Aradan neredeyse 45 yıla yakın zaman geçmiş… Çocuk sesimi sokaktan yükselen “Başka dünya isteriz” haykırışlarına kattığım günlerde kentte neler olup bittiği kadar, sol ve sosyalizm konusunda çok şey öğrendiğimiz “Uyanış” gazetesi adeta bir okul gibiydi bizim harekettekiler için… Ali Bahadır’ın değerlendirmeleri kadar Saffet Can’ın yazılarını da su gibi okur, çok şey öğrenirdik… Başta 1 Mayıslar olmak üzere pek çok günde özel sayı olarak çıkan Uyanış’ı sokak sokak dolaşıp, bağrış çağrış satmaya çalışırdık… Her gazete satışı bir başka eylem, adı konmamış siyasi bir faaliyetti…
 
İlk siyaset derslerini aldığım Uyanış ilk yazı denemeleri yaptığım gazete de oldu… 12 Eylül faşizminin Ali Bahadır’ı önce Çaycuma Cezaevi’nde hapsedip sonra da Samsun’a sürgüne gönderdiği o karanlık günlerde, gazeteyi, eşi Güven abla yönetiyordu… Hamit ağabey de (Kalyoncu) yardım ediyordu yanlış anımsamıyorsam… Şimdi yaşamını Almanya’da sürdüren Çağdaş HASAD’ın kurucu başkanı Çetin (Arı) bir kültür sanat sayfası hazırlayacaklarını söyledi gazeteye… O sayfa için birlikte epey imzasız yazı yazdık… Şimdi ulaşabilir miyim, bilmiyorum… 1983 seli Uyanış’ın tüm arşivini yok etti çünkü…
 
ALİ AĞABEYLE KARŞI KARŞYA DA GELDİK
Komşuluk yapmışlığım da var Bahadır ailesiyle… Zonguldak Senatörü Mehmet Ali Pestilci’nin, bizim mahalledeki evinin orta katında da oturdular bir süre… Uzun yıllar Köksal Toptan’ın da yaşadığı o mahalle, CHP’nin kalesi gibiydi… Nadir Pulat’tan Burhan Karaçelik’e, Hürol Baruönü’nden Pestilci’ye, Mehmet Dilaver’den Ofluoğullarına zamanın efsane isimleri o mahalledeydi… Evlerinin önü oyun alanı olmasına karşın aynı yaş kuşağımdan Burak ve daha küçük olan Burçin Bahadır’la hiç hatıram yok nedense… Sabah gidip, akşam döndüğünden olacak Ali ağabeyi ise hiç görmezdik zaten…
 
Devran döndü Ali ağabey ile karşı karşıya da geldik… Biz üyesi olduğumuz GMİS’te Mehmet Tezer’e yoğun bir muhalefet yürütüyorduk… O da Tezer’in basın danışmanı gibiydi adeta… Sendika gazetesi Uyanış’ın matbaasında basılıyordu… Bize yönelik olumsuz hiçbir yayın yapmasa da, o dönem epey uzak durduk kendisinden… Haberlerimizi Kemal Sönmez’in İnanış gazetesinde daha kolay yayımlar hale geldik hatta… Ofset baskıya yeni geçen İnanış’ın yazı işleri müdürlüğünü yapan Necmettin Kurucu ile aynı dünya görüşünü paylaşıyor olmamız bunun esaslı nedeniydi elbette…
 
KEŞKE SABAHLARA SÜRDÜRSEYDİM O SOHBETLERİ
Ali Bahadır ile ağabey-kardeş ilişkimiz epey sonra gelişti… Ortak dostlarımız sitayişle söz etmiş olmalı ki, kısa selamlaşmalar, hal hatır sormaların ötesine geçmeyen ahbaplığımız Baro lokalindeki öğle yemeği buluşmalarına dönüştü bir süre sonra… Ben sorardım, o uzun uzun anlatırdı bu yemeklerde… Kentin yakın tarihine dair kafamdaki birçok soru işaretini giderdiğim o sohbetler Kaya Taşçakmak, Kemal Anadol, Turan Demirtaş, Namık Aşçı gibi değerlerin katılımıyla zaman zaman tam bir şölene dönüşürdü… Ne kadar üzgünüm… Keşke sabahlara sürdürüp kayıt altına alsaymışım o sohbetleri…
 
Ali ağabey ne yazık ki sonsuz uykusunda artık… Kim ne derse desin bir dönem kapandı Zonguldak'ta... Son 60 yılda, Zonguldak'ta yaşanan süreçlerin en yakın tanığı olağanüstü birikimini de alarak göçüp gitti aramızdan… Düşünüyorum da, ne çok insan yetiştirmiş, ne çok emek harcamış kente… Ekmeğini yemeyen, rahle-i tedrisinden geçmeyen gazeteci kalmamış gibi adeta… Bir tür kent belleği olan arşivi ne durumda bilmiyorum... Bildiğim şu ki, bu kentin her şeyi gibi Uyanış'a da, Ali Ağabeye de yazık ettik...  Tarih denen o büyük akış bu değerbilmezliğimizi de not etmiştir elbet bir tarafa…