Hem içte, hem de dışta zor günler yaşıyoruz. Hızla irtifa kaybeden Türkiye’nin ibresi bir türlü yükselişe geçmiyor. Her şeyde dibin de dibine vurmaya devam ediyoruz hâlâ… Dış politikada Özallı yıllardan miras “Bir koyup üç alma” aç gözlülüğüne,  “Van minit”den sonra “Al papazı, ver papazı” külhaniliği de eklenince dünyadan soyutlanmak gibi büyük bir fatura kondu önümüze… Çağdaş demokrasi hedefinden uzaklaşarak, üçüncü dünyadaki yerimizi perçinliyoruz iyice... “Tüm ülkelere vizesiz geçiş” umut ederken, yurtdışına vizeyle bile çıkmak hayal oluyor artık…

 

Lafı uzatmaya gerek yok… Tüm hayatı ABD emperyalizmiyle mücadele ile geçmiş bir insanım… 70’li yıllarda, meydanlarda coşkuyla söylediğimiz “Hoşt Amerika, puşt Amerika” şarkısının yankısı duruyor ağzımda hâlâ… Antiemperyalizm, antikapitalizm siyasi altyapımızın fikri zeminini oluşturuyor… Bırakın Türkiye’yi, dünyanın herhangi bir yerinde, adı bile bilinmeyen bir halkın emperyalizme karşı verdiği mücadele kuşlar uçurdu içimizde… Bedel ödemek pahasına da olsa Vietnam’dan Şili’ye, Kamboçya’dan Filistin’e, ezilen tüm halklarla dayanışma içinde olduk…

 

YARIN HANGİ KONUDA NE GİBİ BİR GERİ ADIM ATACAĞIMIZ BELLİ DEĞİL

Tüm içtenliğimle söylüyorum, son kavganın böyle bir temeli olduğuna inansam Erdoğan’ın arkasında safa durmak için bir an bile duraksamam… Ama kazın ayağı öyle değil kesinlikle…  Türkiye bir yandan ABD ile vize kavgası yaparken, diğer yandan, Ortadoğu başta pek çok yerde, birlikte operasyon yapıyor...  ABD Savunma Bakanlığı Ortadoğu Masası Sözcüsü Eric Pahon, “Müttefikimiz Türkiye’nin çabalarını destekliyoruz” diyerek İdlip operasyonuna açık desteğini açıklıyor mesela… Her ne kadar operasyonun Rusya ve İran’la yapılan Astana süreci ile başlatıldığı söylense de sonuç değişmiyor…

 

“Van Minit” ve “Mavi Marmara” süreci de gözümün önünde ayrıca… Erdoğan’ın Şimon Peres’e gösterdiği o tepkinin ardından, İsrail’le olan ticari ilişkilerin değil kesilmesi, hacminin neredeyse iki katına çıkması samimiyeti konusunda yeterince ipucu veriyor bana… Anımsayın lütfen, “Mavi Marmara” gazileri, önce “ümmetin kahramanı” olarak karşılandı Erdoğan’ca… Devran döndü, “Giderken bana mı sordunuz”  sözleriyle refüze edildi sonra da… Yarın hangi konuda ne gibi bir geri adım atılır bilinmez ama bu iki örnek bile her şeyi açıklamaya yetiyor…

 

YURTTA SULH, DÜNYADA SULH

Türkiye kendi ulusal sınırları içinde barışı ve istikrarı sağlayıp gönenç içinde yaşama yerine, sınırları dışında maceralar peşinde koşuyor…  “Mazlum milletlerin umudu” söyleminin arkasında, “Küresel dünyanın rol kurucuları arasında olmak” gibi emperyal hayaller bulunuyor… Yandaş medya yaydığı bin türlü dezenformasyonla, çizilen zikzakları, “Dış siyasetin akıllı manevraları” olarak sunmaya kalksa da, içerideki seçmen kitlesini konsolide etmekten başka işe yaramıyor… Türkiye’nin hükümet dışı kuruluşlardan yediği ambargolara bu kez devletler ekleniyor…

 

Erdoğan, içi boş söylemlerle oluşturduğu maceracı politikalardan vaz geçilmelidir artık… Suriye’de ve Irak’ta istikrarın sağlanıp, yaşamın normalleşmesini sağlamak, Türkiye’nin iç güvenliği açısından da yaşamsaldır… Cumhuriyeti kuranların “Yurtta sulh, dünyada sulh” politikalarıyla, “Misak-ı Milli” ile çizilen sınırlara sadık olunduğu derhal ilan etmelidir dünyaya… Kerkük, Musul’u ilhak edip, güney sınırlarını genişletme çabası ham hayaldir… “Misak-ı Milli yetmez” deyip, başka ülkelerin kentlerine plaka vermek komşularımızla yeni husumet yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.