Bir ülke düşünün ki ekonomisini inşaat sektörünün kollarına bırakmış, bir ülke düşünün ki ekonomisini kollarına bıraktığı o sektörün ileri gelenlerinin her istediği yasal düzenlemeyi anında yapar olmuş ve bir ülke düşünün ki her gün yap boz tahtasına döndürdüğü ihale yasası ve imar mevzuatı ile sermayeyi kediye yüklemiş olsun. İşte bu yazımda da imar pastasının neden bu kadar tatlı hale geldiğini anlatan satırlara yer vereceğim. Hiç kuşku yok ki imar ve inşaat sektörünü anlatırken, sektörün elde ettiği kazanımları, bu sektörden ekmek yiyen çalışanları veya bu projelerin iznini veren yetkilileri zan altında bırakmak niyetinde değilim. Ancak bir nokta var ki o nokta da anlatılmadan bu yazı asla anlaşılamaz. Bugün sizlere doğru veya yanlış uygulanmış  Kentsel Dönüşüm uygulamalarından bahsederek önümüzdeki günlerde Zonguldak’ta daha da sık duyacağımız bu kavramın ülkemizdeki bazı uygulamaları üzerinden kentimizde gerçekleştirilecek projelerde bence dikkat edilmesi gerekli yönleri bilginize sunacağım.

İmar rantının gelişmesi ve bu pastadan pay almaya çalışan zümrenin en çok istismar ettiği konu hiç kuşku yok ki 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun olmuştur. Öyle ki bu kanun hakkında en ufak bilgisi olmayan müteahhitler ve sözüm ona uzman niteliğindeki hukukçulardan oluşan ikna timleri, bu kanunun kapsamına alınan bölgelerde adeta tapu veya tapu tahsisi avına çıkmışlar, bu bölgelerdeki hak sahipleri üzerinde baskı odağı haline gelmişlerdir.

Peki bu yasayı imar pastasının en kıyak dilimi haline getiren süreç nasıl gelişmişti ve ne olmuştu da bu dilimden istifade etmek bir ayrıcalık olmuştu?

Gündeme geldiği günden ve taslak metin halinde kamu kurum ve kuruluşları ile bağlı ve ilgili kuruluşlarının görüşüne sunulduğu tarihten beri; gerek bu kurum ve kuruluşlar gerekse meslek odaları ile afet ve imar mevzuatı konularında yetkin kişi ve kuruluşlar tarafından yoğun eleştiri alan bu Kanunun, Anayasa’ya aykırılığı tespit edilmiş ve beklenildiği gibi de Anayasa mahkemesi tarafından itiraz konusu bazı maddeler Anayasayı ihlal ettiği gerekçesi ile iptal edilmişti. İptal edilen maddeler ise bu kanunun neden kabul görmemesi gerektiğini bağırır gibiydi. Öyle ki; Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına verilen olağanüstü yetkiler ile diğer kanunlardan üstün konuma gelen bu kanunu diğer kanunların bazı maddelerini bile kendi bünyesindeki uygulama önceliği ile bertaraf ediyor, ayrıcalıklı ve yasalar üstü bir konumda kendine yer buluyordu. İşte tam da bu noktada o muhteşem kentsel dönüşüm projelerinin sahibi ve iktidardan vizeli müteahhitler devreye giriyor, bazı belediyelerin bir bir açıkladığı kentsel dönüşüm projelerine gelir paylaşımı odaklı ortak oluyorlardı.

Sonra ne oluyordu? Göl kenarı, gölet manzaralı, kanal projesi destekli, havaalanı ve otoyollara yakın, metro istasyonlarının hemen yanı başında, AVM si ve fitness centerı olan, sosyal donatı şampiyonu ve daha da önemlisi vaatlerin en can alıcı noktası değeri artmış mülkler bir bir görücüye çıkıyordu.

E Peki burada yaşamını kıt kanaat idame ettiren, yarı aç yarı tok yaşam mücadelesi veren, büyük çoğunluğu açlık sınırının altında yaşayan halk ne oluyordu? Onlar değer artışı vaadi ile kandırıldıklarını, özellikle TOKİ ile anlaşmalı belediye şirketlerine devrettikleri tapularını ve karşılığında kendilerine vaat edilen hisselerinin bir başka ele geçtiğinde anlıyorlardı.

Hatta kendilerine öyle bir geri ödeme takvimi çıkarılıyordu ki bu meblağları kazandıkları para ile ödeme şansları asla bulunmuyordu. Bu noktada tek çıkar yollarının projeye devrettikleri brüt metrekareye karşılık gelen hisseyi satmak veya devretmek olduğunu anlıyorlar ve can havliyle paralarını alıp bu rüyadan uyanıyorlardı. Hatta İstanbul Fikirtepe örneğinde olduğu gibi evlerinden oluyor hem de bir daha asla ev sahibi olamamak gibi bir sonla karşı karşıya kalıyorlardı.

Bakalım bu imar pastasından başka nereler nasibini alıyor, kimlerin rüyaları kâbusa, kimlerin hayalleri gerçek oluyor? Bundan sonra da yazmaya devam etmeyi düşündüğüm nokta tam da burası.

