Salona girer girmez o kız dikkat çekiyordu. Üstüne askılı, vücuda oturan siyah, etekleri volanlı kısa bir elbise, altına da minicik siyah bir tayt giymişti. Kusursuz fiziği vardı ve bence bu salonda böyle bir yeniliğe hiç gerek yoktu. Anlaşılan o ki, ego tatmininde tavan yapmak için, spor salonun birine gideyim de birkaç obezin asabını bozayım demişti ve bula bula bizim salonu bulmuştu. Barış'a (Salon sahibi duayen sporcu) her zaman diyorum halbuki, şu salonu arama motorlarına kapat, duyan duymayan geliyor, gerçek sporcuları, yani bizleri (peh!) sabote edip huzurumuzu kaçırıyorlar diye ama dinlemiyor ki...

Omzuna attığı beyaz havlusu ve yine beyaz konçlarıyla salına salına seans saatine kadarki zamanı geçirmeye çalışırken, atkuyruğu bağladığı saçları da adımlarıyla ters orantılı olarak o yana bu yana savruluyordu. Hayır, hiç de kısrak gibi filan değildi, abartmayalım lütfen. Ha? Kimse “kısrak” demedi mi? Ben öyle bi şey duydum sanki. Neyse… Doğal olarak hepimiz bu yeni yüze layık olduğu muameleyi yaptık ve hiç fark etmemiş gibi davrandık. Fark edip de ne yapacaktık ki bu hadsizi şimdi? Salonlarda kim bilir kaç eşofman, ayakkabı ve öğretmen eskitmiş bizler, daha bir kilo bile verememişken, gram fazlası olmayan bu kızı, bu salonda birinin bağrına basmasını beklemek gaflet ve hatta dalalet olurdu yani. Dua etsin, saçından tutup dışarı atmadık. Yine de misafirperverlik gösterip kırdık dizimizi, döndük totomuzu ve onu oracıkta kendi aurasının soğukluğunda yalnızlığa terk ettik, gitti. Ama sandığımızdan inatçı çıktı ve bırakın gitmeyi, adı batası aurası katmerlenerek salonu doldurmaya devam etti. O dolandıkça ortalarda, salon daralıyordu sanki. Artık neredeyse demirbaş listesine, dolap, konsol ya da kanepe olarak kaydedilmeye başlamış biz eski tombalaklara (..ay pardon topraklara diyecektim) nefes alacak yer kalmıyordu. Salonda herkes yanındakiyle koyu muhabbete dalmış, onunla ilgilenmiyor havalarındaydı. Ama kafalarda “Ulen bu ağzuna yandımının kızı, nasıl bu kadar düzgün bir vücuda sahip olabiliyor?” soru ve hakareti yoktuysa ben de Çatlak Kiremit değildim.

Bir ara ondan tarafa döndüğümde, bu küstahı baskülün üstünde gördüm. İbrenin gösterdiği o kedi kakası kadar rakama inanamıyor, kiloları üç haneli rakamlara ulaşan diğerlerini hiçe sayarak "ah vah" edip duruyordu. Atmosfere, biraz da alay içeren "Ama nasıl olur? Allah Allah, baskül mü bozuk acaba? Bu kadar kilolu olamam" şeklinde soru işaretleri asıyordu devamlı. Bir Allah’ın obezi de dönüp havada asılı duran soru işaretlerinden birini çekip almadı. Hiç bozuntuya vermedik, totomuzu daha da bi döndük ona. Göstermelik handikabında boğmak istedik.

