Kuran’da “Paralarınız içinizden sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlete dönüşmesin diye Allah’a peygamberine, muhtaç yakınlarına öksüzlere, yoksullara ve yolu kesilmişlere aittir. Peygamber size ne emrederse onu tutun yasakladığından da sakının. Allah’ın öfkesini çekmekten sakının. Allah’ın tokadı çok çetindir. Bundan hiç şüpheniz olmasın.” (haşr-7)  buyrulur.    

İslam’a ilk giren kişinin ilk sözü olan  “Lehül mülk” ile bu mülkün sahibi Allah’tır. Yani “Yerde ve gökte ne varsa onundur, başkasına ait  değildir ” demesiyle  “lailahe illallah”  “Bütün ilahları reddederim, ancak Allah’ı kabul ederim”  demesi aynı anlamlarıı ifade eder.

Kimsenin “bu mülk benim” demeye hakkı yoktur. Kişi bu mülkten emeği kadar almalıdır. Başkalarının emeğini, hakkını bir yolunu bulup da çalmamalıdır. Şayet aldı ise gereği şekilde vermeli, dağıtmalı, paylaşmalıdır. İslam birkaç kişinin zengin olup da diğerlerin mahrum bırakılmasını tasvip etmez.

Konuyla ilgili başka bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Bakın Allah rızık bakımından kiminizi kiminizden zengin kıldı. Oysa zenginler arada fark kalmaz eşit hale geliriz diye yanındaki kişilerle paylaşmıyor. Allah’ın nimetini mi inkar ediyorlar.” (nahl-71)

Bütün peygamberler gibi Hz. Muhammed’in de temel görevi insanlara imanı anlattıktan sora Allah’ın koyduğu evrensel değerler doğrultusunda hayatı inşa etmeyi tebliğ etmekti. Hz. Peygamber hayatı inşa etme aşamasında halkı istediği gibi sınıflara ayırıp sömüren ‘kapitalist’ bir düzenin sahipleriyle amansız bir mücadeleye girişti. 23 yıl gibi uzun sürede nazil olan Kuran’a baktığımızda peygamberin bu mücadelesi gözler önüne serilmektedir.

Mekke’deki kapitalist sistemi oluşturan yedi sekiz bezirgan ve baronlardı. Kurdukları düzenlerini güçlendirmek ve zenginliklerine zenginlik katmak için kendi aralarında paralarını bir devlete dönüştürmüşlerdi. Bu baronların önde gelenlerinden bazıları; Ebu Leheb, Ümeyye b. Halef, Velit b. Muğire vs. idi.

Bu kişiler sahip oldukları devlette her türlü siyasi, ekonomik,  hukuki ve dini  yetkileri kendi tekellerinde tutarak Mekke çevresinde dönen  ticarettin bütün gelirlerini  kendi kasalarına akıtmış oluyorlardı. Hac için Kabe’ye gelenlerin kurbanlıklarına ve getirdikleri değerli eşyalarına el koyuyorlar. Ayrıca halka verdikleri faizlerle onların yoksullaşmalarına sebep oluyor, borcunu ödeyemeyenleri de fuhuşa sürüklüyorlardı. Bu durum kız çocuklarının daha bebekken toprağa gömülmelerine neden oluyordu.

“ Ey iman edenler şu hahamların ve rahiplerin bir çoğu insanların mallarını hem haksızlıkla yiyor hem de onları Allah yolundan alı koyuyorlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanları acı bir azabın beklediğini haber ver. O gün biriktirip  de yığdıkları cehennem ateşinde kızartılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. İşte bu bencilce biriktirip yığdıklarınız. Haydi tadın bakalım. Denilecek.” (tevbe-34,35)

Bu Mekke baronlarının en önemli özelliği bütün bu yaptıklarına dini kılıf geçirerek yapmış olmalarıdır. Kabe’nin korunması, bakımı ve güzelleştirilmesinin yanında, gelen hacıların her türlü ihtiyacının karşılanması da bu baronlar tarafından yapılıyordu.  Namaz, oruç, hac, kurban vs.  gibi ibadetleri de yerine getirmekteydiler.  Gösterdikleri bu dini hassasiyetle halkın güvenini sağlamakla birlikte yaptıklarına dini bir meşruiyet de katmış oluyorlardı.

İşte Hz. Muhammed (as) bu siyasi din simsarlarına karşı “lâ ilâhe illallah” ve “lehü’l mülk” yani Allah’tan başka ilah yoktur, mülk Allah’ındır diyerek mevcut düzeni reddetti. Allah “Ebu Leheb’in eli kurusun” diyerek düzenin yıkılması gerektiğini işaret etti.

Mekkeli baronlar “Ya Muhammed! sen kim oluyorsun da bizim düzenimize, dinimize laf söylüyorsun. Sen bir din adamı değilsin. Sıradan halktan birisin. Bizim etrafımızda çok sayıda etkili ve yetkili din adamları varken sana mı kaldı dinden bahsetmek.” Diyerek peygamberin mücadelesine izin vermeyeceklerini, bunun için de her türlü tedbiri alabileceklerini ortaya koymuş oldular.

