Şubat 2009’da Halkın Sesi Gazetesi’nde yayınladığım bir makalede “Bu ‘adam’a neden oy vermeyeceğim”i anlatmıştım. Müteakip defalar yazdığım yazılarda bu ‘adam’a oy verilmemesi doğrultusunda telkinde bulunmuştum. Sakalım yokmuş ki, kimse itibar etmedi uyarıma! Başta Kozlu halkının bir kısmı olmak üzere kimi dostlarım, yakın akrabalarım, seçimde gittiler bu ‘adam’a oy verdiler. Ben ise “halkın takdiri” diyerek, ağzımı kapattım; icraatlarıyla ilgili bir yerde tek kelime etmedim, söz söylemedim. Aradan epey bir süreç geçince, başkanlık yaptığı süreç içerisinde icraatlarını göz önünde bulundurarak, “Keşke ellerim kırılsaydı da ona oy vermeseydim” diyen, onu eleştiren epey bir insan oldu.  Özellikle de Ecevit’in partisi diye DSP (Demokratik Sol Parti) ile gönül bağı olan seçmenler bu adamdan yediği kazığı kanımca asla unutmaz. Aradan 5 yıl geçti, geldik bugüne... Önümüzdeki 30 Mart 2014 tarihi, Türkiye’nin kaderinin tayin edileceği, ya daha çok karanlığın ya da “özgür-demokratik-çağdaş” bir geleceğin sandıktan çıkacağı gün olacak. Bu adam yine AKP’den Zonguldak Belediye Başkanı Adayı olarak karşımıza çıkıyor, ne yazık ki. 

 

Değerli Zonguldaklılar, bu satırları iyi okuyun; sözüm bu sefer uyarıdan da öte, sizi göz göre göre yapacağınız bir hatadan alıkoymaya çalışmak anlamındadır. Üstelik bu kez sakallarım var! Sakın ola bu adama, AKP üyesi olsanız dahi oy vermeyin. Yoksa gelecekte çocuklarınız size lanet okur.

Gelelim neden oy verilmemesi gerektiğinin nedenine. Önce bu şahsa neden ‘adam” olarak hitap ettiğimi, size açıklayayım. Birinci nedeni,  bu adamın adını ağzıma almayı seviyeme değer görmediğim için; ikinci nedeni ise, sevenleri-yardakçıları şakşakçıları onu “adam gibi adam” olarak anıyorlar, onlara haksızlık etmiş olmayayım! Evet, önce baştan başlayalım; bu ‘adam’ belediye başkanlığına gelir gelmez, önce adaylığını koyduğu partiden, bir kısım belediye meclis üyeleriyle birlikte istifa etmiş, hemen akabinde iktidar partisi AKP’ye geçmişti, biliyorsunuz. Gerekçesini de, AKP’nin başında bulanan zatın kendisinden yana olmayanları hizaya sokmak için sık sık telaffuz ettiği “Taraf olmayan bertaraf olur.” sözüyle açıklamaya çalışmıştı.

 

LÜMPEN AĞZINDAN BEN UTANDIM

Gerçekten neden bu muydu acaba? Bana sorarsanız bu davranışın, “bertaraf olmamak”la bir ilgisi yok. Asıl nedeni, tutarsız, kişiliksiz bir siyaset zihniyetidir. Bundan da önemlisi, henüz TDH’deyken, yani seçime girmeden önce kendisini seçime hazırlayan, kendisini destekleyen bir takım çıkar çeteleriyle, cemaat gruplarıyla AKP çatısı altında yapmış olduğu mutabakattır.  Bugün, sağınıza solunuza şöyle bir bakın, belediye adına kimlere ihale verdiği, kimlerle işler yaptığı, kişi ve şirketlerle kol kolalığı, bu mutabakatı doğrular niteliktedir. Bu mutabakatın AKP İlçe Başkanı ile “umre” gezilerinde bağlandığı benim bir duyumumdur. İster orda, ister başka yerde AKP ve yönetici kademesinin bu türden “gizli kapaklı” işleri beni pek şaşırtmıyor. Çünkü Türkiye’de, bütün sağ partiler tarih boyunca hep böyle siyaset yapmışlardır; çünkü “Nikāh al-Mut'ah” bu tür partilerin “siyaset-iş-ahlak” yaşamlarının temel bir ilkesidir.