Bir süre sonra, camianın en acımasız sporcusu BARIŞ Hoca'nın meşhur step-aerobik seans zamanı geldi çattı. Önce yavaş, sonra hızlanarak, birçok kişiyi (Ki bunlar, nasılsa spor yapıyorum diye öğün sayısını 7'ye 8'e hatta 18'e çıkaran benim gibilerdir) zayıflatmasa da dil boylarının bi karışa kadar uzamasına yarayan hareketleri birbiri ardına yaptırmaya, “Çık, in, atla, zıpla, silkele, katla, koş, duvara tosla, dön, gel, arkadakini yumrukla (şaka) hadi hanımlar, uyumayın" şeklindeki motivasyon arttırıcı komutlarıyla ter gözümüzden ve gö...(Ay az kalsın yanlış bi şey yazcaktım) zeneklerimizden fışkırırken, bir ara, volanlı etekleri neredeyse başına geçmiş bulunan malum kızcaazı gördüm. Bu huzur bozan kız, bu salona adım atana kadar, salon ahalisi olan bizler kendi halinde, azcık zayıflamak gibi naçizane bir amaç dışında bir emeli arzusu olmayan sıradan elemanlardık. O an teyit ettim ki, azimle ifrazatta bulunan, taşı deliyormuş gerçekten. Hareketleri, yarım yamalak yapan hanımlar gitmiş yerine filenin sultanları gelmişti. Barış Hoca’nın da hayret ettiği, buhar kaplayan aynalardan yansıyan halinden anlaşılıyordu. O yana, bu yana zıplayan bu yarım dünyalardan biri, dengeyi kaybetse, salonun sütunlarından birine çarpsa, maazallah AKUT gelse fayda etmez, cümleten göçük altında kalırdık yani.

Bu küstah eleman bize, nasıl ki, olmak istediğiniz fiziğe ben doğuştan sahibim hahayt'ı ifade ettiyse, biz de ona kendimizi böyle ifade ettik, men dakka dukka hesabıyla. O step tahtasını yalarken, bizler coşuyor, onu başarımızla eziyorduk. Onu takmıyor gibiydik ama bu koca bir yalandı. Bu tamamen feminen bir rekabet ve bünyelerimizde yarattığı hezimete karşı dik durma hareketiydi.

Step seansını, el mi yaman bey mi gönderisini yaparak bitirdik. Şiltemizi aldık yere yayıp yer hareketlerine geçmek üzere vaziyetimizi aldık. Bizimki de tam benimle Barış Hoca’nın arasına, üst kısma yaydı şiltesini, yorgunluktan öğüre öğüre. Normalde “of puf” efektiyle süslediğimiz yer hareketlerini ki, çoğu şınav üzerine kurulu, kım etmeden yapmaya başladık. Tek zorlanma belirtisi tepemdeki şiltede kıvranan amazon kraliçesinden geliyordu. Derken, birden olan oldu. Sanki şimşekler çaktı, salona bir nur yağdı. İşte bu an bizim zaferimizin resmedildiği tarihe kazındığı andı. Bizim kız içinde biriken nitrojen bombasını zapt edememiş, büyük bir patlamayla infilak ettirmişti. İddia ediyorum bu ses hiç kimseye bu kadar güzel gelmemiştir şimdiye kadar. Bu savaşın kazanıldığına dair üç pare top atışıyla aynı mandaydı bizim için.

O kızın salona girerkenki aurasının yerinde şimdi yeller esiyordu. El ve ayaklarını kullanarak tabiri caizse dört bacak çıkıyordu salondan. Utandığı, rezil olduğu belliydi. Bir yandan da, ardında bıraktığı izleri silmek istercesine elinde tuttuğu ve onunla birlikte sürüklenen alengirli havlusuyla yerleri sile sile çıktı gitti. Gidiş o gidiş. Çanakkale geçilmez evelallah. Daha da salona gelemedi haliyle. Kupa bizim takımda kaldı yani.

Biz kadınlar konuşmadan anlaşır, konuşmadan ekip olur, konuşmadan ordu kurar düşmanı ezer, akabinde biz aynı kadınlar, aynı düşmanla aynı kaba (töbe töbe) edebiliriz, Duruma göre düşmanımız ve dostumuz hüviyet değiştirebilir, o kadar ne yapacağı belirsiz ve hercai şeytanlarızdır her birimiz. Bilen bilir. Ama şu bir gerçek ki kadın kendini herhangi bir konuda basamak etmeye çalışan bir hemcinsiyle iki eli kanda olsa mücadeleden vazgeçmez. Bu içgüdüsel bir devinimdir. Bir kadın, bir yandan ortamdaki başkaca bir ya da birkaç kadını ezmeye çalışırken bir yandan da ezilmeme mücadelesine girebilir. Kadınların olduğu ortamda bu gergin enerji illaki olur. İyi de olur aslında, bu tansiyonu hep yüksek ve enerjik tutar. Miskinlik olmaz, ister istemez bir sürü konu doğar konuşacak.

Bu yazıda özellikle obezleri ya da adaylarını kucaklıyor ve kiss'iyorum. Baş başş.