Yerel tarih araştırmaları yapan biri olarak, öncelikle taş kömürünün 1829 yılında Uzun Mehmet tarafından bulunduğuna inanmıyorum.
Bu bir hikayedir ve gerçekliliği kanıtlanmış değildir.
Zonguldak’ta taş kömürü bulunması hikayesinde ‘’Askerden dönen Uzun Mehmet’in dere kenarında siyah taş bulup , bunu padişaha getirmesi ‘’anlatılır. Oysa taş kömürü dere kenarında bulunabilecek bir maden parçası değildir.
Bu hikayeye inanmak , günümüzde Karadeniz’de bulunan gazın, 100 sene sonra Filyoslu bir balıkçı tarafından bulunduğuna inanılması gibi bir şey olur. .
Uzun Mehmet Hikayesi şöyle dursun; ben size o yılların şartlarını anlatayım. Çünkü bu sır , o günün koşullarındaki gelişmelerle alakalı olduğunu düşünüyorum.
1820’li yıllarda Osmanlı Devletinin kömür araması manasızdır. Zira o dönemde taş kömürü kullanacak ne fabrika vardır ne de ısınma sistemleri uygundur. Sarayda ısınma sistemi odun şömineleri ve mangallarla sağlanmaktaydı. Ayrıca o dönem Osmanlı donanmasında henüz buharla çalışan bir gemi de yoktur. 1860 yıllarında 3 adet buhar makinesi satın alınmış ama bu öğrencilere eğitim vermek için kullanılmıştır. Yani: Osmanlı Devletinin 1800’lü yılların ortalarına kadar taş kömürü ihtiyacı bulunmuyor.. Fakat Avrupa’da sanayi devrimi başladığından bu ülkelerde taş kömür ihtiyacı hat safhaya gelmiştir.
Bunu şöyle de anlatabilirim. Günümüzde ülkemize ‘nadir element’ cenneti deniliyor. Fakat bugünkü şartlarda , bizde nadir elementin karşılığı yok. ABD ve Çin bugün ulaştıkları teknoloji buluşları ile nadir elemente en çok ihtiyaç duyan ülkeler. ABD Başkanı Trump , bazı oyunlar ve yaptırımlarla hem ülkemizde hem de bir çok ülkede nadir elementleri çıkarıp, işletme hakkı istiyor.
1800’lü yıllarda Avrupa’da sanayinin hızlı bir şekilde gelişmesi, Rusya ile rekabetin artması; aynı zamanda Rusları durdurma hamlesi gerekiyordu. Bu yüzden Ruslara, Osmanlı Devletini kullanarak savaş ilan edeceklerdi. Lale Devri ve ardından gelen Mısır Ayaklanması, Kavalalı Mehmet Paşa isyanı ile giderek güçsüzleşen Osmanlı Devleti ; yavaş yavaş İngilizlerin oyununa geliyordu. Rusların, Ortodoksları yönetme hakkı talep etmesi, Batı’nın bunu engellemeye çalışması , bir savaşın geleceğinin habercisi idi. İngilizler ( Britanyalılar) buhar gücü ile çalışan gemilerine güveniyordu. O halde ; kömüre en fazla ihtiyaç duyan İngilizlerdi. Taş kömürünü Avrupa’dan karşılamaları ek masraf ve bunun bölgeye taşınması oldukça meşakkatli olacağından, bölgede çıkartılacak taş kömürüne ihtiyaç duyuyorlardı.. Zaten bir süredir bilim insanları , Osmanlı coğrafyasını didik didik ölçüyor, biçiyorlardı. İlaç sektöründe kullanılacak bitkilerden, bazı sektörlerin ham maddelerine kadar, toplumun yaşam biçiminden , azınlıkların dini inancına kadar incelemelerde bulunan onlarca kaşif, bilim insanı bölgede cirit atıyordu. Bunların çıkardığı tüm raporlar , haritalar, kitaplar Avrupa’da projelere dönüşüyordu. Ömrü hayatı boyunca sadece bir bölgenin haritasını çıkaranlar, hayatları boyunca artık rahat bir yaşam sürecek kadar para kazanmış oluyordu. Sadece bir seyahat ile hayatı boyunca saygın hayat yaşayanlar vardı. 1700’lü yılların sonları ve 1800’lü yılların başlarında bölgemize onlarca kaşif geldi. Bugün bile onların hazırladığı kitap ve haritalardan faydalanıyoruz.
Şimdi böyle bir ortamda ; Avrupa’nın en çok ihtiyacı olan madeni , bir köylü buluyor öyle mi ! Üstelik bunu dere kenarında bulduğu söyleniyor. Eğer taş kömürünü sürükleyen bir dere varsa, o derenin adı muhtemelen Kara dere olurdu. Ama kömür bulunmadan önce o yıllarda böyle adla bir dere bulunmuyor. Hikaye daha çok kovboyların dere kenarında altın aramasına benziyor.