 

Geçelim. Bu ‘adam’, AKP’den belediye başkanı olarak göreve başlar başlamaz, şöyle “kabak kavun” gibi bir laf sallamıştı kamuoyuna: “Hakkımızda olumsuz ve uygunsuz bir şey biliyor da, söylemiyor ve yazmıyorsanız şerefsizsiniz.” Geçenlerde notlarımın arasında buldum. Daha ne sokak ağzıyla laflar söylemiş gazetecilere, bir bilseniz; yeniden okurken ben utandım bu ‘lümpen’ ağzından. (Merak edenler internette gazete beyanatlarına açıp bir baksın.) Şimdi bu sözü bir kenara not edin. Benim amacım, tam da onun söylediği bu söz bağlamında 5 yıllık belediye yöneticiliği boyunca gördüğüm, tanık olduğum “olumsuzluklar ve uygunsuzluklar” ışığında sizleri hakkınız olan gerçek bilgiyle yüzleştirmektir.  “Gerçek gridir” derler,  ve gerçek, hiç de öyle, Kozlu’da akşamları ortalığa haleler saçan “sahil ışıkları” altında göründüğü gibi değildir. Esas gerçek yanlış olan bir şeyi herkesin bilgisine sunar, doğru olanla halkı bilgilendirir; sonucunda kimin kime “şerefli/şerefsiz” diyeceğinin ortaya çıkmasını sağlar.

 

VARAN 1:

Önce 5 yıllık icraatların ilkinden başlayalım. İlkin belediye otobüs işletmelerini özelleştirdi, yandaşı olması kuvvetle muhtemel bir şirkete bütün hizmetleri 10 yıllık bir kira sözleşmesiyle devretti. Ufacık,  “ayakkabı kutusu” kadar minibüslerle insanlık haysiyetiyle bağdaşmayan bir taşımacılık sistemine maruz bırakıldı Kozlu halkı. Konuyla ilgili yapılan şikâyetler sonuç alamamak bıkkınlık verdi artık insanlara. “Belediye Sarayı’ yapacağım” demişti, hatırlıyorsanız. O zamanlar Kozlu halkı sordu ona: “Neden yeni bir bina yapıyorsun? Bu bir ihtiyaç mı? Mevcut bina yetersizse bunun nedenini açıkla. Binayı neden KEDAŞ gibi özel bir kuruluşu kapsamına alarak yapıyorsunuz? Maksat hizmet yapmaksa bu binayı değiştirmekle olmaz, halka yönelik projelerini uygulamaya koy öncelikle.” Tenezzül edip de hiç birine yanıt vermedi. Kapısı bütün Kozlu halkına açıktır dediği o başkanlık odasının kapısı eleştirenlere, şikâyet edenlere kapatıldı bir süre sonra. Sadece belediyeden iş bağlayan, kısa yoldan kazanç sağlamak isteyenlerin yolgeçen hanı oldu.  Çok geçmedi, “Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu” misali, öğrenildi ki, sözünü ettiği o “Belediye sarayı”nın yapımını sahile yakın 3000-3500 metrekare “hazine/ belediye” arazisi karşılığında, “Becayiş Usulü”Leb-İ Derya” adlı İstanbul’da faaliyet yürüten bir inşaat şirketine vermiş.

 

Leb-İ Derya”  herkesin malumu bir konu. Kozlu tarihinde eşi görülmemiş bir yapılaşmayla, kıyı kanunu ihlaliyle, belediye mülkiyeti kanununu ve ‘kat irtifakı’ kanununda “yüklenici firma” lehine daha önceden sözü verilmiş “usulsüz” bir takım düzenlemelerle işe başlandı. Neyse, ayrıntıya girmeye gerek yok, aradan kısa bir zaman geçti, belediyenin iş verdiği müteahhit işin üstesinden gelemeyerek hem Belediye Sarayı’nı, hem de vatandaşlara konut satışı yapılmış Leb-i Derya inşaatlarını yarıda bırakıp kaçtı. Özeti bu. Diyeceğim bu ‘adam’ın aracılığıyla, yani onun vermiş olduğu “adamlık” güvencesiyle hem belediye dolandırıldı, hem esnaf, hem kredi kullanılan bankalar, hem de vatandaş. Şimdi soruyorum size, bu bir “olumsuzluk” mu değil mi?

