Kadir Mısırlıoğlu’nun en önemli iddialarından birisi; “Atatürk’ün Anadolu’da görevlendirilmesi ile ilgilidir. Özet olarak Mısırlıoğlu der ki; “Sultan Vahdettin; Mustafa Kemal’i, işgalci düşmana karşı halkı örgütlemek, Türkiye’yi işgalden kurtarmak için görevlendirdi. Mustafa Kemal İstanbul’dan ayrılırken yanına yardımcı subaylar verildi. Anadolu’daki askeri birliklere talimat verme yetkisi ile donatıldı. Ayrıca on binlerce altın lira kaynak tahsis esildi” şeklinde birçok öykü, Kadir Mısırlıoğlu, Abdurrahman Dilipak ve diğer gerici çevreler tarafından sıkça dile getiriliyor. 

         Bu iddialarla hedeflenen nedir?

        Bu iddialar gerçekten doğru olsaydı, bundan ne anlaşılırdı? Önce, bu sorulara yanıt arayalım. Eğer bu iddialar doğru olsaydı;
        1. Daha kıdemli birçok general varken Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının, en geniş yetkiler ve olanaklarla görevi devraldıktan sonra, Hilafet ve Saltanat makamına karşı ihanet ettikleri ortaya çıkmış olurdu.
        2. Mustafa Kemal Paşa’nın, kendi geleceği ve yükselişi için kamu olanaklarını kullanan, ihtiras sahibi, sorumsuz bir kişiliğe sahip olduğu,
        3. Atatürk’ün, üstün ve galip düşmanlarla yapılan ateş kes anlaşmasını bozan, vatanı ve milleti ikinci kez ateşe atan, maceraperest bir kimliğe sahip olduğu kanıtlanmış olurdu.
        4. Vahdettin ise, düşmana karşı vatanın bütünlüğü ve milletin birliği için çırpınan, Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği mali ve mülki olanaklar sonucunda ihanete uğramış; yurtseverliği sonucu hilafet ve saltanatını yitirmiş mağdur bir kişi olduğu ortaya çıkardı.
        5. Mondros Ateşkes (!) Anlaşması onaylanmış yürürlükteyken, Sevr Barış (!) Anlaşması ise parafe edilmiş, ayrıntılar üzerinde görüşmeler sürerken.. Atatürk’ün ülkeyi gereksiz yere, 3.5 yıl daha uzayan bir savaşa sürüklediği, halkın kan, can ve namusça zararından sorumlu olduğu sonucuna varırdık. 

         Peki, durum Kadir Mısırlıoğlu’nun dediği gibi midir?

        Tam tersine bir durum vardır. Osmanlı Heyeti’nin imzaladığı anlaşmalar barışı değil, Osmanlı halkının teslimiyetini hedeflemektedir. (1) Doğu, Batı ve Güney Anadolu’da Rum ve Ermeni azınlıklar yurdun birçok yerinde etkin durumdalar. İngiliz Planlarının bir gereği olarak, otonom yönetim veya bağımsız Kürdistan hayali ile Kürt ayrılıkçılığı destekleniyor. İtalya ile Yunanistan Doğu Akdeniz ve Ege’de; İngiltere ile Fransa Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ele geçirmek için birbiriyle yarışır durumdalar. ABD, Wilson Prensipleri çerçevesinde ayrılıkçı Kürtlerin ve Ermenilerin desteğini alarak petrol kaynaklarına yakın bölgelerde, Osmanlı içindeki azınlıklardan müttefikler elde etme stratejisine ağırlık vermiş durumda. ABD, İngiliz, Fransız komiserleri ve gözlemcileri Anadolu’nun en güvenli yerlerinde fink atıyorlar; ajanlık ve kışkırtma faaliyetleri yürütüyorlar. (2)
            Yunanlıların asker çıkardığı ilk gün, 15 Mayıs 1919 tarihinde, anlaşma gereği silahları alınmış olan İzmir askeri kışlası içinde kalan askerlere ateş açılır, yaralı ve sağ kalan askerler şehrin içinde, iki yandan toplanan Rumların arasından limana götürülürler. Rumlar askerlere vurmaktan, işkence etmekten yorgun düşerler. Rum evlerinden ve savaş gemilerinden ateş açılır; Türk askerleri atışı eğitim nişangahı olarak kullanılırlar. Bir günde 300 asker öldürülür, binlerce asker yaralanır.
         Erkekler, kadınlar, kızlar, hamileler için Yunanlılar tarafından önceden belirlenen ceza yöntemleri uygulanır. Öldürme, bekaret bozma, gebelik alma gibi insanlığın alnına kare leke olarak sürülen özel cezalar bunlar. İzmir’de, diğer Ege kıyı kent ve köylerinde, 15 Mayıs-20 Mayıs 1919 tarihleri arasında, bir haftada sayıları yüzleri ulaşan kadına eşlerinin ve yakınlarının gözleri önünde tecavüz edilir, erkekler öldürülürler. 4-5 yaşındaki küçük kızların bekaretleri elle yırtılarak bozulur. Gebe kadınların karınları kama ile deşilerek dışarı akıtılır.(3)