Peygamber bütün engellemelere rağmen bu kapitalist düzen sahibi simsarlarla mücadele etmekten bir an bile geri kalmadı. Sosyal hayata, ekonomiye, özgürlüklere esastan müdahale ederek adalet düzenini oluşturmaya çalıştı. Önce imanı öğreten peygamber salih amel olarak da açların, yoksulların, fakirlerin, yetimlerin, miskinlerin, kölelerin, ezilmişlerin, kimsesizlerin, yolda kalmışların,  zinaya ve zulme uğrayanların, alın teri çalınanın yanında yer aldı. Mekke’de onların haklarını kollamak için kurulmuş olan derneklere üye oldu. Zenginliğiyle azmış, büyüklük taslayan, insanların haklarını yiyen, çalan, faiz ve sömürüyü meşru gören kapitalist bir  devletin sahiplerine  karşı o insanların haklarını kollayabilmenin mücadelesini sürdürdü. Sonuçta Mekke’de başlayan bu mücadele “Medine sözleşmesi” ile devlet güvencesi altına alınmış oldu…

AYETLER

Muhabbet derneği üyelerinden, Bayram  Ali Kazancı kardeşim,Kuranın neden gönderildiği konusunda Kuran da bulunan ayetleri bir araya getirerek siz değerli okurlarımızın hizmetine sunmaktadır.

                                           "KUR-AN NEDEN GÖNDERİLMİŞ?”
52. [Sabırlı ol:] çünkü bu, [Allah'tan] bütün insanlığa yönelik bir öğüt ve uyarıdan başka bir şey değildir. KALEM 
3. gece yarısı biraz önce MÜZZEMMİL
4. ya da sonra- (kalk) ve ağır ağır, duyarak Kur’an oku. MÜZZEMMİL
5. Biz sana (sorumluluğu) ağır bir mesaj tevdî edeceğiz MÜZZEMMİL
19. Bu, şüphesiz, bir öğüt ve uyarıdır: öyleyse, dileyen Rabbine ulaştıran yola koyulsun! MÜZZEMMİL
36. –ölümlü insan için bir uyarıdır MÜDDESİR
54. Aslında bu bir öğüttür; MÜDDESİR
27. Bu [mesaj], bütün insanlık için bir öğüt ve hatırlatmadan başka bir şey değildir, TEKVİR
18. Gerçek şu ki, [bütün] bunlar, geçmiş vahiylerde [bildirilmiş]tir. A’LA
19. İbrahim ve Musa'ya indirilen vahiylerde. A’LA
11. ELBETTE, bu [mesaj]lar yalnızca birer hatırlatma ve öğütten ibarettir: ABESE
13. BAKIN, bu [ilahî kelâm] doğruyu yanlıştan ayıran bir sözdür, TARIK
14. boş bir lakırdı değil. TARIK
45. Biz onların, [o yeniden dirilmeyi inkar edenlerin] ne söylediklerini iyi biliyoruz; ve sen onları hiçbir şekilde [inanmaya] zorlayamazsın. Ama sen yine de Benim uyarımdan korkabileceklere bu Kur’an aracılığıyla hatırlatmada bulun. KAF
97. işte yalnızca bu amaçla, bu [ilahî mesajı, ey Peygamber,] senin dilinde kolaylaştırdık ki Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimseleri onunla müjdeleyip, [boş bir] inatla direnip duranları onunla uyarasın; MERYEM
17. Bu nedenle Biz bu Kur’an'ı akılda kolay tutulur kıldık: öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen? KAMER
48. Gerçek şu ki bu [Kur’an], Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyan herkes için bir öğüt ve uyarıdır. HAKKA
1. Sâd. DÜŞÜN öğüt ve uyarılarla dolu olan bu Kur’an'ı! SAD
29. [Ey Muhammed!] Sana indirdiğimiz bu kutsal ilahî kelâm[da her şeyi açıkladık ki] insanlar onun mesajı üzerinde iyice düşünsünler ve akıl-iz‘ân sahipleri ondan ders alsınlar. SAD
67. De ki: “Bu, muazzam bir mesajdır: SAD
68. [nasıl] ondan yüz çevirirsiniz?” SAD
87. Bu [ilahî kelâm], bütün âlemler için ancak bir öğüt ve uyarıdır. SAD
1. SEN EY insanoğlu! 2. Düşün bu hikmetle dolu Kur’an'ı: YASİN
69. VE [işte böyle:] Biz bu [Peygamber'e] şiir [yeteneği] bahşetmedik, zaten [şiir] bu [mesaj]a uygun düşmezdi: o yalnızca bir uyarı ve öğüttür; ve o özünde apaçık olan ve gerçeği dosdoğru gösteren bir [ilahî] hitabedir, YASİN
1. BÜTÜN İNSANLIĞA bir uyarı olsun diye kuluna hakkı bâtıldan ayırıcı bir ölçü 1 indiren (Allah) ne yüce, ne cömerttir! FURKAN
1. EY İNSAN! 2. Bu Kur’an'ı sana, seni bedbaht etmek için indirmedik, TA-HA
3. Yalnızca, [Allah'tan] korkan herkese bir öğüt, bir uyarı olsun diye (indirdik): TA-HA
58. BİZ bu Kur’an'da insanların önüne her türlü örnek olayı koyduk. 54 Ama onlara [böyle] bir mesajla yaklaşırsan, hakikati inkara şartlanmış olanlar, mutlaka, “Siz düzmece iddialarda bulunmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz!” derler. RUM"

                                         GÜNÜN SÖZÜ

İnsanlar konusunda daha az, fikirler konusunda daha çok meraklı olun. 
                                                                                                  Marie Curie

 

                                           HİKAYE

Amerikalı işadamı, Çinliyle alay ederek sormuş:

- Mezarlarınıza koyduğunuz pirinçleri, ölüleriniz ne zaman yiyecek?

Çinli, başını kaldırmadan cevap vermiş:

 - Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.