 

VARAN 2:

‘Belediye Sarayı’ diye o binanın proje değeri yaklaşık 8 trilyon TL, kendisi açıkladı. Binanın gerçek değerinin söz konusu proje değeriyle örtüşmediğini, arada önemli bir fark olduğunu en aptal müteahhit bile bunu bir bakışta ortaya koyar. Yapıda toplam 54 iş yeri var. İçinde özel bir şirket olan “Başkent Elektrik AŞ” de yer alıyor. Sağında solunda büfeler,  müstecirler, otopark vs. filan da var. Eğer amaç, gerçek anlamda bir belediye binası olsaydı, belediyenin daha iyi ve konforlu hizmet vermesi düşünülseydi, bu eski mevcut binada veya yan taraftaki belediyeye ait pasajda ek bir düzenlemeyle pek ala olabilirdi. Nasrettin Hoca’nın dediği gibi, “Eğer keramet kavukta olsaydı”, Türkiye şimdiye kadar “yeni kamu binalarıyla” içinde yaşayanların bir an önce çekip gittiği ve gitmeyi düşündüğü bir kasaba halinde olmazdı. Verili duruma göre görünen o ki amaç ihtiyaca binaen bir belediye binası değil, birilerine ‘becayiş’ hilesiyle karanlık mahfillerde para kazandırmakmış, halkın parasını ona buna peşkeş çekmekmiş, özel şahıslara işyeri açarak onlara çıkar temin etmekmiş mesele, o meydana çıktı. Göreceğiz. 3-4 yılda biter dediği “belediye sarayı” 5 yılı doldurdu, bina orda hala bitirilmemiş, yarım yamalak duruyor. Şimdi soruyorum size, bu bir “olumsuzluk” mu değil mi?

 

VARAN 3: GELELİM KOZLU MEYDANINA

İlk bakışta “Ne güzel olmuş” dedirtecek gibi görünüyor insana şöyle bir tur atınca cadde ve sokaklarda. Ama gerçek öyle değil işte. Önce şunu bilmenizde yarar var, sevgili Zonguldaklılar: Bu “adam” zamanında, sadece terminal 2 kez yapıldı; Kozlu sokak ve cadde yolları, su akarları, en az 4 defa yıkılıp yapıldı. En son geçen ay kırmızı tuğlalarla döşendi, bakalım bahara çıkar mı? Cadde ve sokak yolları, kaldırımlar neden bir kere değil de bir seçim döneminde 4 defa yapılır? 2 nedeni olabilir; birincisi iş bilemezlikten; ikinci nedeni, belediyenin gelirlerini birilerine peşkeş çekmek olabilir. Başka bir izahı yoktur bunun. Neden en son asfalttan vazgeçilip iki kez olmak üzere “kilit taş”la yapıldı, cadde ve sokaklar? Zonguldak Belediyesi’nin en son asfaltlamasını yapan şirket yetkililerinden bir tanıdığa sordum, maliyet açısından yarı yarıya daha az bir parayla cadde ve sokakların yapılabileceğini söylemişti o vakitler. Merak edenler Zonguldak sıcak asfaltlamasını yapan şirkete yetkililerine bir gidip sorsun. İnsanın inanası gelmiyor bu tür sorumsuzluklara. Sen nasıl bir ‘adam’sın ki, insanlara “ekmek tasarruf” etmeyi ajite eden bir iktidar partisinin belediye başkanı olarak Kozlu gibi ufacık bir beldede, 5 yılda 4 defa sokak ve cadde yollarını yıkıp yaparak lüzumsuz yere para harcıyorsun. Yazık değil mi devletin parasına? Eski terminal arsasını ve yanındaki belediye arsasını kime ne karşılığında verdin? Şeffaf bir şekilde ortaya koy, herkes bilsin. Yeni terminal binasının değeri kadar mı bilelim? Özelleştirmelerden, hazine taşınmazlarından elde edilen gelirin bu derece fütursuzca kulanım hakkını nerden buluyorsun? Bunun bir açıklaması olmalı? Belediyenin çok mu parası var. Yoksa Kozlu Belediyesi’nin “Işıklar holding” ile bir ortaklığı ve “malum” inşaat şirketiyle bir hissedarlığı filan mı söz konusu? 

