Hey siz… Kudretli efendiler… Eline geçirdiği makamı daim sanıp kendini memleketin sahibi sayan faniler… Sahi, kimsiniz siz? Her gün televizyonlardan seyredip, gazetelerde ürkerek baktığımız gergin yüzlerinizdeki öfke hangi zehirle besleniyor? Duyana ürkü salan celal, sesinize, hangi değer yitiminden süzülerek geliyor? Kendiniz gibi düşünmeyen, hayatı başka türlü yaşayan insanlara duyduğunuz hınç hangi karanlıkta birikiyor? Dünya malına bunca tamah, sahip olduğunuzu sandığınız tahtları koruyabilmek için aklınızı başınızdan alan hırs, yüreğinizin hangi köşesinde ziftleniyor…

 

Hey siz… Dünya malının, kazandığınız sanların baki mi kalacağını düşünüyorsunuz sizle? Üzerinize yağan gözyaşlarının, kalbinize dolan nefretin, sebep olduğunuz acının kar kalacağın mı sanıyorsunuz yanınıza? Hesap veremeyeceğiniz hiç gelmiyor mu aklınıza? Sahi, hiç düşündünüz mü, yarın ahirette kim tanıklık yapacak size? Hoşgörüden uzak bir duyguyla yetiştirip, sevginin değil kininin takipçisi yaptığınız nesiller mi? İnsanla, tanrısı arasında iyilik, sevgi ve güzelliklerden oluşan bir köprü olan dini, kimin kimle halvet olacağını belirleyen kurallar bütünlüğü sanan âlim müsveddeleri mi? Kim?

 

ŞİMDİ YENİCE ŞEKER KANYONU’NA MI GELDİ SIRA

Hey siz… Dilediğiniz kişiye, ağzınıza geleni, canınızın istediği gibi söyleme cüretini kim veriyor size? Karşı saydığınız herkesi sınırsızca zelil etme zevki, içinizin dehlizlerindeki hangi bastırılmış duygunun karşılığı olarak gün yüzüne çıkıyor? Haysiyet, gurur, insanlık onuru gibi kavramların yalnızca kudretli efendilere has bir değer olduğunu mu düşünüyorsunuz yoksa? “Benim gibi düşünmeyen herkes teröristtir” dediğiniz gibi, “Hayata başka gözlerle bakanların onuru da yoktur… Onlara her türlü zillet revadır” gibi bir fikre de mi sahipsiniz ya da…

 

Hey siz… Tamam, anladık; tacınızı, tahtınızı tehdit ettiğini düşündüğünüz için insanlara öfke dolusunuz… Peki, doğaya gadriniz niye bu kadar? Uzungöl’ü beton cehennemine çevirdiğiniz; Alakır Loç, Kamilet, Galyan, Pülümür gibi birçok vadinin, Çambaşı, Handüzü, Senoz gibi yaylaların, sularına el koyarak tüm canlıların yaşamına kast ettiğiniz yetmedi de, şimdi Yenice Şeker Kanyonu’na mı geldi sıra? Çatalağzı-Muslu’yu “yazıklar olsun” dedirten bir cehenneme çevirirken itirazlarımızı hiç kaale almadınız… Ama yazın bir kenara Amasra’da, Filyos’ta kibirden örülü azamet duvarlarınızı yıkacağız…

 

İLAHİ ADALETE NE CEVAP VERECEKSİNİZ

Hey siz… Hiç düşündünüz mü? Gökhan Açıkkollu’nun hesabını nasıl vereceksiniz mesela? 15 Temmuz sonrasında, bir ihbarla darbeci olduğu iddiasıyla gözaltına alınan ve oradan şüpheli bir şekilde ölüsü çıkan Gökhan Öğretmen’den söz ediyorum… Tanrının değil de dünyevi makamların emrindeki din adamlarınca namazı kılınmayarak ölüsüne eziyet etmişti hani… Yetinilmemiş, cansız bedeni günlerce ailesine verilmeyerek, hainler mezarlığına gömülmeye kalkılmıştı… İşte o Gökhan Öğretmen suçsuz bulundu şimdi mahkemelerce… O bu dünyada aklandı… Peki, siz ne cevap vereceksiniz ilahi adalete…

 

Hey siz… Herkese bir iyilik yapıp, yüzünüzü Anadolu’ya dönün… Kadim topraklardaki dini, dili, ırkı, mezhebi birbirinden tümüyle farklı insanların binlerce yıldır, barış içinde yan yana nasıl yaşadığına kafa yorun bir parça… “Zulmün artsın ki zeval bulasın” diyen Anadolu bilgesinden dersler çıkarıp, hiddetinizi gömün tarihin derinliklerine… “Gönül Çalabın tahtı / Çalap gönüle baktı/ İki cihan bedbahtı / Kim gönül yıkar ise” diye çağlayan sevgiler sultanından nasiplenmeye çalışın… Nasiplenin ki, “Sen kimsin” üstenciliğiyle hiç kimseyi hakir görmeye kalkmayın bir daha… Hey siz… Anladınız mı…