireyi korumak, bireyin varlığı devleti denetlemek’ olarak yorumluyor. Özlenen ‘Modern Devlet’in alt yapısı da zaten bu: Örgütlü Toplum ve Özgür birey

Özgür Birey: ‘Benim özgürlüğümün bittiği yerde; başkasının özgürlüğü başlar bilincinde olan fert. Bu açıdan bakıldığında, özgür bireylerin oluşturduğu ‘Sivil Toplum’un mana ve muhtevası daha da genişliyor.

Tariflere birkaç açıdan bakalım

* Siyasi Otorite’nin baskısından, nispeten uzak olan bir toplum modeli…

* Özerk ve çoğulcu yapı’ya dayanan gönüllü örgütlenme alanları.

* çok eski zamanlar da, sivil toplum yerine medeni- şehirli kelimeleri de kullanılmış.

* İdeolojik açıdan ele alanlar ise, ‘burjuva toplumu’ yerine de kullanmış sivil toplum cümlesini.

Tanımı çok eskiye dayansa da, doğu bloğunun iflası/ Sovyetlerin çökmesi (1980) sonrası, ortama hâkim olan ‘Pazar ekonomisi’ ve akıl hocaları, sivil toplumu da kapitalist üretim modeline göre örgütlemiş. Bu örgütler, birey ve grupların özgürleştirilmesinden çok, ‘Burjuva Demokrasileri’ni yerleştirmeyi hedeflemiş.

Dolayısıyla: Tek kutuplu hale gelen dünya da, insan hak ve özgürlükleri, sosyal eşitlik, sınıfsal sivil toplum istekleri pek görülmedi.

Bu atmosfer de Non Govemental Organizations’nun kısaltması NGO’dan tercüme edildi dilimize. Devletle bağı olmayan / resmi olmayan manasında ‘Sivil Toplum Örgütü…

HEDEF: MODÜLER İNSAN

Ve dünya da siyasi dengelerin kurulmasıyla birlikte, ‘sivil öncelik’ ve ‘sivil Toplum’ ruhu canlanmaya, devletlerin organizesinde etkili olmaya başladı.

Ne var ki, siyasi yozlaşmanın etkin olduğu ülkelerde, özgür birey tarifindeki çatışma, sivil toplum uygulamalarında da etkili olup, amaç’tan saptırdı.

Elbette, Özgür Birey ve Sivil Toplum uygulamasında aktör güç, modüler insan’dır. Yani, farklı örgüt ve kurumlara üye olmayı başarabilen ve belli bir eğitim düzeyine sahip birey.

Ancak: Siyasi yozlaşmanın etkili olduğu yer de, diplomalı olsa da, farklı düşüncelerin bir arada olmasını engelleyen birçok ‘bahane’ olduğu muhakkak.

Siyasi yozlaşmanın bir numaralı aktörü elbette, siyasi iktidarlar ve siyasi partilerdir. İktidar için, her yolu mubah sayan zihniyet, sivil toplumu kendi siyasi görüşlerine göre örgütlemekten kaçınmamış. Toplum katmanları arasına nifak sokup, ayrıştırmıştır.

Eskiden toplum, kendi dinamiklerini kendi oluştururdu. Ekonomik doygunluk sağlamak ya da yaşam standardını yükseltmek için kırsaldan kente giderdi.  

Sanayi ve endüstri şehirlerinde beklentisi kalmadığında; yurt dışı arayışları başlardı.

Bu gün farklı... Birey olarak, tek başına sorunlara çözüm zor. Devlet ihtiyaç.

Devlet olarak, üretim başta olmak üzere, birçok konuda kendine yeter olacaksın. Hatta her kurala uyan değil, kural koyan olacaksın. Silah, ilaç üreteceksin. Enerji üretemiyorsan, enerji koridoru olacaksın. Tarım üssü olacak nüfusunla tehdit edeceksin. Hedef; ayakta kalmak, kendine yetmek ve küresel kurallara uyum…

Elbette: Devlet olarak, ekonomik yönden güçlü olurken; toplumunun ekonomik yaşam standartları yanında, sosyal- siyasal özgürlüklerinin farkında olacaksın.

CUMHURİYET’TEN SONRA

Ülkemiz, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte, ekonomik seviyesini yükselttiği hızda, maalesef sosyal ve siyasal haklar konusunda mesafe alamadı.