      Mondros Ateşkes Andlaşması’nın 7. Maddesi bahane edilerek Batı ülke temsilcileri aralarında anlaşarak Yunan Ordusunu İzmir’e çıkarmışlardı. Aynı madde gereği, Rum ve Ermenilerin yakınmaları bahane edilerek, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’nun bazı bölgeleri de işgal edilmek isteniyordu. İşte Mustafa Kemal’e verilen görev, Kurtuluş Savaşı başlatma görevi değil; Rum ve Ermeni silahlı çetelerine karşı örgütlenen halkı bastırma, halkın elinde kalan az sayıdaki silah ve mühimmatları da toplama ve bu yolla Doğru bölgelerinin de düşman güçler tarafında işgal edilmesini önleme göreviydi. Yani Atatürk gidecek, Samsun ile Rize arasında ve içeride Amasya’ya kadar örgütlenen Topal Osman’ı derdest edecek, gayri müslim silahlı çetelere karşı toplanan gönüllü askerler dağıtılacak; meydan Rum ve Ermeni çetelerine kalacaktı. Atatürk bunun tersini yaptığı için Vahdettin’e karşı ihanet etmiş sayıldı. Ne yapacaktı? Havza Genelgesini (28 Mayıs 1919), Amasya Bildirgesini (23 Haziran 1919) yayınlamayacaktı. Topal Osman’ı tutuklayacaktı.

          Eğer Vahdettin Atatürk’ü Kurtuluşu başlatmak üzere gönderseydi, doğru ve inandırıcı belgeler şu şekilde oluşabilirdi:
a.       Kazım Karabekir, Osmanlının Doğu ordusu (15.Kolordu) komutanıydı. Vahdettin veya onun Başbakanı Damat Ferit Paşa, Karabekir Paşa’ya güvenirlerdi. Yoksa Erzurum gibi çok kritik bir bölgede ona ordu teslim etmezlerdi. Atatürk’e böyle bir görev verilseydi; gizli bir şifre ile Karabekir Paşa’ya bildirilmesi gerekirdi.. Kazım Karabekir Paşa, 1948 yılına değin yaşadı. Daha sonra Meclis başkanlığı görevinde de bulundu. Kurtuluş sonrası Atatürk’e ile arası, düşmanlık derecesinde açıldı. Atatürk’e karşı yazılar yayınladı. Hatıra kitapları (İstiklal Harbimiz, Hayatım) yazdı. Karabekir, Vahdettin’in Atatürk’e Kurutuluşu örgütleme görevi, ve bu mücadeleye yetecek kadar para verdiğine ilişkin, tek bir söz etmiyor, tek dize anı yayınlamıyor.
b.      Vahdettin de 1926 yılına değin yaşadı. Ülkeyi terk sonrası, ihanetle suçlandı. Hain olmadığını kanıtlamaya çalıştı. Bunun için özel bir “Beyanname” yayınladı. Ülke dışında, hiçbir baskı altında kalmadan yazdığı bu belgede kendisini aklamaya çalışırken de; Atatürk’e verdiği görevin Kurtuluş hazırlığı görevi olduğu iddiasında bulunmuyor. Buna ilişki bir ima, tek sözcük bile yok. İşgale karşı takındığı pasif tutumunu; “Üç büyük devlete ( İngiltere, Fransa, İtalya) karşı yapılabilecek bir şey olmadığı, onların hıncının geçmesini beklemek gerektiği” öyküsü ile savunuyor.
c.       Damat Ferit, bu süreçte (1919-1921) beş kez hükümette bulundu. Bütün icraatlarında Atatürk ve Kurtuluş karşıtı biçimleniş içinde oldu. 1923 sonuna dek yurt dışında yaşadı. O Atatürk düşmanı sadrazam bile, “Biz, Mustafa Kemal’e Kurtuluşu örgütlemek için gizli bir görev, yetki ve bu amaca uygun miktarda para verdik” demiyor. Öyle olsaydı; Kurtuluş hazırlıklarını başlatmak için donatılan, on binlerce altın lira ile yola çıkarılan 18 kişilik kafile daha ikinci ayında Erzurum’da beş parasız kalır da kaynak arayışına girer mi hiç? (4), (5)
d.      Kurtuluş Savaşı ve hazırlık evresinde birlikte oldukları, Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy paşalar da sağlıklarında Atatürk ile ayrı düştüler, Atatürk karşıtı oldular; birçok anılar yazdılar, röportajlarda konuştular. Onlar da, Sultanın ve hükümetin verdiği olası gizli bir görevle ilgili bu konuda imada bile bulunmadılar. 

Saltanatını yitirmiş, makamını kaybetmiş, isimleri haine çıkmış Sultan Vahdettin, ile Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın kendisini savunurken iddia edemediği o gizli görevlendirmeyi, 90-100 yıl sonra Bay Kadir Mısırlıoğlu iddia edebiliyor. Bunun için Devlet ve Diyanet nezdinde Büyük Düşünce Adamı (!) olmak gerekirmiş.

Sürecek..

1.      Mondros, Sevr, Lozan; Ato Yay., 2004, Ankara,
2.      Atatürk, Nutuk, Başlık: “Samsun’a Çıktığım Gün Umumi Durum ve Manzara.”
3.      Nurdoğan Taçalan, Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken, Bilgi Yayın Evi, 2007.
4.      Cevat Dursunoğlu, Millî Mücadelede Erzurum, T.C. Ziraat Bankası Matbaası, 1946.
5.      Mahzar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Be­raber, TDK, Cilt 1., 1986