“Cevdet abi seni görmek istiyorum.” dedi.
Ben de, “Meslek büyüğümüzdür.” dedim ve geldim.

Biliyorsunuz ki geçmiş yıllarda Cevdet abimizle birlikte gazetecilik yapmışlığımız da vardır. Hatta öyle günler oldu ki, bahis sitelerinde maçlara oynayıp kazandığımız parayla, ertesi güne yetiştireceğimiz gazetenin kâğıdını almışlığımız vardır. Şimdi dönüp bakınca, o telaşı, o yokluk içindeki heyecanı hatırladıkça şimdiden gülesim geliyor.
(SPK duymasın, o günlerin hatırına aramızda kalsın.)

Tabii bir de işin “kağıtçı” boyutu vardı…
Zonguldak’ın kağıtçı Emini’ni unutursak, gazetecilik hatıramız eksik kalır.
Kağıtçı Emin; bütün gazete sahiplerinin peşinde, elinde defteriyle dolaşan, günü geleni icraya veren, paraya geldi mi asla taviz vermeyen, lakabı da boşuna “Kavutçu Emin” olmamış bir abimizdi. Ama ne hikmetse, bu şehirdeki bütün gazeteciler onu severdi. Çünkü bilirlerdi ki Emin, paraya karşı acımasız ama gazeteciye gönülden bağlıydı. Kimi zaman “Emin abi, bu ay da idare et.” diye diye, kimi zaman da “Kupondan çıktı, borcu kapatıyoruz.” diyerek o defterin sayfalarını çevirtmişliğimiz çoktur.

Neyse sevgili dostlar…

Biliyorsunuz ki Cevdet abimiz sadece iyi bir gazeteci değil, aynı zamanda bu şehrin hafızasıdır.
Hatta daha net söyleyelim: Cevdet abi, Zonguldak’ın yaşayan en eski gazetecisidir.

Biz daha hangi mahallede top oynayacağımıza karar veremezken, o çoktan haber kovalamaya çıkmış, matbaanın mürekkep kokusunu içimize çekeceğimiz sayfaları hazırlıyordu. Yani bizim “gazeteci olsak mı acaba?” diye düşündüğümüz yaşta, o zaten “Bu manşet çok yumuşak, biraz sertleştirelim.” seviyesine gelmişti.

Şehrin hafızası olmak kolay mı?
Kimin dükkânı ne zaman açıldı, hangi siyasetçi ne zaman ne söyledi, hangi sokak kaç kere kazıldı, hangi meydanda kim kürsüye çıktı… Hepsini yıllar boyunca not etmiş bir isimden bahsediyoruz. Bir nevi “Zonguldak kronikleri” canlı yayın hâlinde geziyor karşımızda.

Bugün biz 2018’den bu yana ticaretin içinde debelenirken;
– Excel tablolarıyla,
– e-faturalarla,
– maliyet hesaplarıyla boğuşurken…

Cevdet abi hâlâ haberin peşinde. Biz “stok sayımı”, “gün sonu”, “POS cihazı çekmedi” derdindeyken, o “Bu haberin ikinci kaynağını da doğrulayalım.” derdinde. Bizim stresimiz ayrı, onun meslek aşkı ayrı.

Ticaretin içinde öğrendiğim bir gerçek var:
İnsanın başına iyi de gelir, kötü de gelir; kazanırsın, kaybedersin; önemli olan, düştüğünde değil, kalktığında etrafında kim kaldığıdır. İşte burada da devreye vefa giriyor.

Ama altını çizelim:
Bu yazıda Cevdet abiyi “zor durumda”, “ayakta kalmaya çalışan bir ticaret erbabı” olarak anlatmıyoruz. Tam tersine; yılların birikimiyle, mesleğine hâlâ dört elle sarılan, bu şehrin hafızası olma sorumluluğunu taşıyan, dimdik duran bir ustayı konuşuyoruz.

Biz ticaretin iniş çıkışında sallanırken, o hâlâ “haberin dik duruşu”nun peşinde.
Aramızdaki fark biraz da bu.

Ben kendi adıma, 2018’den beri ticaretin içinde yoğrulurken şunu gördüm:
Sermaye kadar kıymetli üç şey daha var:
– İtibar,
– Dostluk,
– Vefa.

İtibar, bu şehirde adının geçtiğinde insanların yüzünde beliren ifade.
Dostluk, telefon açtığında karşından gelen “Ne var, hayırdır?” tonu.
Vefa ise, yıllarca şehre emek vermiş insanları unutmamak, “bu şehrin yaşayan en eski gazetecisi”ne sadece törenlerde değil, normal günlerde de “İyi ki varsın.” diyebilmektir.

Bugün bu satırları yazmamın sebebi de tam olarak bu:
Hem kendi ticari hayatımızın koşuşturmacası içinde kaybolmayalım,
hem de bize bu mesleğin, bu şehrin, bu hikâyenin nasıl bir emekle buraya geldiğini hatırlatan isimlere hakkını verelim.

Bir zamanlar birlikte gazete kâğıdı parasını bahis kuponundan çıkan parayla tamamladığımız günleri gülerek hatırlıyoruz ya…
İşte o günlerden bugüne gelen bir gerçek var:
Hayat değişiyor, teknoloji değişiyor, ticaret şekil değiştiriyor; ama bazı insanlar var ki, bulundukları şehre kattıkları hatıralarla, anlattıkları hikâyelerle, tuttukları notlarla hiç eskimiyor.

Cevdet abi de onlardan biri.
Zonguldak’ın yaşayan en eski gazetecisi, bizim için hâlâ ilk günkü gibi sahada.

Biz ticaret defterini karıştırırken, o hâlâ kentin defterini tutuyor.
İyi ki de tutuyor.

Yoksa bir gün kendi hikâyemizi anlatacak kimseyi bulamayız.
Sevgiyle kalın…