Bu dönüşüm anaforundan en başta tarım alanları, zeytinlikler,  yeşil alanlar, sit alanları, parklar, meralar, tarihi kent vasfı taşıyan alanlar, eğitim tesisleri, hastane alanları, askeri bölgeler, devlete ait lojmanlar veya dinlenme tesisleri ve daha nice alanlar etkileniyor İmar talanına kurban ediliyor.

Dahası da var. Milli Güvenliğimizin teminatı niteliğindeki Askeri Yasak Bölgeler ile Güvenlik Bölgelerinin birer ikişer kent dışındaki alanlara taşınarak bıraktıkları son derece kıymetli araziler ile bu bölgelerin yıllarca sağladığı güvenlik sonucu çevresinde kurulu bulunan orman veya yeşil sahaların da dönüşüm alanı kapsamında değerlendirilmesine olanak tanıyan uygulamaların hayata geçirilmesidir. Bir açık hava müzesi ve tabiat parkı görünümüne sahip olan ülkemizi kemiren ve bu varlıkların tümünün tehlike altında olmasını temin eden yasa veya kararnamelerin bir biri peşi sıra yürürlüğe konması ile adeta imar talanına açık hale getirilmesi, kentlerin kültürel ve endüstriyel miraslarını barındıran alanların yerle bir edilmesi, tüm haykırışlara rağmen Ankara’nın orta yerinde İller Bankası Binasının yıkılması ve sonrasında yargının iş işten geçtikten sonra yok bu yanlıştır demesi yapılan yanlışların yargı tarafından da geç de olsa tespit edilmesi anlamına gelmektedir. Doğal sit alanlarımızın en önemlilerinden bir olan Burdur Salda Gölü ve Trabzon Uzun Göl çevresinde yapılaşmaya ve hatta Millet Bahçesi görünümlü bir kıyıma izin verilmesi, kültür varlıklarımızın aslına uygun revölve projeleri ile yeniden kültürel zenginliğimize katılması yerine talan mantığı taşıyan yaklaşımlarla taaruza açık hale getirilmesi örneğin Beyoğlu civarındaki sermaye odaklı dönüşümü sağlayacak Beyoğlu Kentsel SİT Alanı Koruma Amaçlı İmar Planı ile ilk uygulama adımı atılan ve  trafiğin yer altına alınması ve Taksim Meydanı’nın yayalaştırılması projesi ile olgunlaştırılan, daha sonra Galata, Tophane, Asmalımescit ve Cihangir gibi yoğun olarak konut barındıran yerleşimlerin turizme ve ticarete açılması ve nihayet Taksim Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası’nın yeniden inşası ile son bulacak bir proje uygulama inadıdır. Galataport projesinin Galata ile turistik bağlamda ilişkilenmesini öngören Tarlabaşı, Şişhane gibi kentsel yenileme alanlarındaki turizm ve ticaret odaklı dönüşümü tamamlayacak olması vatandaşın afet riski taşıyan binalardan kurtarılması maskesi altında sermaye odaklı rant telaşına kurban edilmesi anlamına gelmektedir. Aynı şekilde Kıyı Kanunu’nu ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun ilgili maddeleri yok sayılarak, Karaköy ve Tophane’deki yapıların yıkımının ve kıyı çizgisinde yeni inşaatların önü açılması da kamu vicdanını yaralayan diğer konulardır.

Bir başka yöntem ise tüm reddetmelere rağmen özellikle turizm yörelerinde görülen ikincil konut sektörü dediğimiz yazlık konut projeleri ile orman vasfını yitirdiği iddia edilen ve tekrar ağaçlandırmak yerine yazlık projelerinin kullanımına veya Turizm Yatırım bahanesi ile imara açılmak istenen orman alanlarıdır. Bu konuda hazırlık niteliği taşıyan birçok mevzuat değişikliğinin yanında 2/B yasası da devreye sokulmuş hatta iktidar buradan gelecek gelir ile kentsel dönüşüm projelerinin finanse edileceği bile hayal etmişti.

Bu kanundaki imar pastasının kreması ise Hazine dışındaki kamu idarelerinin mülkiyetinde bulunan taşınmazların TOKİ’ye ve İdareye bedelsiz olarak tahsisi ile aynı taşınmaz üzerinde hem kamu kuruluşunun hem de vatandaşın tapu sahibi olacağı vaadidir.  Düşünsenize aslında Milli Eğitim Bakanlığına veya başka bir kamu kurumuna ait bir taşınmaz TOKİ’ye veya Belediye’ye tahsis ediliyor, bu kurumlarda bu taşınmazı üçüncü kişilere satıyor.