Cumhuriyetin ilanından tam 37 yıl sonra, demokrasi’nin ilk ayağı olan ‘çok partili hayat’a geçebildik. Bulunduğumuz coğrafya ve içinde bulunduğumuz şartlar çerçevesinde, gelişmiş toplumlara ayak uydurmamız uzun sürdü.

Bu gün G20 (20 Gelişmiş Ülke) toplantısına ‘dönem başkanlığı’ yapsak bile ’çağdaş medeniyet’ seviyesine ulaşmış değiliz.

Türkiye’nin kalkınmasını istemeyen güçler (emperyalist devletler) her fırsatta, içimizdeki uzantılarını harekete geçiriyor (Gezi, Paralel Yapı, PKK gibi).

Olaylara sebep oluyor, ekonomiye etki edip, sosyal ayrışmalar yaratıyorlar.

Güçlü bir sivil toplum olmadığı için, bu taktik ve teknik saldırılara cevap, devlet eliyle, dolayısıyla toplumsal huzurun bozulması şeklinde oluyor.

Son on yıldır iktidar da olan AKP Hükümeti, gerçekten de ‘hak ve Özgürlükler’ ve Sivil Toplum’un canlanıp genişlemesi açısından büyük gayret sarf etti…

AKP, sivil toplum’u “çoğulcu demokrasi’, vesayetten uzak bir adalet, yargı ve bürokrasi, güçlü ekonomi ve kalkınmanın yanında sağlıklı, eğitimli ve dinamik toplum” hedeflerinin ‘ayrılmaz bir parçası’ olarak görüp, canlanan sivil toplumdan memnuniyetini belirtiyor.

Gerçekten de, AK PARTİ döneminde; sivil toplum oluşması ve hak- özgürlükler manasında büyük mesafeler alınmıştır.

En önemlisi; sivil toplumun talep ve eleştirileri, farklı mekanizmalarda ele alınıp, ‘istişare’ edilip, tespit edilen ortak akıl, politikalara dâhil edildi.

İşkence ve kötü muameleye sıfır tolerans, DGM ve Askeri Mahkemelerin kaldırılması, Seçilme yaşının 25 olması, Cumhurbaşkanı’nı halk seçmesi, denetimli serbestlik, elektronik kelepçe, Anayasa Mahkemesine Bireysel başvuru, siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırma, başörtüsü yasağının kaldırılması, Yeniden yargılanma hakkı, Aile Mahkemeleri kurulması, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun oluşturulması, vs

Kısacası, 2002 yılından bu yana, devlet ile millet arasındaki birçok engel kaldırılmıştır. Bu sivil toplumun özgürlüğünün korunması, geliştirilmesi açısından güzel gelişme.

İl İnsan Hakları Kurumuna bağlı İl Kurullarının oluşturulması, illerdeki sivil kuruluşların bir birbirlerini tanıması ve kurulu tanıtması açısından faydalı bir etkinlik.

AB – Türkiye sivil toplum diyalogu programları başladı. Eksik ve gelişmelerin aktarılması, tartışılması açısından faydalı oldu.

Dernek kurma konusundaki engellerin kaldırılması da sivil toplum ruhuna katkı amaçlı bir faaliyet. Aynı zamanda, Avrupa Müktesebatına uygunluk sağlanıp, ‘örgütlenme özgürlüğü’ konusuna değer verildi. Kamu görevlileri ve öğrencilerin derneklere üye olmaları önündeki engeller kaldırıldı.

Bu arada hapis cezalarının para cezasına çevrilmesi sağlandı. İş hayatı, sendikacılık, vakıflar gibi konularda iyileştirmeler yapıldı.

Bu yapılanları yok saymak ‘haksızlık’ olur. Elbette,  Ülkemizin demokrasi, ekonomi ve sosyal kalkınma alanlarında daha ileri seviyelere ulaşması için, birçok iyileştirme ve yeniliğe ihtiyacı var.

Başta yeni Anayasa… Türkiye’nin demokrasi ve hukuk üreten kendi siyasal sistemini oluşturması için, öncelikle Yeni Anayasa’sını yapması gerekir.

Başkanlık Sistemini öne çıkartma gayreti, sivil toplum ruhuna aykırı olanların gayretinden başkası değildir.

