11 Mayıs Pazar günü tüm dünya Anneler Gününü kutladı. Yazılarım Perşembe günü yayınladndığından bir kaç gün gecikmeli olarak o güne dair duygularımı izninizle bugün paylaşıyorum. 13 Mayıs Salı günü saat 15.30 da SOMA'da bir özel ocakta ülkemizin bu güne kadar yaşadığı maden facialarının en büyüğü yaşandı ve şu ana kadar 205 canımızı feda ettiğimiz bilgisi edinildi. Bu konuda da yazacaklarım olacak, ama yüreğim, yüreklerimiz tıpkı SOMA gibi, cayır cayır yandığından, kafamın içi mahşer yeri gibi olduğundan düşünmeden çalakalem yazamam. Bir hafta sonraki yazımda çizgimden uzaklaşacağım çünkü hayat daima neşe barındırmıyor. Yastayız. Maden şehitlerimize Allah'dan rahmet ailelerine yakınlarına ve Türkiyeme başsağlığı diliyorum. Mekanınız cennet olsun emekçi kardeşlerim. Nurlar içerisinde yatınız.

83 senesinde sel felaketi olduğunda ablam ve ben üniversitede okuyorduk. Şehrin, Meyhane Sokağı diye bilinen yerindeydi, babamın kunduracı dükkanı. Felaketin ortasında kaldı ve olduğu gibi sele gitti dükkan. Bir çoğu gibi, bizim için de sonuç değişmedi. İFLAS. Tam bu sıralarda maddi buhran içerisinde debelenmekteyken, sonradan anlattığına göre, hem ablam hem ben aynı anda para istemişiz annemden. Çarşıya inmiş bize para yollamak için ama elde yok avuçta yok. Ne yapsın, aklına alyansı gelmiş ve onu satmış. Yarı parasını bana, yarı parasını ablama yolamış. Ama cebinde dolmuş parası kalmamış. Eve yaya olarak dönmesi gerkince, düştüğe duruma çok içerlemiş ve Kadırga'nın o dik, o insanın ciğerlerine kast eden merdivenlerinden ağlaya ağlaya çıkarak gelmiş eve.  

Annem, bildim bileli dikiş dikerdi. Her daim aile bütçesine azımsanmayacak katkısı olmuştur. O'nun iğnenin gözünde çalışarak kazandıklarının takviyesiyle okuduk. Bizlerin, bu zalim, bu acımasız dünyada herşeye rağmen dimdik ayakta durabilmemiz için çırpınmıştır hep. Hiç unutmam, haftada bir kez telefonla görüşebiliyorduk. Çünkü haberleşmek şimdiki kadar kolay değildi. İlk yıllarda, PTT binalarına gidip numara yazdırır, bağlanıp ta konuşabilmek için saatlerce beklerdik. Sonrasında kampüse telefon kulübesi kurulmuştu. Fakat  onlarda da aşırı sıra olurdu. Tam sıra geldiğinde de genellikle, jeton haznesi dolduğundan hizmet dışı kalır, görüşme yapamaz, hevesimiz kursağımızda kalarak  yurda dönerdik.

Evcimen yapım dolayısıyla alışamamıştım gurbette okumaya. Her görüşmemizde ağlayarak, gurbette okumanın bana göre olmadığını, alışamadığımı, babama söylemesini ve eve dönmek istediğimi söylüyordum anneme.  O'da bana "Az daha dayan, bir kaç gün sonra bakarız, şu sınavlarını bi atlat" gibisinden cümleler kurarak, bulduğum mantıksız çözümü öteleyip, biraz daha zaman geçmesini ve böylelikle alışmış olacağımı umuyordu. Tüm bunlara aldırmayıp, döneceğim diye tutturunca bir gün artık tepesi attı ve aynen şu direktifi verdi ve "BANABAK, ORADAN YA DİPLOMAYLA, YA DÖRT KOLLUYLA DÖNECEKSİN, SEN SEÇ.. BİR DAHA DA ZIR ZIR AĞLAYIP DÖNECEM DİYE DELİRTME BENİ " dedi. Tabi can tatlı, mecburen seçimimi yaptım ve diplomayla döndüm. Düşünüyorum eğer bu direnci göstermeseydi annem, şimdi ben kimbilir ne halde olurdum. Babadan kalan tezgahımız da yoktu ki ona güvenseydik.

İzninizle bu paragrafta anneme sesleneceğim;

Kendi ekmeğimi elime veren annem, benim kutsal varlığım, sebeb-i varlığım, biz duygularını yan yanayken dile getiremeyiz bilirsin, bunu da senden öğrendik, ama seni ne kadar sevdiğimi bilemezsin süslü pakizem benim. Canımın ta içi, gözbebeğim, başımın tacı. Sen olmazsan benim tacım olmaz o zaman da kimsenin prensesi olmam. Maharetli ellerinden, o ışıl ışıl gözlerinden öpüyorum. Yalnız bi konuda seni affetmiyorum, insanın mutfağı bu kadar güzel olmamalı, bak senin yüzünden dobiş dobiş geziyorum, yemek keyfi beynime kazındı vazgeçemiyorum be yav.

"ANNE" demek dört harfin yanyana gelmesi değildir, Kocaman bir dünyadır ANNE. İçinde çocukları için çarpan koca bir yürek vardır, Bir sürü de melek kanadı. Sevginin dağları vardır, doruklarında çocuklarının adı yazılı bayraklar asılı. Uçsuz bucaksız bozkırlar vardır evlatlarının güvenle yatıp yuvarlandığı ve sımcıcak bakışlarıdır o dünyayı ısıtan güneş. Dünyada hiç bir güç bizi annemiz gibi koruyup kollayamaz. Anneannem rahmetli, hem kendi kocası hemde diğerlerinin kocalarına bakıyor ve bir tane hayırlı koca göremediği için bizlere hep "aman kızım annenizin kıymetini bilin, o giderse dağılırsınız kimse bakmaz gözünüzün yaşına" diye nasihat ederdi biz torunlarına.

Annemin şahsında, Tanrı'nın anne olma ayrıcalığını tanıdığı tüm kadınların Dünya Anneler gününü kutluyor ellerinizden öpüyorum. Bu konuda sizleri çok kıskandığımı itiraf etmeliyim. Biyolojik olmasa da bir dolu çocuğum var benim de. İçimdeki çocuk sevgisini onlara bölüyorum ve böldükçe çoğaldığını görüyorum. Bu da benim çözümüm. Bir yerde okumuştum, annemizi kaybettiğimizde bitermiş çocukluğumuz. Onlar hayattayken her zaman çocuk olma lüksüne sahibiz. Onlar gitmese ve çocukluğumuz hiç bitmese keşke.

Anneler, varsa cennet, sizlerin ayaklarınızın altında ama bu dünya da ellerinizden öper. Sizler şekillendireceksiniz çocukları ve onlarda şekillendirecek geleceğimizi. Görev azami seviyede ehemmiyetli bir o kadar da kutsal. Kaç yaşına gelirsek gelelim, "anneme söylersem görürsün" cümlesindeki güveni hissederek çocukluğumuzu, daha nice yıllar yaşamak ve daha nice anneler gününde sımsıkı sarılıp kokunuzu içimize çekebilmek  dileğiyle hörmetler efendim...