Bu gün insan sınırlarının bir kıyısından söz etmek istiyorum, ne alaka mı…
Ben politikaya siyasete hiç ilgi duymadım, hiç de anlamam (!) aslında. Çevremdeki dostlardan çok eleştiri almış olsam da, neden uzak durduğum ve müdahil olmadığım konusunda, yeteri kadar ilgi duymadığım için, haddimi de bildiğimi düşündüğüm için aktif olarak bulunmadım içinde. Haksızlıklara eşitsizliğe başkaldırmanın yegane yolu olarak inananlar için siyaset ilk sırayı alsa da, bu konuda yani başkaldırma konusunda direniş gösterdiğim alanlarım farklı benim. Ne siyasi bir partiye üyeyim nede herhangi bir kuruma kuruluşa bağlıyım. Aklımın elverdiğince, öğrenebildiğimce ve işin uzmanlarını can kulağıyla dinlediğimce vakıf oluyorum ülke gündeminin ince seyrine. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmayacağını bildiğimden olsa gerek, öyle ortalara atlayıp ben ben diyenlerden de olmadım. Haddini bilme eğitimini iyi almışım demek ki, doğru da yapmışım bugüne değin, öyle düşünüyorum.
Şimdi kendime sınır çiziyorum ya, doğal olarak, sınırsızlara şaşıyorum haliyle.
Ne çok şey bildiklerini sanıyor yahu birileri.
Ne çok manevra yapıyorlar oldukları yerde, arkalarına aldıkları maddi ve manevi güçlerin onlara sağladıkları güce tapıyorlardı daha düne kadar oysa….
Bu kentin sorunlarının en başında gelen, önceliği insan sağlığına dayanan ve işte bu yüzden karşı çıkılan yerlerde, eylemlerle seslerini duyuranlara sinsice gülenlerin, kapalı kapılar ardında, el altından ve hatta üstünden beslenenlerin ne ara makas değiştirdiklerini merak etmiyor da değilim.
Sanırım bunu en iyi ‘’öküz koşulurken inek sağılırken’’ Ata sözümüz açıklar.
Siyasi ideolojilerini kan davası haline dönüştürenlerin, arkalarına aldıkları destekleri köprüyü geçtikten sonra suya dökmeleri ve birden kaypak bir hamleyle kulvar değiştirmeleri hangi ahlaka sığıyor onu da merak etmiyor değilim hani.
Hangi değerler için savaş veriliyor meydanlarda ve yahut kapalı kapılar ardında.
Gerçekten bu kenti önemseyenler, kalemlerini bir kılıç edasında kullananlar, konuşmakla adeta dilinde tüy bitenler ve asıl dinlenilmesi önemsenmesi gerekenler biliyorum çok azlar, ama çok yürekliler ve bana göre çok kıymetliler.
Bu kulvarda aklına fikrine önem verdiğim birkaç kalem ustası var elbette, özgürce düşünüp konuşabilmek ve yazabilmek çok önemli bir meziyet bana göre. Susmak yada susmak zorunda kalmak canını yakıyor insanın, heleki söyleyecek çok sözü olanın.
Sırtını güçlüye dayayıp, bir orada bir burada havası yaratıp küpünü dolduranlar o kadar çok ki. Yanlış bulduğum bu istikrarsızlık yüzünden sınırlar çiziyorum an be an kendime. Toplumun menfaati için açıkça yanlış olan, bir anda çıkarlar söz konusu olduğunda doğru oluveriyor. işte bu yüzden sorunlarımızın çözümü konusunda verim alınamıyor.
Her hangi bir davaya inanarak yola koyulduklarınızın, sizi yolun ortasında bilmem kaç paraya satacak olacakları olasılığı, oldukça güçlü çünkü.
Toplumcu değil bireyci olmaya meyilliyiz sanırım, yok yok öyleyiz.
Bunu neden mi söylüyorum, daha düne kadar standartlarının altında yaşayanların, patron ve hatta, patroniçe gösterileri yüzünden karışıyor ortalık. Gözümüz yok elbette de beslendiğin kaynağın karşısına niye geçtiğine takılıyor kafam.
Savunduğunuz ideolojik değerlerin gölgesine bile saygı duymuyorken, siyasetin uzmanı gibi şov yapmanıza takılıyor kafam.
İşte bu yüzden sizin ağzınızdan ya da kaleminizden çıkanların hükmü yok bende.
Sorunların çözümü için kılınızı kıpırdatmıyorsunuz ki,sadece öyle görünüyor egolarınızı öyle besliyorsunuz, hep derdiniz şov yapmak gösteriş üstüne gösteriş yapmak,servetinizi çoğaltmak ve en önemlisi de birilerinin ikincisi, yedeği olarak yaşamak...
Sınırlar çok değerlidir, ihlal edildiğinde ise ‘eğer varsa değer yargılarınız’ aşağılık bir şeydir. Görüyorum ki yok, o yüzden sınırları ihlal ediyor ve küpünüzü dolduracağınız yerlere olta atıyorsunuz.
Peki nereye kadar… Saltanatların hiç biri baki değilken, neden bu yolu seçiyorsunuz.Bir kez daha söylüyorum bireycisiniz de ondan. Bu kentin bu güzel kentin ne olacağı umurunuzda değil. Sorunları görmezden, bilmezden gelmeniz sizin açınızdan olağan artık. Meydanlara çıkıp yiğit gibi dövüşmek yerine suya sabuna dokunmadan, ağzınıza ne kadar bal çalacaklarıyla ilgileniyorsunuz.
O kadar çok özlem duyuyorum ki ayakları yere sağlam basabilen insanlara. Kukla olmayan insanlara. İpleri başkalarının elinde kendini bir halt zannedenler, ezildikçe ezmeyi misyon edinenler, birilerinin ikincisi ve yedeği olmayı kabul edenler, acınacak haldesiniz. O geçici saltanatlarınızın nihayet bulduğu zaman ki, bir çoğunuzda sallantıları görüyorum, yıkık bir duvar kadar bile onurunuz olmayacak sizin. Çulsuz olmayı her zaman tercih ederim kendi kendimin efendisi olmaya.
ŞİİR:
Kasvet çökmüş göz bebeğime bu kış günü.
Kirli göğü, kirli denizi, kirli ilkel beyinleri.
Ne zaman direniş için ayağa kalksa,
Vurmuşlar başına taşla lafla.
Bilir kişileri, olmuş sinir kişileri.
Her an kavga, her zaman boş konuşma.
Anladık sizden de adam olmayacak.
Birbirinizi yeseniz de, karnınız doymayacak.
Ne faydanız olacak bu kente,
Yokken fayda kendinize.
Atanmışlar misafir,
Seçilmişler işten fakir.
İstedikleri bir koltuk,
Savaşıyorlar ondan.
Kim demiş ki adam çıkacak onlardan.
Bu kent işçinin, bu kent emeğin,
Yer altı yer üstü bizim.
İşini bilenler koyulsun yola,
Bilmeyenleri de sen yolla...