 

Şu ‘Kozlu Meydanı’nın haline bir bakın Allah aşkına; meydan diye bir şey kalmadı son 5 yılda, her metre kareye ticarethane, kahvehane, dükkân, büfe vs. Her köşe başı taksi durağı, cadde ve sokaklar kaldırımlar araba park yeri. Resmen açık otopark’a dönüşmüş bir vaziyeti var şehrin. İnsanlara iş imkânı sağlıyorum gerekçesiyle“imarsız / ruhsatsız / başıbozuk” bir yapılaşma almış başını yürümüş. Eski Postane tarafına doğru bina yüksekliklerine bir bakın, şehir görünmüyor. Nefes alacak bir durum kalmadı açıkçası.  Şehrin göbeğine “Amfi tiyatro” diye “ucube” bir merdiven yapılmış, her ramazan ayında ve diğer belediye etkinliklerinde burada insanların “Fes hane şenlikleri” adı altında beyinlerini “sürmenaj” etmekten başka bir işlevi yok.

 

Eskiden çok daha “insani” bir meydan vardı Kozlu’da. Maden işçileri, aileleri ben ve benim gibi emekliler, çok daha ferah, gökyüzünü çok daha geniş duyumsayıp rüzgârın esintisini duyarak tahta banklarda keyifle oturuyordu. Çoluk çocuk tahta salıncaklarda sallanıyordu yan tarafımızda. İnsanlar eski işçilik günlerini birbirlerine anlatarak, huzurla vakit geçiriyordu. Şimdi ise, ne yeşil kaldı ne de toprak. Çoluk çocuk, “hilkat garibesi” plastik aletlerde sözde eğeleniyor. İnsanlar her gün sıkışmışlık hissiyle sağını solunu ve gökyüzünü görmeden kahvehanelerde vakit öldürüyor, cebindeki üç-beş kuruşu da, kira ödersin gibi oranın müstecirine teslim edip evine gidiyor. Bu mu insan öğesini merkeze alan hizmet anlayışı? Bu mu sosyal dokuya, doğaya, yeşile saygı? İnsan kalıbının yanında biraz olsun ‘akıl ve onur’ barındırır. Şimdi soruyorum size bu bir “uygunsuzluk/olumsuzluk” mu değil mi?

 

