Bayram geldi geçti. Kurban vesilesiyle bir yıllık protein ihtiyacımızı stokladık vücudumuza Elhamdülillah… Bayramın arife haftası ve akabinde bir şeyler daha stokladık vücudumuza. En tepemize, kafamızın içine, beynimize.

   “Sen de ne konuşuyorsun?” diyenler olabilir bu lafım üstüne. Haklısınız, hemen izah edeyim. Efendim, mevzu bahis olan gazetecilik. Hani şu eninde sonunda tencerenin altına konulan mürekkep basılı çarşaf çarşaf sayfalara kelimelerin döktürüldüğü meslek.

   Bahsettiğim takvimde, gazetecilik babından vuku bulan dört mesele üstüne atıfta bulunmayı görev tecelli ettim kendime. Memleketin gazetecilik seceresinde üçü kötü haneye, neyse ki biri iyi haneye yazılan dört meseleyi bir baskı daha yapıp gözler önüne sermek istedim. Boynumun borcu, bundan sonra varsın gitsin bu baskı da tencerenin altına.

   Evvela Oral Çalışlar diye bildiğimiz zat-ı muhteremden başlayalım.  Meğer herifçioğlu ne badireler atlatmış!  “12 Mart’tan 12 Eylül’e Mamak” ve daha 17 kitabın ve de yüzlerce makalenin yazarı Çalışlar, ne merhalelerden geçtiğine dair kendine bayağı bir nüfuz ettirmişken “pat” ortaya iadeli teahhütlü bir mektup çıkageldi.

   12 Eylül 1980 askeri darbenin olduğu dönemde kapatılan Aydınlık gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni olan Çalışlar’ın bizzat Kenan Evren’e gönderdiği darbeye sevgi imalarıyla dolu üç sayfalık mektubu, kafaları allak bullak etti arife haftasında.

   Mektup dillerde nağme olunca bir de tevazu gösterdi lapacı güvercin. “...Keşke o mektup yazılmamış olsaydı” gibisinden.

   “Gönderilmemiş Mektuplar” olmadı, “Yazılmamış Mektuplar” yani aşk sendromu. Aşikar bir durum.

   Vatan’dan vatanın naçizane başka bir gazetesine geçen Mustafa Mutlu adlı gazeteci ferdi, ikinci meselenin ana karakteri. “Değirmencinin Kızı” gibi daha kendine has kitaplar yazması gereken bu muktedir ,“Dön Kardeşim-İktidar Medya İlişkilerinin Perde Arkası” diye bir kitap yazarak, değişik alanlara el atma kabiliyeti de göstererek şaşırtmalar yapabiliyor.

   Kürtçe yayın yapan TV kanallarını izlemek için çanak anten kullanmaya başlayan Kürtlerin, ahlak çerçevesini aşarak başka frekanslara kaydıkları yönünde fikir beyan eden bu muktedir, beyin fırtınası yaratacağını sanıp, kendince sosyolojik akıl taneleri yumurtladı bir röportajında.

   Emniyet raporlarına göre 1990’lı yılların başından itibaren Kürt bölgelerinde çanaklar kurulduktan sonra ensestin patladığını, seks shoplarda satışların arttığını yumurlayan bu muktedir, faili meçhul cinayetlerin katbekat arttığı bir dönemde, gazeteci açıkgözlülüğüyle ne menem bir rapora kafa taktığını göstermiş oldu ki, pes doğrusu!

   Bir de gazeteci kızımız var maalesef. Son kötü örnek. TGRT muhabiri Sultan Akten. Bu kızımız da ne yapmış etmiş, sütünü içmiş, akşam erkenden yatmış, sabah erkenden kalkmış ve bayram namazı çıkışında onca bedenden duvarı aşarak Başbakan’dan bayram harçlığı istemiş, 200 TL’yi kapmış.

   Sultan kız, cami avlusundaki bu cimcime yaramazlığını gazeteci camiasında ört bas etmek için “... Ben işimi yaptım!!”  cümlesiyle biten bir tuluat yaparak, kendisine bile muhalefet olduğunun altını çizmiş.

   “A be kızım, madem kendine bile muhalifsin, bayramın ikinci günü, üçüncü günü, çoluklu çocuklu grevdeki işçileri neden haber yapmazsın? A be, cimcime, yaramaz kız!” diyesi geliyor insanın.

   Dört meseleden sonuncusu yani iyi olanı, Sami Menteş adlı genç gazetecinin alanındaki kahramanlığı. Yurt Gazetesi Muhabiri Sami Menteş 9 aydır cezaevinde tutukluydu. 21 yaşında, en genç tutuklu gazeteci olarak memleketimizin demokrasi hatıra defterinde yerini alan Sami, eften püften sebeplerle kara kaplı kitaba riayet etmediği hususunda kılıfına uydurulmak istenirken, bayram arifesi ilk duruşmada tahliye oldu.

   Genç gazeteci daha özgürlük parendesini atmadan önemli beyanatlarda bulundu. 62 gazetecinin tutuklu olduğu hakikatine dikkat çekerek şunları söyledi:

   -Gazeteciler faili meçhul cinayetlerle susturuluyordu. Şimdi de itibarları katledilmeye çalışılıyor.

   -Cezaevleri gazetecilerin staj yeri.

   -Gezi Parkı süreci büyük bir kırılma yarattı, dayanışma ruhunu ortaya çıkardı.

   -Yapabilecekleri en büyük şey beni tutuklamaktı.

   Üç kötü meseleden sonra Sami’nin beyanatı ne kadar samimi, ne kadar içten, ne kadar gerçek, ne kadar açık-aydınlık, fosfor fosfor... Beyinlere bire bir! Efendim, bayramlık ağzımı şuncacık açıp da ikinci baskı dört kelam laf ettiysem, inan olsun hayırlara vesile olsun diyedir!