Ne yalan söyleyeyim, geçtiğimiz cuma yaşadığımız siyasal depremle ilgili bir şeyler yazmak gelmiyordu içimden. Anladım ki yüksek siyasetle ilgili kalem oynatmak harcım değil. Bunca yıldır oluşturduğum mantık dizgem, aklım, sezgilerim bu konuda çözümleme yapmaya yetmiyor ne yazık ki. İlber Ortaylı’nın “Tarihçi olunmaz, tarihçi doğulur” dediği gibi, genlerinde “kurnazlık” olmayan bencileyin doğuştan saftirikler, ne yapsalar, yüksek siyasetteki gelişmeleri okumakta aciz kalıyor…

Yorumlamak için metodun her türünü bilsem, bir değil, on değişik yöntemle analizler yapıp sonuçlar üretsem, boş. Yetinmesem, tüm verileri en güvenilir kaynaklardan alıp bilginin her türüne ulaşsam, hava. Bilgileri aralarında birinci ağızların da olduğu üç-beş kaynaktan doğrulatsam, nafile. On türlü bilgi kümesi oluşturup sentezler çıkarsam hikâye, vardığım sonuç yanlış oluyor yine de. Neden mi? Zekânın yerini kurnazlık aldı siyasette çünkü. Yalan esas, doğru istisna haline geldi ülkede…

DOĞRUYU TAHMİN ETMEK İÇİN RASYONELİ BUL, İRRASYONELİ SÖYLE

Son yazısında, Türkiye’de ilk öğrenmesi gerekenin “şaşırmamak” olduğunu da dile getiren Murat Belge, Amerikalı bir gazetecinin, “Bu ülkede siyasi yorum yapmak için önce olup bitenleri dikkatle izlemek gerekir. Bu incelemeyi yaptıktan sonra bunun akli sonucunu çıkarırsınız ve ‘tahmin' olarak bunun tersini söylersiniz. O zaman doğru tahminde bulunmuş olabilirsiniz." dediğini yazıyordu. Özetle şöyle diyordu Amerikalı: Doğruyu tahmin etmek için rasyoneli bul, irrasyoneli söyle…

İnanın bıktım artık. Yo hayır, gelişmelerin AKP’nin ekmeğine yağ sürme korkusundan değil bıkkınlığım. Ömrümün bugüne kadar olan bölümü mücadeleyle geçti, kalanını da aynı uğurda harcarım yine. Bunda sorun yok da, sözden dönmenin doğal, hilenin geçer yol, zafere ulaşmak için yapılan her şeyin mubah, ötekine yapılan kötülüğün sıradan sayıldığı bir değerler sistemi, habis bir ur gibi yayıldı içimizde.  Kimsenin kimseye inancının kalmadığı ıssızlık, insan yapımızın temel motifi oldu…

KUŞKU BULUTLARI İÇİNDE SOLUKSUZ YAŞIYORUZ

Elbette nedenleri var bunun. Geçmiş bir yana, şimdiki kuşakların bile defalarca dozer geçti üstünden. 60- 70’lerdeki siyasal idamların ardından 12 Eylül faşizmi, işkenceden geçire geçire insanı insanın kurdu yaptı. 28 Şubatçılar ötekine yaşamı haram kılarken, 15 Temmuz’da bir başkası bomba yağdırdı üstüne. AKP kötülükleriyle değerleri aşındırmakla kalmadı,  yok etti resmen. Tam “Farklı kesimler birlikte iş yapma alışkanlığı kazanıyor, yaralarımız sarılıyor” derken, bu kez Akşener enkazı altında kaldı.

Hepimiz şaşkınız, bin türlü olasılığı değerlendiriyor, yapılana anlam veremiyoruz yine de. Herkesin ağzından çıkan sözün arkasındakini okumaya çalışıyor, kuşku bulutları içinde soluksuz yaşıyoruz. Ekonomiyi toparlayıp, yaşamı normale döndürebiliriz. Deprem yaralarını sarıp kentleri ayağa dikebiliriz. Doğaya fırsat verip kendini yenilemesini sağlayabiliriz hatta. Ama birbirine inancını yitirmiş toplumu bir arada tutmakta çok zorlanırız? Bir rol modeli olarak insana dair umutları tümden yok eden Akşener’in yaptığının kötülükten daha fazla olduğunu nasıl anlatabilirim ki…