Peki Milli Eğitim Bakanlığı veya başka bir kurum bu işten ne elde ediyor? TOKİ kazanıyor, müteahhit kazanıyor, bazı Belediyeler kazanıyor bunu da beyan ediyorlar. Peki taşınmazı devreden kurumların kazancı ne? O kurumlara bu araziler hizmete esas konularında kullanılmak üzere tahsis edilmiştir. O hizmeti veren ve konumu itibarı ile kentin servis alanı içerisinde bulunan bir yeri yarattınızda mı bu alanları satışa sundunuz? Zamanla rantı yüksek alanlar haline gelmiş olmaları o alanların haraç mezat satılmasını mı gerektirir? Bir gün geldiğinde satacak neyimiz kalacak? 

Anadolu’nun en küçük ilçelerine kadar yaygınlaştırdığımız TOKİ projelerinin kalitesini, TOKİ inşaatlarına özel inşaat ve tesisat malzemesi üretildiğini biliyor muyuz? Daha dün Samsun’daki TOKİ evlerinin taşkın mıntıkasında yapılması sebebi ile yitip giden canların yasını tutarken, Hakkari’de TOKİ tarafından afetzedelere yapılan evlerin kolon ve kirişlerinin çatladığını ve bodrum katlarını su bastığını gazetelerden öğreniyoruz.

Şimdi bu yazımızı okuyan okurlarımızın eee bunun Zonguldak’la ne ilgisi var dediğini duyar gibiyim.

Değerli okurlar yukarıda yazdığımız ne varsa bugün Zonguldak’ta o da var. Çınartepe’den Rat’a kadar TOKİ, Acılık TOKİ, Lavuar Alanı TOKİ, Liman Kıyı Düzenlemesi TOKİ. Artık kentsel çöküntü alanı haline gelen ve Zonguldak’ın son 60-70 yılına tanıklık eden Soğuksu, Müftülük, Pazar Alanı, Mithatpaşa Mahallesi ve Karaelmas’ın alt kotları da radara girmek üzere. Şimdi Zonguldak tüm kıyıları ile zaten yoğun bir inşaat ve proje baskısı altına girmişken sırada kent merkezi ve Fevkani Köprüsü gibi acilen endüstri mirasımıza kazandırılması için çalışma yapılması gereken mekânların da TOKİ eli ile Ankara’dan planlanması Zonguldak için asıl felaketin başladığı yer olacaktır.

Birileri gördüğü rüyayı gerçek yapmaya çalışırken, herkesi kendine memur yapmak istiyor. İşte şimdi görülen rüyaları gerçeğe dönüştürürken arta kalan bakiyeleri de yağmur gibi gelen zamlar ve hayat pahalılığı ile ödüyoruz.

Kanal, hızlı tren, hızlandırılmış tren, plazalar, AVM’ler, Manhattanlar, tüp geçitler, köprüler, dev camiler, en yüksek Towerslar, Galataportlar, Ataköy Sahiline 70 metrelik kuleler ve denize havaalanları, TOKİ’ler, uzay uçuşları  gibi projelere, hafriyatına, inşaatına, zemin etüdü diye yapılan ucube araştırmalara ülkemizin geleceğini yatırıyoruz. Bu noktada sorulacak soru net. Bu projelerin hangisi sürekli gelir sağlanacak bir ekmek kapısı, örneğin bu projelerden ülke ekonomisine bir teknokentin veya silikon vadisinin sağlayacağı fayda sağlanabilecek mi? Bu projeler bir kamyon buğday satıp bir koli ilaç aldığımız ülkelerle bizi yarıştırabilecek mi? Acaba 63 milyon Euro ödeyemeyip bilim adamı yetiştirme programından faydalanamadığımız hatta daha tam üye statüsünde bile olmayıp yarı ortaklığı bile yeni onaylanmış CERN’ün farkına ne zaman varacağız? Dünyanın en gelişmiş ülkeleri gibi, CERN tarafından üretilen tüm teknolojik buluşlarından anında yararlanabilecek miyiz?

Konumuza dönersek hiç kuşku yok ki kentsel dönüşüm; vatandaşı değil, kentleri dönüştürmeli, afet riskini, çevre düzenini, vatandaşın ve hak sahiplerinin hukukunu düşünmelidir. Bu özellikleri taşımayan dönüşüm olsa olsa rantsal dönüşümünde öteye giden bir yaklaşım olamaz. İmar Planlarının yapılması sırasında rant odaklı projelerden çok halkın yerinden yurdundan edilmediği ve kentin önceliklerini öne alan bir kurgu ile hareket edilmelidir.

Bu noktada önümüzdeki günlerde hızlı bir biçimde gündemimize gireceği anlaşılan Lavuar Alanı, Fevkani Köprü ve kent içindeki yapıların ıslahı odaklı kentsel dönüşüm projelerinin Zonguldak’ın tüm STK’ları, Üniversite, Meslek Odaları, Esnaf Odaları ve Ticaret Odalarının mutabakatı çerçevesinde ele alınmalı, kentin ihtiyaçları doğrultusunda ve tüm siyasi kaygılardan uzak bir biçimde planlanmasına olanak tanınmalıdır.

Her zamanki hataları yine tekrarlamamalı “Göç Yolda Düzeltilir” mantığını artık bir kenara bırakmalı 50 yıl, 100 yıl sonraki Zonguldak’ı planlayacak öngörü ile hareket etmeliyiz.