Geçtiğimiz aylarda AKP iktidarının İsveç’ten davet ettiği 14 gazetecinin 5 gün süreyle ve tüm masrafları devlet bütçesinden karşılanmak üzere Türkiye’de ağırlanması İsveç’te “gazetecilik etiği” tartışması yaratır.

Gezi, Türkiye tarihinin en büyük gazetecilik davasının duruşmasının başladığı  günlerde yapıldı. Özgür basın mensubu 26’sı tutuklu 46 gazetecinin yargılanması sürerken, İsveç’ten gelen gazetecilerin Egemen Bağış ve diğer yetkililerle görüşmeleri, kendilerine  hediye vermeleri tepkilere neden olur.

İsveç’in ikinci büyük gazetesi, 820 bin tirajlı Expressen’de yayımlanan bir makalede, Dünyanın en büyük gazeteci hapishanesinin Türkiye’de bulunduğu hatırlatılıyor ve gezi gazetecilik etiği açısından sorgulanıyor.

Svart-Vitt Dergisinde de “Sınır Tanımayan Gazeteciler”in raporunda ifade özgürlüğü sıralamasında Türkiye’nin 179 devlet arasında 154. sırada olduğuna, Çin ve İran’dakinden fazla gazetecinin cezaevlerinde bulunduğuna, son 3 yıl içinde 10 bine yakın kişinin terörle mücadele yasalarına muhalefetten tutuklandığına dikkat çekildikten sonra şu görüşlere yer veriliyor:

“68 gazeteci ve 115 civarında sendikacı eleştirel konuşma yaptıkları veya makale yazdıkları için cezaevlerinde. Buna rağmen aralarında İsveç Gazeteciler Federasyonu (SJF) üyelerinin de bulunduğu 14 gazeteci Türkiye’ye gitti. Tüm giderleri; uçak, yiyecek masrafları, kaldıkları 5 yıldızlı otellerin faturası cezaevindeki gazetecileri ‘terörist’, ‘katil’ ve ‘tecavüzcü’ olarak suçlayan AB Bakanı Egemen Bağış’ın lobi bütçesinden karşılandı. Dünyanın en büyük toplu gazetecilik davası başlar, 26’sı tutuklu 46 gazeteci yargılanırken  İsveçli gazeteciler her biri 650 kron ödeyerek aldıkları hediyeyi Egemen Bağış’a veriyordu.”

Makalede Fransa, Almanya ve Belçika’dan gelen gazetecilerin tutuklu meslektaşlarını desteklemek için mahkemeler önünde gösteriler yaparken İsveçli gazetecilerin Türk yetkililerle dostluk ilişkisi geliştirmeleri, lüks otel ve restoranlarda ağırlanmayı kabul etmeleri eleştiriliyor.

Makale, İsveç Gazeteciler Federasyonu’nun (SJF) belirlediği etik kuralların bu tür davetleri, hediye almayı veya firma ve devlet yetkilileriyle yakın ilişkiler içine girmemeyi öngördüğünü belirttikten sonra,  SJF Yönetimine “Her gün gazetecileri tutuklayan bir rejimin davetini kabul eden üyeleriniz hakkında ne düşünüyorsunuz” sorusunu yöneltiyorlar.

Dünyanın bir köşesinde gazeteciliğe ve gazetecilere dair bu yaklaşımlar “etik” değerler kapsamı içinde tartışılırken, Dünya’nın bir diğer coğrafyasında “rezillik” itibar görüyorsa varın gerisini siz düşünün.

Bizim coğrafyada ise düşünen ve eleştiren ya da iktidara muhalefet edebilenler sürek avuna maruz kalırken; diğer taraftan dönekliğini biatla tescilleyenler “danışman”, damat mertebesine erişenler de “gazete CEO”su oluyor.

Balık baştan kokar misali, ülkedeki dejenerasyonun kolları elbette yerele kadar varıyor. “Ayakta durabilmek” adına yapılmayan şaklavanlık yok. Öyle ki, kulağı çekilenler bile soluğu “ben iktidarın adamıyım” demeye kadar vardırıyorlar.

Hal böyle olunca; oturduğu yerden ajans bültenlerinden haber çıkarıp çalakalem köşe yazısı yazanını; siyasetçi dalkavukluğu yapıp, kendine ego ve rant payesini arayanını; düğün, bayram, seyran magazin olup, köşelerinde yağdanlığa soyunanlarını; kendi mesleğinin onurundan bihaber, aklı tutulmasına uğramış zavallıların diğer mesleklere çamur atanını; tescilli “çete“ olup, etrafa “dürüst” cakası satanını; para ve şantaj karşılığı haber düzenlerini; karanlık ilişkilerinden yediği dayağı, eli varıp da köşesinde yazamayanını tekmili birden bu coğrafyada görmek olası.

 Gazeteci etiğinin farkındalığını kavrayabilmek ne zaman mümkün olabilecek?

Ne zaman aptal koyunu oynamayı bırakıp kasabın bıçağını yalamaktan vazgeçerler ve karanlık ilişkiler ağından sıyrılıp, doğruyu, sadece doğruyu yazmayı “karakter” sayarlarsa, o zaman bir şeyler yerinden oynamaya başlayacaktır. Esasen başta kendilerinin olmak üzere kentin ve ülkenin geleceği de buna bağlıdır.

Meslek onurunu taşıyamayanlar ve kendi arka bahçelerindeki pisliği temizlemekten aciz olanların kamu oyuna bir özürden öte borçları birikmektedir. Önce ahlak kavramını içine sindirmeyi öğrenmek, sonra demokratik terbiyeyi hazmetmek gerek.

İşte “gazeteci”nin yol haritası bu.

İsveç örneğine gelince ise, daha çok fırın ekmek tüketeceğiz anlaşılan.