Onunla tanışmamız, 1975 yılında Çelikel Lisesi’nde okurken olmuştu. Edebiyat öğretmenim Ender Balyemez’in önderliğinde, Ersin abimizin yönetiminde, Reşat Nuri’nin “Balıkesir Muhasebecisi” adlı tiyatro oyunu ile katıldığım bir yarışma ile oldu ilk adımım. Halkevi’nde gerçekleşen bir etkinlikti. Zonguldak liseler arası tiyatro yarışmasıydı. İkinci olmuştuk. Birinciliği Fener Lisesi’nden arkadaşım Osman Asa’nın da oynadığı “Çürük Elma” almıştı. Ve tabi ki en iyi erkek oyuncu ödülünü de paylaşmışlardı. Onları hepimiz alkışlamıştık. Tabi bende en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü dört gözle beklemiştim. Yarışmaya katılan tüm liselerin çalıştırıcılarının ve hocam Ender Balyemez’in beklentisi de buydu. Hele yönetmenimiz Ersin abinin heyecanı doruktaydı. Bana çok emeği geçmişti. Törende ödül alacağım diye en iyi giysilerimi giydirmişti bana. Heyecanımız, açıklanan isimle balon gibi sönmüş, hepimiz olduğumuz yerde çakılı kalmıştık. TED Koleji’nden bir başka arkadaş kazanmıştı ödülü. Ersin abinin “Burjuvalar…..” diye başlayan hakaret içerikli bağırmasıyla salon inlemişti. Gözyaşı ve hayal kırıklığı ile bembeyaz olan yüzümü severek, “Koçum üzülme ve tiyatroyu da sakın bırakma!” sözü kulaklarımda çınlıyordu. Ve onu dinledim aşkla bağlandığım tiyatroya, Zonguldak Halkevi’nde devam etme kararını aldım. Üzülmüştüm, kırılmıştım ama asla yılmamıştım.

O günden beri benim ikinci adresim olmuştu Halkevi. O yıllardaki başkanımız, E.K.İ de ki Eğitim Müdürü Ali Demirel’di. Pek ortada gözükmezdi. Tüm faaliyetleri çok sevgili abimiz Çetin Sezgin yönetirdi. Onu bilir, onu severdik. Ve bir çok oyunumuzun yönetmenliğini de o yapardı. Çeşitli okullarda ve festivallerde oynadığımız rol aldığım “Ali yerine Veli”yi ve yalnızca Halkevi’nde oynayabildiğimiz Necati Cumalı’nın “Ezik Otları”nı o yönetmişti. Zeki Elibol, Mustafa Öztekin, Ömer Savaşkan, Pirali  Koç ve Mehmet gibi bir çok yetenekli, kaliteli oyuncular ile birlikteydik sahnelerde… Tabi bir de üstadımız, pirimiz “Babamız” vardı. Hiç unutmuyorum; ”Ezik Otlar”ın provasında rol sırası bende iken kısık sesiyle: “Aferin oğlum çok iyisin!” demesi beni o gece uyutmayacak derecede sevindirmişti. Kolay mı öyle “Baba”dan aferin almak… Evet, Selanik’ten göçüp gelen İstanbul sahnelerinin kralı “Baba” lakaplı Memduh Oynar’ı unutmak mümkün mü? Sesi kısılınca Zonguldak’a yolu düşen ve bizlere çay servisi yapan “Babamızı” rahmetle anıyoruz. 1940 yıllarında başlayan şehrimizin kültür ve sanat hareketine emek veren bu ünlü şahsiyetimiz şimdi Asri Mezarlığı’nda yatmakta.  Ona her anında destek veren ve bizzat elleri ile mezara koyan Çetin Sezgin abimizin kadirşinaslığını da unutmamak lazım. Şu anda hastalığı ile mücadele eden sevgili Çetin abimize şifa dilerken; Memduh Baba’ya da “ruhun şad olsun” diyoruz.

Yıllar geçip 77’li 78’li yıllara geldikçe, siyaset de yavaş yavaş karışmaya, karıştırmaya başlamıştı aramıza girerek. Devrimci, ülkücü sözleri aramızda konuşulan yeni sözcüklerdi. Ben Ankara’da okuyan üniversite öğrencisiydim. Halkevi’nde huzuru bulduğumdan bu ayrımların yapılmasına hiç sıcak bakmadım. Tiyatro ekibimiz, Gülbeyli, Celalli, Mustafalı ve Hasanlı Kılıç-Kalkan oynayan arkadaşlarımız dağılmasın diye çok uğraş verdik. Hani meydanlara; “Hayyt..” diye girip “Allah, Allah” sesleri inlettiğimiz o anlar bitmesin istemiştim. Kılıcın kalkana vurup çıkardığı kıvılcımlar sönmesin, o sıcak arkadaşlık bitmesin devam etsin diye… Amasra, İnkumu, Ereğli ve Alaplı festivallerinde Altan’ı, Ertan’ı, Yüksel’i, Mücella’sı, Mahmut’u, Şeyda’sı ve Selma’sı hep birlikte omuz omuza boy gösterelim diye. Çetin abimizin dediği gibi Halkevli onurunu taşıyarak aramıza ayrılık nifakı sokmadan… Rasim’in yanık sesinden, İlhan’ın kanununun, Topal Fikret’in, Orhan’ın ve de Melih’in kemanının büyülü sesinden uzaklaşmak yıkım olurdu hepimize… Üzülürdük boynumuz da bükülürdü.

Ki öylede oldu. Kara bir bulut çöktü üstümüze. Birbirimizin gözüne bakıp, neşelenip icra ederken sanatımızı, tanıtırken kültürümüzü birden görmez olduk tanımaz olduk her bir yüzümüzü… Sağcı olduk, solcu olduk her birimiz aynı yoldan dahi yürüyemez olduk. Düşman olduk kardeş iken… Şaka yaparken birbirimize, şimdi olduk her birimiz yaramaz bir çocuk… ”Güneşin zaptı yakın” derken, zapt edilen bizim gençliğimiz oldu. “Tanrı Türkü korusun” diye haykırırken bizler, sokaklarda korunacak yer bırakmadık… Kaybolan hayatımız, yiten gençliğimiz oldu. Ve anılarda kalan neşeli, kahkahalı, omuz omuza mutluluğu paylaştığımız o “Halkev’li” günlerimiz ve gururumuz kaldı… Ve biliyor musunuz, hala zaman zaman bir araya gelen Halkev’li arkadaşlar “Güneşi zapt etmeye” yalnız gitmekteler. Zonguldak’ın kültürüne sanatına bir zamanlar damga vurmuş bu güzide ocağın bazı üyeleri çağrılmamaktadır. Ya da ulaşılamamaktadır. Halkevinin bir üyesi, bir seveni olarak üzüntüm de bu…

Her şartta, her ortamda bizlerin arasına siyaseti sokmayan, hiçbir ayrıma uzun süre müsaade etmeyen Çetin Sezgin abimize hürmetlerimi sunmayı bir görev kabul ediyorum. Ve büyük çaba harcayıp bir türlü bastıramadığı kitabının da, en kısa sürede raflarımızda görmeyi umut ediyorum. O kitap da Zonguldak’ın kültürü ve sanatı var…

Haftaya… Belediye Sineması’na konulu yazımda buluşmak dileği ile sevgiler, saygılar…