VARAN 4:  KOZLU SAHİL YOLU PROJESİ… 

Bu proje 2009’da  Sn. Yavuz Erkmen’in valiliği zamanında Ankara merkezi hükümeti tarafından kararlaştırılmış, Zonguldak Belediyesi ve Kozlu Belediyesi üzerinden yürürlüğe girmiş olan bir projedir. Bu ‘adam’ bu projeye sadece denk gelmiştir; önce bunun altını çizmekte yarar görüyorum. Proje, ne zaman ki sahil boyu, “etap-1 / etap-2 şeklinde vücut bulmaya başladı, “Karamanın koyunu”   misali, ‘bu ‘adam’ın belediye başkanlığı sıfatıyla kimlere kapı araladığı gün yüzüne çıktı. Sahil boyu, ulaşım kolaylığı açısından çift gidiş-geliş yol yapılıyor gibi görülürken, şimdiye değin görülmemiş bir belediyecilik anlayışıyla, “Hazine” (Ağırlık TTK) üzerine kayıtlı araziler tek tek  “Milli Emlak” ve “Maliye Bakanlığı” işbirliğinde belediye üzerine aktarılıp, oradan da “eş / dost-partili” şahıslara peşkeş çekildi. Sahil boyu, sırf yüklenici firma para kazansın diye dikilmiş 100’lerce neon sokak lambası, doğaya uyumsuz ağaçlar, plastik halılar, ne idüğü belirsiz kaldırım boyaları,  sağlı sollu iş merkezleri, konut yapımları, ticaret alanları, kafeteryalar, aile bahçeleri, büfeler, eğlenme ve dinlenme alanları mantar gibi gelişigüzel konduruldu. Yüklenici firma önce malum Lebi Derya… Sonraya doğru Ankara’dan Melih Gökçek referansıyla Kozlu Belediyesini rehin alan herkesin bildiği bir “Kozlu çocuğu”. Yöntem yine aynı: “Becayiş”. Bir dönem önce yeşil alana çevrilen, yeni fidanların dikildiği, topraklandığı Zonguldak’ın o meşhur “avantacı”sından alınarak suni bir yeşil alana çevrilen; ‘Eski Kozlu Sanayi Sitesi’ üzerinde Balcılar Yapı AŞ, Öz-Süt, EMKA ve diğerleri… Kim bunlar!?...

 

İnsan bu işlere girişirken azcık olsun akılla bir düşünür, burası Karadeniz, Akdeniz kıyıları değil. 3–5 seneye kalmaz tuzdan ve nemden çürüyüp gidecek, o bungalovlar; Karadeniz’in dalgaları altında, her kış fırtına neticesinde yok olup gidecek. Her kış fırtınada görüyoruz bu sahilde olan tahribatı. Yazık, hem de çok yazık. Ne demiştim geçen ki yazılarımın birinde, İstanbul Eski Başsavcısı Zekeriya ÖZ’ün AKP ve uygulamaları için kullandığı bir benzetme vardı: “Fosseptik Çukuru” diye. Tam da bu işte,  sahil boyu göze hoş görünen ışıklar altında, Polisevi’nin sınırlarından başlayarak, Öküşne’ye kadar sahil boyu deniz rüzgârına ve kırımızı halı üzerinde yürüyor olmanıza rağmen, “…taş”, “demir”, “çamur”, “çakır” karışık “pis bir koku” yayıyor yolda yürüyenlere, durup sahili seyredenlere. Bir litre kola, yanında evden yapılıp getirilmiş gözlemeyle örtüşen bir belediyecilik kültürü, olsa olsa bu kadar olur, bu adamın zihniyetiyle ancak bu kadar örtüşür!.. Şimdi soruyorum size bu bir “olumsuzluk” mu değil mi?

 

VARAN 5: BİR DE MAHALLELERE BİR GÖZ ATALIM…  

Kozlu deresi üzerindeki kavşaktan başlayarak, Ereğli’ye giden yolun üzerinde Öküşne’ye kadar sağınıza solunuza şöyle bir bakın; imara nasıl ve ne şekilde açıldığı belli olmayan, kat irtifakı doğaya ve çevreye şehrin dokusuna uygunluğu gözetilmemiş devasa konut inşaatları göreceksiniz. Araba kasasında lokantalar… Uçurum kenarlarında petrol ofisleri, düğün salonları, cafeler, inşaat alanları… Köşe başlarında usulsüz olarak belediye tarafından tahsis edilmiş “kıç” kadar yerlere 15–20 katlı 200–300 dairelik rezidanslar, inşaatlar… Bunların yapılmasına kim nasıl ne şekilde müsaade etti? Bu paralar nerden geldi, hangi banka kredileri-kimler tarafından kimlere tahsis edildi… Neden birçoğu AKP’li işadamı? Neden AKP ve cemaatin etkin yöneticileri bu işlerin başında? Okullar caddesinden başlayıp, sağlı sollu yolun en son ucuna kadar, yani tuğla harmanına kadar uzanan yol boyu bir bakın; “Kozlu’nun paryaları”nın elinden, yok pahasına, 1–2 daire karşılığı alınarak yapılan bu çok katlı ve çok daireli inşaatlara bu izni kim-nasıl-ne şekilde izin verdi? Allah aşkına bir bakın şu yapılan işlere; hadi izin verdiniz diyelim, birileri de yaptı, önünde kaldırımı olmayan, araba park yeri olmayan, yeşil alan bırakma zorunluluğu gözetmeyen, bloklar arası mesafe sıfıra düğşmüş, sırt sırta bir konutlaşma olur mu?