Bu açıdan: İktidar Partisi’nin kuruluş akabinde oluşturduğu ve tüm vatandaşların problem, beklenti ve taleplerini topladığı ‘iletişim merkezi’ni genişletip, platform’a dönüştürmesi önemlidir.  Başbakan Davutoğlu’nun açıklaması, bu konuda atılmış en iyi adımlardan biridir. Buna göre sivil toplum örgütleri internet üzerinden İktidar Partisine doğrudan ulaşacak. Muhatap bulacak ve kanaatlerini doğrudan iletecek.

İnşallah başarılır.

MEMUR SENDİKALARI

Gelelim, benim, her platform da eleştirdiğim ve kendilerine çeki düzen vermelerini istediğim STK(Sivil Toplum Kuruluşu) olmadıklarını iddia ettiğim kuruluşlara.

Meselâ, memur sendikaları… Rakiplerine üstünlük sağlamak için ya da yandaşı oldukları partiyi güçlendirmek için siyasi faaliyet yapmakta; gönüllülük esasına göre olması gereken üyelik işlemini, baskı/ tehdit yoluyla zorunluluğa dönüştürüyor. Makamlarını kullanıp; bu baskılarla görünürlük, bilinirlik sağlayıp, taşıdıkları rozetle itibar açlıklarını gideriyorlar. Kendi bürokratik alanlarında palazlanıp; fırsatını bulup, bürokrasi ve siyasete geçiş için basamak kullanıyorlar.

ODALAR

Diğer taraftan, Ülke genelinde yaygınlaşmış, sayıları 100 bini bulan, sanayi, ticaret ve meslek odaları da, özgür birey statüsü içinde, gönüllülük esasına dayanması gereken ‘üyelik’ şartını, yasal dayatmalara yaslamaktadır.

İncelendiğinde görülecektir ki, Türkiye genelinde çok azı katma değer üretmekte, çoğu düzen ve dümenini ‘üyelerinin sırtına’ binerek yürütmektedir.

Aidat, ilave bürokrasi ve har(a)ç niteliğindeki zorla almalarla, bağlı işletmelere yıl da en az 10 bin lira külfet yüklüyorlar.

Ödeme güçlüğü ve gecikme yaşayan üyelerin sırtına ise ’icra’ yoluyla binmektedirler.

HEMŞERİ DERNEKLERİ

Son yıllarda, büyük artış gösteren ve kurucularının ‘sivil Toplum Örgütü’ dediği bu dernekler; maalesef Şovenistlik / dar bölgecilik ya da ‘mikro Milliyetçilik’ yapılan alanlar haline gelmişlerdir. Kuruluş amaçlarında iyi niyetlileri bir kenara koyacak olursak, bu dernekler, kendi üyeleri dışındakileri ‘ötekileştirip’, yukarda belirttiğimiz ’sivil toplum ruhuna ters, şehirli olma bilincini; dolayısıyla ‘aidiyet’ duygusunu geciktiriyor. Bu başka bir İl de örgütlenme şeklinde olduğu gibi; aynı şehir içinde ilçe isimleriyle toplanma şeklinde de kendini gösterebiliyor.

İş’i, aş’ı, konutu yaşadığı şehirde olmasına rağmen, akıl ve anıları geldiği yer’e kayıyor. Ölüsünü bile doğduğu yer’e götürüyor. Arayışı hep hemşeri üzerine kuruluyor. Alış-verişte, kız alıp vermede, siyasette… Bir tür ‘azınlık’ olma halinin, özlenmesi ve örgütlenmesi. Hedef illaki, maddi- manevi sınıf atlamak, çoğunluğa tahakkümün yollarını aramak

SONUÇ:

Özgür birey ve örgütlü toplum açısından, büyük mesafe aldığımız muhakkak.

Sivil ya da uygar toplum, devlet’in üzerinde yükseldiği toplumsal tabanı gösterir. Çağdaş medeniyet seviyesinde olmadığımız doğru. O’nun için, kuruluşlarımız demokratik yapıda olmayabilir. Bu konu da, Devlet, toplum ve birey’in üzerine düşen görevleri vardır. Yani, devlet’in aşırılıklarını törpülemek için sivil toplum’a; sivil toplum’un korunması içinde devlete ihtiyaç vardır.

Görülen odur ki, herkes üzerine düşeni hakkıyla yaptığında, ’insani gelişmişlik’ sıralamasındaki yerimiz, 78. sıradan çok aşağılara inecek.