Tüm toplumlarda kabul görmüş ortak değerlerin oluşturduğu mutlak vicdan muhasebesi ürünü bir olgudur Kamu Vicdanı. Öyle ki ülkeden ülkeye, toplumdan topluma farklılık gösterse de değerler aslında aynı noktaya çıkan bir aritmetiği vardır. Ortak bileşkesi Adalet olan kamu vicdanının karşı karşıya kalabileceği en büyük tehlike ise yargının ve adaletin örselenme ihtimalidir.

            Günümüz dünyasında çok sık görülmese de ülkemizde bugünlerin en hassas konusu adaletin zedelenmesidir. Hep birbirini izleyen olaylar ve sonuçlarının kamu vicdanında yarattığı tahribatlara bir de tartışmaya açık yargı kararları eklenmesi herkesin kendi adaletini kendisinin sağlaması gibi tehlikeli bir noktaya vardırabilir insanları. Sokak ortasında silahlı çatışma görüntüleri, saç saça baş başa kavgalar, kadına şiddetin sürekli doz arttıran olayları, çocuk istismarının ayyuka çıkmış olduğu kimi davalarda yargının kararlarında karşılaşılan, hukukun içerisinde yer aldığı belirtilmekle beraber kamu vicdanında pes dedirten uygulamalar bizlerin ürpermesine ve hayrete düşmesine vesile olmaktadır.

            Çok değil daha birkaç yıl önce toplum gündemini aylarca meşgul eden ve yöneticisinden, hukukçusuna herkesin mutlak adalet isteği ile çerçevelenmiş kimi davalar, aradan geçen süre zarfında sıcaklığını yitirmiş ve uzun süren yargılamalar ile gündemden düşmüş gibi görünse de aslında için için yanan bir kor gibi dağlanmakta yüreğimiz. Bir düşünün, kadın tecavüze uğruyor, sonra bilmem kaç katlı binadan atılıyor, tüm deliller toplanıyor ve suçun sabitliği kanıtlanıyor. Yetmiyor adli tıp bilimsel tespiti ile bu olayın çirkin tarafını da onaylıyor. Ancak mahkeme salonunu ve yargı kararını etkileyecek bir sürpriz ortaya çıkıyor. Kravat evet kravat. Adam Mahkeme salonunda süt dökmüş kedi gibi uslu duruyor, kravat takıyor, cezaevinde bir olaya karışmıyor, daha önce bu ve benzeri bir suça karışmıyor, mahkeme heyetine saygılı davranıyor ve kolluk kuvvetlerine güçlük çıkartmıyor diye iyi hal indirimine layık görülüyor. Oysa bir canı almakla kalmamış, hunharca ve canavarca hisle bir cana kıymış, hatta aileden yardım da almış. Ve hatta bu aile bireyleri olan biteni gizlemek ve karartmak için dahiyane olmayan işler de yapmışlar. Sonuç indirimler, indirimler ve neredeyse bunda ne var ki canım biz ne cinayetler gördük noktasına indirgenmiş bir sonuç.

            Ülkemizde işlenen kadın cinayetlerine bakıldığında 2021 yılında 339 kadının erkekler tarafından öldürüldüğünü, 213 kadının ise şüpheli şekilde cinayete kurban gittiğini görmekteyiz. 793 Kadının şiddete uğrayarak yaralandığı, 208 çocuğun istismar edildiği adli istatistiklerden anlaşılmaktadır. 2021 yılında işlenen bu türden suçlar ise 2020 yılına göre % 20 artış göstermiştir. Peki cinnet hali topluma egemen olmuştur diyebilir miyiz? Kesinlikle evet ancak hiçbir gerekçe Kadın cinayetlerineve Çocuk istismarına gerekçe olamaz.

            Sanki toplumda bir kötülük pandemisihakim olmaya başlamış gibi. Adaletin sorumluluğu arttıkça da işler karışmaya sap ve saman birbirinden ayırt edilemez noktaya taşınır olmuştur. İşte bu noktada ağır yara alan kamu vicdanı ile karşılaşıyoruz. Hukukun içinde veya dışında olan herkesin yok artık dediği kararların yarattığı korku iklimi ülkeye egemen olmadan mutlaka önlem alınmalıdır.

Katalog suçların en başta geleni cinayetler ve çocuk istismarı bu ülkenin artık indirime değer kararları arasında yer almamalı.Yaptığımız küçük bir araştırmada görüyoruz ki “ceza yasalarında yer alan suçların tüm mağdurları kanun koyucu bakımından dikkate alınır ve eşitlik kuralı gereğince ilkesel olarak mağdurlar arasında fark gözetilmez. Ancak bazı düzenlemelerde çocuk, beden ve ruhsal olarak kendine yetemeyecek durumda olanlar, kadınlar özel olarak suç tipinin nitelikli halleri içerisinde yer alırlar ve fail ya da failler açısından daha ağır yaptırımlar öngörülür. Mesela kasten öldürmenin “çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı” (TCK m. 82/1-e), kasten yaralama (TCK m. 86/3-b), veya cinsel saldırı (TCK m. 102/3-a) suçunun “beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı” işlenmesi halleri.” gibi bir hukukçu tespiti var. İşte bu noktadan hareketle ülkemiz gündeminden düşmeyen bu konuda yaptırım gücü ağır ve mahkeme heyetinin elini rahatlatan ancak cinayetlerin hangi saiklikle işlendiğini gözlerden kaçırmayan bir düzenlemeye behemehâl ihtiyaç bulunmaktadır. Zira kadın ve çocuklarını koruyamayan ülke konumuna gelmemek ve neyin içinde yaşadığımızı bilemeyeceğimiz bir döneme doğru gitmemek için önlem almak zorundayız.  

Unutmayalım ki kötülerin ruhları kısır bir su birikintisi gibidir. Suyunu döken bulamayınca kurur gider.