Bu yazımda sizlere unutamadığımız, hep saygıyla andığımız, değerli “Usta”mız Hüsamettin Güven’den söz edeceğim.

Hüsamettin Güven,15.06.1925’de Artvin Hopa’da doğdu. Babası Hasan Şükrü, 917 Sovyet devrimi sonrası Zonguldak’ta “Bolşevik beyannamesi” dağıtanlardan.

      Ailesinin mali durumu nedeniyle, ancak ilkokul 5’inci sınıfa kadar okuyabildi.

Sosyalizm ve işçi sınıfı bilimi ile ilk bilgileri 917 devrimi esnasında Batum’da bulunan babasından öğrendi. İlk yazılarını 1961 yılında Zonguldak’ta yayımlanan değişik gazetelerde yazmaya başladı. Aralıksız 1971 yılı 12 Mart’ına kadar onlarca makale yazdı. Yazılarının tümünde işçiler, köylüler, öğrenciler ve diğer yoksul kesimlerin sorunlarını dile getirdi. Her yazı içinde, bu sorunların mutlak çözümünün ancak “sosyalizm” ile ortadan kaldırılacağını vurguladı.

      13 Şubat 1961’de (birinci) Türkiye İşçi Partisi (TİP), 12 sendikacı öncülüğünde kurulduktan 2 yıl sonra arkadaşları ile beraber TİP Zonguldak il yönetimini oluşturdu. Parti içinde il başkanlığı dahil her kademede aktif görev yaptı.

      04 Ekim 1967’de TİP il örgütü yayını olarak ilk sayısı çıkan “Sömürücüye Yumruk” gazetesinin sahipliğini üstlendi.

      1965 ve 1968 büyük madenci eylemlerinde defalarca gözaltına alındı. 1968 madenci eylemleri sonrası tutuklandı ve aylarca cezaevinde yattı. Cezaevinden çıktıktan sonra iş akdi fesih edildi. Ama birkaç ay sonra yeniden işbaşı yaptı.

     1968 Aralık ayında TİP Genel başkanı Mehmet Ali Aybar ve ekibine karşı “işçi kesiminden uzaklaştılar”,”sınıf mücadelesine engel oluyorlar” diyerek oluşturulan parti içi muhalefet hareketinin başında yer aldı ve parti yönetiminin “oportünist-revizyonist” tavırlarını defalarca “Sömürücüye Yumruk” gazetesinde yazdığı yazılarla dile getirdi.

     Hüsamettin Güven, 05 Ocak 1970’de yapılan TİP olağanüstü kongresinde Genel Sekreter seçildi.

     12 Mart 1971 sonrası diğerleri gibi o da tutuklandı ve 10 yıl hüküm giydi.

     Hüsamettin usta, hep sistem karşıtı oldu. Kaybettiğimiz 1980 yılına kadar yaşamını böyle sürdürdü. Hiçbir zaman Sosyalizme olan güvenini yitirmedi. Cezaevi ve sonrası özel ve ailevi yaşamına hep dikkat etti. Çok ihanetler gördü ama bu ihanetler onu hiç yıldırmadı. Tam aksine o bu ihanetleri “ Eğer burjuvazi boş bulunup böylesi işbirlikçi-ihanetçileri ortaya sürmemiş olsaydı dünya çoktan Sosyalizme geçer ve yoksulluklar ortadan kalkardı “ diye yorumlardı.

      22 Ağustos 1972 de Ankara 3 no lu Askeri mahkeme’ye sunduğu ve kendi hazırladığı “ Savunma metni “ o günün koşullarını ve ustanın dünyaya, emperyalizme ve sermayeye bakışını çok net bir şekilde ortaya koyuyor.

 

 

                    “SAVUNMA

                                                                 22.Ağustos.1972

 

      İddia makamı 26 Temmuz 971/85 sayılı iddianamesine sadık kalarak 12 Temmuz 1972 günü esas hakkında mütealayı hazırlamıştır.

     Bende; 02.Mart. 1972 tarihindeki duruşmada yazılı olarak verdiğim ilk ifademde ısrar ederek davamın “ Politik yönünü” açıklayacağım.

     Yargıcın gerek iddianamesi gerekse son mütealası dikkatle incelenirse bütün suçlamaların siyasi bir mahiyet kaydettiğini yani siyasi polemikten başka bir mana ifade etmediğini anlamak için benim gibi bir ilkokul mezunu olmak bile kâfidir.

     Bu dava suç ve suçluların davası değildir. Bu dava hâkim sınıfların emekçiler üzerindeki hâkimiyetlerini sürdürebilme davasıdır. Bu dava ile emekçi sınıflara gözdağı verilmek istenmektedir. Yani: “ işçiler, köylüler, dar gelirliler, aydınlar, sömürüye karşı çıkarsanız gidecek olduğunuz yer zindandır” denmek istenmektedir. Ve işçi sınıfının istikbalini şimdiden mahkûm etmektir.

      Madem tarihin en eski ulusuyuz, öyleyse neden okulsuz, öğretmensiz, yolsuz, susuz, hastanesiz ve sanayisiz kalmışız? Kim bırakmış bizi?

      Emekçilerimiz işsiz ve aç. Hayvanlarımız aç. Topraklarımız susuz. Bunlara kim sebep olmuştur? Asıl sorun budur. Ama halkımızı uyutan politikacılarımız “ bunlar yok ama hürriyet var derler.” Onun için mi damlara tıkıldık?

      Eğer savcının anası, anam gibi günde 12–16 saat mısır tarlasında kazma sallasaydı. Eğer savcının babası 6 çocuğuna ekmek parası temini için diyarı gurbetlerde can verseydi. Eğer savcı ben ve benim gibi 12–13 yaşında ilkokuldan sonra tahsil imkanı bulamadan gerek kendi gerekse aile efradına ekmek parası kazanmak için gurbetlere düşse, yerin yüzlerce metre derinliğine inip havadan, sudan, güneşten mahrum olarak 27 yıl ömür törpüleseydi ve buna rağmen sömürüldüğü için gene aç gene perişan olarak bir işte çalışma yaşantısına mahkum kalsaydı o zaman anlardı bütün dönen dolapları.

      Ne imiş bizim suçumuz? ”Faşizme hayır”demişim. “Evet” mi diyecektim?    

“Sömürüye paydos” demişim? “Sömürüye devam” mı diyecektim?

“Bilinçlenmek, bilinçlendirmek” istemişim. Bilinçsiz mi olmalıydık?

“Eğitim “ demişim ve istemişim. Eğitimsiz karanlıkta mı olmalıydık?

       Savcı neden korkuyor? Vatanımızda %75’ini teşkil eden işçiler, köylüler, dar gelirliler ve aydınlar iktidar olunca adam mı yerler? Kanlı katil miyiz? Vurguncu, sömürücü müyüz? Hiçbiri değiliz, öz be öz bu vatanın evladıyız. Keselerimizi değil bu vatanı ve vatandaşlarımızı düşünürüz.

      İnsanı ailesiyle birlikte açlığa mahkûm eden bir düzeni sevmiyorum. Sevmeye mecbur değilim. Beni bunlara kimse zorlayamaz.

                                                                                         Hüsamettin GÜVEN  “

 

 

Kendisini ve Yoldaşları saygıyla anıyorum…