Siyasette kullanılan üslubun bel altına inmesiyle, ülkenin seçim sürecine girme startı verilmiş oldu.

Muhafazakarların bu bel altı bağımlılığı, ülkede estirilmeye çalışılan muhafazakar terör ve baskının da ana malzemesi olacak gibi.

Cemaat ve AKP’nin, kendilerinin dışındakilerin özel hayatını sorgulayan, cinselliği dinsel temalarla argüman haline getirip siyaset malzemesi yapması, maalesef erkek egemen bir toplum olan ülkemizde adeta geçer akçe.

Cinsiyet ayrımcılığının ve eşitsizliğinin önündeki tek engel “türban”mış gibi yürütülen bir siyasette, buna alet olan kadının teslimiyeti, muhafazakar Türk erkeği için bir sadakat olmazsa olmazı.

Başı açık ve etekli olarak meclis sıralarında hiçbir yasa ve çalışmaya katkısı bulunmayan dört AKP kadın vekilin, bir vahiyle meclise makyajlı ve kapanarak gelmelerinin ardından cumhuriyet tarihine bir not düşmelerinin ötesinde, örtünmüş halleri ile hangi yasa veya meclis çalışmasına destek vereceği de en az örtünmeleri kadar merak konusu.

Kadının başını örtmesinden ziyade hörgüç misali bir kapanma zihniyetini “türban” meselesi yapan bu siyasetin, kadın cinselliğini etek boyu ve açık kollara, haremlik-selamlık toplanmalara ve nihayetin de Sayın Başbakan’ın ağzında sakız olan kız-erkek öğrencilerin raconlarına ters düşen ev birlikteliklerine kadar vardırması, esasen aczin, politikasızlığın, akıl tutulmasının tezahürüdür.

Muhafazakar erkeğin kıskacındaki bu kadın tezahürünün, din siyasetiyle örtüştürülmesi esasen işin vahametini daha da artırmaktadır. Ancak bazı akıl melekelerinden yoksun yanaşma köşe yazarlarının, kendileri gibi düşünmeyen kadınlara olan saldırıları, esasen sahibinin söylemlerinin de dile vurmasını engellemeyecek bir mecraya doğru uzanıyor.

Ne yazık ki, “kadın’ı” ve onu cinsel sürgünlerinin bir teması halinde gören “erkeği” sorgulamak, bu anlayışın değişimine birincil dereceden katkı sunması gereken “kadın’ın” kendisi iken, TBMM çatısı altındaki “kadın”, gündemin “karanlık” teması haline geliyor.

CHP’li Şafak Pavey’e söyleyebilecek hiçbir sözü bulunmayanların, gazete köşelerinde müsvedde olmuş piyonları aracılığı ile Pavey’in genç bir insanı kurtarmak adına vücudunun en önemli uzuvlarını kaybetmiş olmasını “erkeğinin terkine” bağlaması kadar alçalması, ancak bu zihniyetin eseri olabilir.

Türbanlı kadın vekil operasyonundan meclisten beklediği malzemeyi yaratamayan AKP’nin, hemen ardından gündeme getirdiği, insanları daha çocukluk yaşlarında cins ayrımcılığına sürükleyen kız-erkek fetvaları, aslında “ev” sorunundan da öte mesajlar içermektedir.

Cemaat çevrelerinde abili, ablalı evlerde toplanan insanların aynı evi paylaşmasının kaderini “imam nikahı”na teslim eden, TBMM’nin çatısı altında bile çok eşli erkekleri barındırması ve en önemlisi “kadın” imajını, erkeğin kölesi halinde kabullenen örtülü örtüsüz kadınların var olması, sözüm ona laik, demokratik ve sosyal devletin gerçeği.

Rantçı TOKİ’nin, öğrenci yurdundan çok cami yapma hevesi, milyonlarca öğrencinin yurt kapılarından geri dönmesi ve cemaatin malzemesi haline getirilmesi aslında politik bir tercih. Ancak bu yetmiyormuş gibi, akılları sıra kendilerinden olmayanları hedefleyen kız-erkek öğrencilerin yaşama biçimlerini sorgulama haddini kendinde görenlerin, öncelikle ve ivedilikle kendi bahçelerini temizlemeleri gerekmektedir.

Kaldı ki, bu insanların bir ailesi ve o ailesinden aldığı bir ahlaki anlayış vardır. Toplumdaki değerlerin yozlaşmasını ve bozulmayı din sömürüsü, ahlaki polisiye tedbirler ile daha da acı olanı komşunun komşuyu ihbarcılığı ile önlemeye çalışmak, aymazlığın ahlaksızlığın ve insan hak ve özgürlüklerinin hiçe sayılmasının ta kendisidir.

Muhafazakarlığın tanımını, bel altı muhabbetini yaratacak cinselliğe kadar vardıranlar, bir gün bu silahın kendilerine dönebileceğinin de hesabını yapmalıdır. Çünkü Türkiye’deki siyaset, artık demokratik terbiyeden uzaklaşmış, etik anlayışın yok olduğu bir süreci yaşamaktadır.

Ve ne yazıktır ki, bu bozulma süreci siyasetin malzemesi haline getirdikleri İslam dininin de algısında ciddi sorunlar yaratmaktadır. İslam’ı ve Müslümanlığı ezilen, mağrur ve mağdur anlayışına endeksleyenler, artık kendi kibirlerinin esiri olmuşçasına paralarını rantiyeye bağlayan, ciplerine kuruldukları füme camdan insanları süzen, günlük beş yıldızlı otellerde hac ve umre ziyaretlerinde bulunan “süslü”manlar haline gelmiştir.

Bu gösteriş ve yozlaşma, muhafazakâr söylem ve baskılarla derinleştirildikçe evdeki hesabın çarşıya uymayacağının da bir an önce algılanması gerekmektedir.

Anlayacağınız; gözünü, beynini ve elini bel altı komutlarla çalıştıranlar, bu heveslerini terk etmeliler.

Hem de hemen…