 

5 yıldır Fatih Sitesi ve diğer mahallerde sürmekte olan, yol çalışmaları, inşaat, kanalizasyon, doğalgaz boru hattı döşemesi, elektrik şebekesi kazıları yüzünden eve ulaşamayan, yemek masasına zamanında yetişip, dinlenemeyen bir Kozlu halkı.  Hala devam ediyor, bu çalışmalar. Hepsi bir tarafa, oturduğum Site’ye inen merkeze bağlı “Türkgülü” Caddesi yoluna gelin bir bakın, değerli Zonguldaklılar. Ki 20 senedir tek bir çakıl tanesiyle düzeltilmemiş, kaldırımı, su akarı olmayan bir yol. Sağında solunda en az 500 hanenin oturduğu, okul çocuklarının kaldırımı olmadığından dolayı, 20 senedir yolun ortasından gittiği, her kış 1 hafta boyunca trafiğe açılmayan, üstelik merkez mahallesine bağlı görünen bir yol bu. Hemen üzerine, belediyeye ait ufacık bir alana yapılan “Şehzade” adlı inşaatı dikildi ki görülmeye değer. Türkiye de bir örneği yok.  Yine aynı yerde, belediye evlerinin hemen önünde, daha önce tabelasıyla park olarak tescilli, yeşil alanı, Ereğli’den AKP’li olduğu çok açık bilenen Balcılar Yapı Şirket’e inşaat alanı olarak satılması, yenilir yutulur değil. Şimdi soruyorum size bu bir “olumsuzluk” mu değil mi?

 

DELİLERE DEĞİL AKLA İHTİYAÇ VAR

Bu gazetenin yazarlarından, benim de dostum olan, “kaleminin hakkı ve hukukuna” son derece güvendiğim Yazar Ahmet Öztürk, örneklediğim bu konu dahil, belediye başkanlığı dönemi boyunca, bu ‘adam’ın yapmış olduğu doğa, sosyal doku ihlali, yeşil katliamı üzerine, birçok “uygunsuzluk” ve “olumsuzlukları” hiç bıkmadan ve hiç usanmadan dile getirdi, eleştirdi. “Taş” olan taş, “kum” olurdu onun bu eleştirileri karşısında. Nasıl bir karakterdeymiş ki, “Bana mısın” demedi, yıllar yılı söylenenlere. Umursamadı bile. Pişkinliğin de bu kadarına pes doğrusu. Sevgili Zonguldaklılar, lafı uzatmaya gerek yok. Söylemek istediğimi anlamışınızdır. Bu yazıyı kaleme aldığım günün akşamı, Zonguldak’a belediye başkanı olduğu takdirde yapacağı bir takım projelerden kesitler sunuyordu, gazete videolarında ve gazete sayfalarında. Dikkatle izledim, siz de izlemiş olmalısınız. Uzun süredir, seçim çalışmaları nedeniyle, yanına aldığı “mutabakat ekibi”yle ve Zonguldak’ın “avantacı” takımıyla mahalle ve kahve toplantılarında sizlere sözde projelerini ve kendini anlatıyordur. Şunu daha iyi anladım ki, tüm Türkiye’de devleti/iktidarı ve belediyeleri yöneten AKP’liler, son derece yalancı, son derece takiyeci, Müslümanlık adına son derece riyakâr ve demagoglar.  Kozlu Belediyesini yöneten bu anlayış sözünü ettiğim bu olumsuz siyasetin tipik bir örneğidir.