1833’te Urquhart’ın yazdığı , ‘’Turkey and İts Resources11 ‘’ (Türkiye ve Onun Kaynakları), başlıklı çalışmasında, İngiltere'nin o güne kadar Rusya’dan aldığı ham maddeyi , daha kolay ve ucuz bir şekilde Osmanlı topraklarından temin edebileceğinini yazıyor. Hemen akabinde ,1838 yılında İngilizler, Osmanlı ile Baltalimanı Antlaşması yapıyor. Bu anlaşmaya göre; İngilizlere ham maddeyi satın alma imkanı veriliyor. Resmi vergi kaldırılıyor. Bunu II. Mahmut neden veriyor ? Çünkü borcu çok. Hal böyle olunca biraz da çaresizlikten yapıyor bunu . Üstelik Mısır Ayaklanması ile Kavalalı'nın ordusu Kütahya'ya kadar gelince ; Osmanlı oldukça zor duruma düşüyor. İlk önce Rusya’dan yardım istemiş , Rus donanması İstanbul’a gelince, İngilizler boğazların hakimiyetini ele geçirecek endişesi ile Mısır Ayaklanmasına destek vermelerine rağmen ; Osmanlı ile anlaşmaya gidiyorlar. Ve böylelikle 1840 tarihinde Londra Anlaşması imzalanıyor. Suriye, Girit ve Adana Osmanlı Devleti'ne geri veriliyor. Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve soyundan gelenlere, Mısır valiliği üzerinde veraset hakkı tanınıyor. Kavalalı Mehmet Ali Paşa başta antlaşmayı kabul etmese de İngiltere ve Avusturya’nın Beyrut’a asker çıkarması ve İngiliz donanmasının Lübnan kıyılarını topa tutması üzerine antlaşmayı kabul etmek zorunda kalıyor. Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1845'te İstanbul'a gelip padişaha bağlılığını bildirmek zorunda kalıyor. ( Mehmet Ali Paşa'ya her ne kadar Kavalalı dense de , aslen Erzincanlı Alevilerinden. Tıpkı Dersim Ayaklanmasını yapanlar gibi yine destekleyen İngilizler. Yani yine bu ayaklanma da İngilizlerin parmağı var )
Bu gelişmelerden sonra 1948’de ocaklar açılıyor ve ne hikmetse bu ocakları ilk açanlar İngilizler oluyor. Zonguldak’ta İki İngiliz Mühendis Barklay Kardeşler Zonguldak’a geliyor. Ve beklenen Rus Savaşı başlıyor.
1853 yılında başlayan savaşta; İngiliz, Fransız ve Osmanlı bir tarafta , Rusya bir tarata.
Bu ittifakın neticesinde, İngiliz ve Fransızlar buharlı gemilerinin ihtiyacını karşılamak amacı ile Zonguldak’taki taş kömürünü kullanıyor . Tüm madenler İngiliz ve Fransızların denetimine giriyor. Ne tesadüf değil mi ! Taş kömürünün bulunması ile ihtiyaçlarının karşılanması aynı zamana denk geliyor.
Bu ,1865 yılına kadar ''Emanet İdare ve İngiliz Kömür Kumpanyası'' ile sürüyor.
Mesela şöyle düşünün: Arabanız ile Zonguldak’tan Antalya’ya gideceksiniz, yolda yakıt ikmali yapacaksınız ama herhangi benzinlik olmadığını düşünün : İngilizler, Osmanlı topraklarında , onların yakıt ikmali yapabilecekleri benzin istasyonu gibi bir yer bulmaları gerekiyordu. Buldular. Ve Rus Savaşını başlattılar. Rusların Akdeniz’e inmesini engellediler.
Her ne kadar Osmanlı , İngiliz ve Fransızlar , Ruslara karşı başarı elde etmişlerse de ;Osmanlı’nın bu savaşta borçlanması, beraberinde kapitülasyonları getirecekti. Bu Osmanlı’nın çöküşünün başlangıcıdır. Bu da aslında Osmanlı’nın bilime karşı yenilgisidir.
Böyle stratejilerin yaşandığı bir ortamda ;tesadüfen bu taşının bir köylü tarafından bulunması pek inandırıcı gelmiyor.
Bu olaylardan 100 sene sonra;
1936 yılında biraz milliyetçiliğin verdiği hislerle, biraz her şeyi millileştirme isteği ile Zonguldak Halkevi, bu konuda bir araştırma yapıyor. Bu araştırmalar sonucunda da hikayeyi yazıyorlar. Kömürü bulan Ereğli’nin Kestaneci Köyünden Uzun Mehmet adında birinin olduğu fikrini ortaya atıyorlar..
Taş kömürünü bulan neden Uzun Şaban veya Ramazan değil de Mehmet !
Mehmet ismi bizde asker anlamında da kullanılıyor. Mehmetçik gibi. Hikayede Uzun Mehmet’in kısa süre önce askerden geldiğini yazıyorlar.
1936 yılında da taş kömürü çıkartılması milli bir dava haline gelmişti. Bu yüzden madenlerde ölenlere şehit diyoruz.
Hali ile kömürü bulanın adı da milletimiz için kutsal isim olan Mehmet olacaktı.
Millet olarak efsaneleri ve kahramanlığı seviyoruz fakat gerçek pek umurumuzda olmuyor.
‘’Bir deli kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz’’ misali: gerçekleri ne kadar anlatırsak anlatalım , bu hikayeyi yıkmak mümkün olmuyor.
Siz yine de herhangi bir sınavda veya mülakatta ‘’Ülkemizde taş kömürünü kim buldu ?’’ sorusu sorulursa , Uzun Mehmet deyin.
‘’Bu hikaye uydurma’’ derseniz, kaybedersiniz.




