Soba
 
Son soluğunu kucağımda veren Bahri Küpeli Ankara Yenimahalle’de sürdürüyordu hayatını... Orada yaşayan Seda Kaya yürek burkan cümlelerle onu anlatmış…  Okuyunca bir insan da çok daha fazlasını kaybettiğimizi anlayarak bir kez daha üzüldüm... Bir geleneğimi bozuyor, Serap Kaya’nın “Soba” başlıklı yazısını kendisine teşekkür ederek yayımlıyorum…
 
Kelimelerin ötesinde bir hüznüm var bugün. Hıçkırıklarım gözyaşlarıma karışırken titreyen ellerimi bacaklarımın arasına saklıyor, “YAZAMIYORDUM İŞTE…”
Nasıl yazacaktım?
Nasıl anlatacaktım bu kalbe öldüğünüzü?
Nasıl anlatacaktım Yenimahalle’me yokluğunuzu?
Buz gibi havada siz o mezarda yatarken, nasıl ısınacaktım ben yetimlerim üşümesin diye getirdiğiniz SOBA ile…
Birer tanede kaban almıştınız, bu kış ağır geçecek diye! Şimdi yetimleriniz o kabanlara bakarak ağlıyor.
Şimdi ben o sobayı getirsem, o kabanları üzerinize örtsem, o kara soğuğa ayaza küfretsem! Isınırsınız dimi?
Nasıl unutacağım gazetedeki kahkahalarımızı, kötü esprilerime bir siz gülerdiniz zaten, “Kız sen benim ömrümü uzatıp çivi mi çaktıracaksın bu dünyaya” derdiniz.
Son konuşmamızda “Ev hediyeni alıp geleceğim” demiştiniz. Ben de size “Siz bana MELEK KANATLARI taktınız, bundan güzel hediye mi olur’ demiştim, derin bir iç çekmiştiniz. Bu iç çekişin son iç çekişiniz olduğunu bilseydim edebiyat bile yapmazdım ya!
Sizi çok özlüyorum. Siz her birimize ayrı melek kanatları taktınız. Ama şimdi bizi bu cehennemde bırakıp gitmek yakıştı mı size?
Haber yaptığımız bir gün, çok yorulduğunuzu söylemiştiniz. Üzülmeyelim diye kalbinizin sağlığından bile bahsetmemiştiniz. Gerçi söyleseydiniz ya hastalık hastasıolurdunuz yada naz yapıyor.
Herkes boş konuşurdu, bilenlerde neden sustu?
Ben bilseydim hiç susar mıydım?
Yakardım, yıkardım dünyayı…
Herkesin dert babası, kendi derdini duyuramadı. Ne acı…
Bir tas çorba içtik, iki de açık limonlu çay. Gözlerime bakıp “Gazetenin uğur meleği, iyi ki varsın iyi ki yanımdasın” derken alnından akan boncuk boncuk terleri çaktırmadan siliyordu.
-Bahri bey, dedim;
-Bize cennet mi? sunuldu ki melek olmak için direniyoruz?
Ağzımdan çıkıvermişti işte, gülümsedi ve o sıcacık bakan gözleri ile.
-Cennet sunulsaydı; Kimse zaten iyi olmaz, iyilik yapmak için uğraşmazdı. Önemli olan o kanatlara sahip çıkabilmek,dedi.
Sonra kalkıp gittik, şimdi o melek kanatlarıyla cennette de haber yapma peşindedir ya!
Koşuşturup duruyordur elinde gazetesiyle, Yenimahalle “YENİCENNET” gazetesi olur belki de.
Ah be Bahri Bey!
Ah be yorgun savaşçı!
Ah be babam, atam, canıma CAN katan!
Çok yoruldu. İnsanlar öyle değerli birini, öyle değersiz şeyler için çok yordular, çok yaraladılar ama o her seferinde küllerinden doğdu, her seferinde daha da savaştı.
Ama O! Öfke nedir bilmedi, kin onun kalbinden hiç geçmedi. O güzel kalbini kimse için bozmadı. Ve ölümü de herkese kapak oldu.
Herkeste öyle güzel bir iz bıraktı ki! Bu herkesin vicdanına dokundu. Gazete bizler yetim kaldık işte!
Birlikte köşe yazılarımı kitap haline getirecek ve “YAZAMIYORUM İŞTE!” diyecektik. Asıl ben şimdi ne yazacağımı bilmiyorum Bahri Bey!
Asıl ben şimdi yazamıyorum Bahri Bey!
Çok severdi gazetesini, ilmek ilmek işlerdi.
Saatlerce düzenler en ufak bir hatayı kabul etmezdi.
Örnek bir baba, örnek bir eş, örnek insan ve örnek bir gazeteciydi.
Atatürk’e sevdalı, ülkesine sevdalı, Yenimahalle’sine âşık bir gönül adamıydı.
MEKÂNIN CENNET KABRİN NUR DOLSUN BAHRİ BEY… “Manevi babam”
“Biz o sobada ısınırken, o kabanları giyerken seni asla unutmayacağız.”