 

İçinde yaşadığımız dönem, özellikle Zonguldak’ın, kendine “ben deliyim” diyenlere değil aklı olanlara ihtiyacı var. Öyle değil mi sevgili okurlar? Herkesin birbiri hakkında söylediklerinin bir bir dinlendiği ve bu dinlemelerden suç delili oluşturarak birçok kişiyi ceza evlerinde süründüren adalet, eğer gerçekten adaletse, hukuksa, bu ‘adam’ nezdinde de tecelli etmeli bir an önce. Geçmişte yaptıklarının hesabı bir bir sorulmalı ondan. 5 yıl boyunca belediyeden verdiği bütün ihaleler incelenmeli, belediye dışında kimlerle ne şekilde mutabakat yaptığı; Milli Emlak kayıtlarına tek tek bakılarak, Maliye Bakanlığında,  konuyla ilgili müdürlüğün Kozlu Belediyesi üzerine aktarımlarını tek tek inceleyerek ortaya serilmeli. Bunun için illa birinin şikâyet etmesi beklenmemeli; ima yollu bu yazı türü bile dikkate alınıp araştırılmalı savcılar tarafından. Bu halka karşı önemli bir sorumluluktur. Çoluk çocuğumuzun geleceğine dair, yapılan bütün haksızlıklar, yolsuzluklar, hırsızlık ve düzenbazlık ibret olarak açığa çıkarılmalı. “Bal tutan parmağını yalar.” dönemi bitmeli artık. Vicdan sahibi savcıları halka karşı olan sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyorum. Hiçbir hukuk adamı, “beni de sürerler.” korkusuyla AKP ve haksız uygulamaları karşısında suskun kalmamalı.

 

KOZLU’DA YAŞANANLAR KÜÇÜK BİR ÖRNEK

17 Aralık’ta, AKP’nin en etkin yönetim kademesinde patlayan “yolsuzluk skandalı” 5 yıldır Kozlu’da olup bitenlerin tipik bir göstergesidir. Hazine arazileri özelleştiriliyordu, elden edilen gelir yandaş işadamlarına peşkeş çekiliyordu; avantalar oğullara, yeğenlere kızlara gelinlere dağıtılıyordu. Para ve gayr-ı menkuller eş dost üzerine kaydedilerek delil olmaktan çıkartılıyordu. Bu işlerin büyük bir çoğunluğu belediyeler üzerinden aklanıyor; çeşitli sosyal kurumlar ve vakıflarla, camilerle, külliyelerle “Türkçe olimpiyatları” etkinlikleriyle örtbas ediliyordu. “Din”, “iman” adına halkın gözlerine “cehalet perdesi” gerilerek gerçeğin görünmesi engelleniyordu daha düne kadar. Ama artık öyle olmamalı; Umrelere gitmek, camilerde saf tutmak, Allahtan, Kuran’dan söz etmek, cemaat liderlerinin ağzından şefaat dağıtmak kimsenin kanmasına vesile olmamalı. Ne demişti bu adam: “Hakkımızda olumsuz ve uygunsuz bir şey biliyor da, söylemiyor ve yazmıyorsanız şerefsizsiniz.” Ben “uygunsuz” ve “olumsuzlukları” dilim döndüğünce size özet olarak anlatmaya çalıştım. En baştan söylediğim gibi, ben kime “şerefli” kime “şerefsiz” diyeceğini bilen biriyim. Sanıyorum siz sevgili Zonguldaklıların da kime ne diyeceği bellidir.

 

Bizim devrimciliğimizin kitabında, yukarda anlatmaya çalıştığım olumsuzlukların ve uygunsuzlukların zerresi yoktur, şimdiye kadar olmamıştır da. Herkes şerefiyle yaşamasını bilmiştir. Çünkü biz Deniz Gezmişlerin Mahir Çayan’ların Ulaşların, İbrahim Kaypakkayaların bu ülkeyi soyup, satıp, kanını semirenlere karşı savurdukları lanetlerin takipçisiyiz; onların “gurur ve şeref” sözlerinin/davranışlarının izindeyiz hala. “Ne cami, ne cemaat, ne de kışladır bizim Kâbe’miz. Bizim Kabe’miz insandır; sevili insandır; insanoğlu insandır; emekçi insanlardır; dünyayı kuran ve kurtaran insandır…” Evet, bu insanlar şereflidir!...