Başlıktaki soruya el cevap: Evet, demokrasi en iyi yönetim şeklidir; ama bir şartla! O şarta sonra geleceğiz.

Ama önce tüm yönetim şekillerini bir hatırlayalım. Bu konuda oldukça realist bir duruş sergileyen Yunan filozof Aristoteles'e göre yönetim şekilleri ve isimleri şöyledir:

1-Tekin genel yararı izleyen yönetimi; ''monarşi''

2-Azlığın genel yararı izleyen yönetimi; ''aristokrasi''

3-Çokluğun genel yararı izleyen yönetimi; ''politeia''

4-Çokluğun sınıfsal çıkarı izleyen yönetimi; ''demokrasi''

5-Azlığın sınıfsal çıkarı izleyen yönetimi; ''oligarşi''

6-Tekin kişisel çıkarı izleyen yönetimi; ''tiranlık''

Burada bizim konumuz olan demokrasinin daha geniş birçok tarifi vardır ama biz bir tanesini yazalım.

''Demokrasi, siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimidir.''

Yani mealen diyor ki; demokrasi, eşit yurttaşların kendi kendilerini idare ettiği bir rejimdir. Buradaki ''eşit'' ifadesi çok önemlidir. Buna da geleceğiz.

Yunanca demos (halk) ve kratos (iktidar, erk) sözcüklerinin bir araya getirilmesi ile oluşan, halkın gücü ya da iktidarı anlamında kullanılan ''demokrasi'', ilk kullanımından beri felsefenin temel sorunlarından biri olmuştur. İdeal yönetim sorusu insanlık tarihinin en önemli sorunudur. Siyaset bilimi ve felsefenin çakıştığı bu noktada siyaset-etik sentezi karşımıza çıkar. Bu konularda demokrasinin beşiği sayılan antik Yunanistan'ın ünlü filozofları Sokrates, onun öğrencisi Platon ve Platon'un öğrencisi Aristoteles çok kafa yormuşlardır.

Bu üç önemli filozof da hernekadar demokrasinin ideal bir rejim olabileceğini kabul etmişlerse de; bu konuda endişelerini de dile getirmişlerdir. Örneğin; Sokrates demokrasiden nefret bile etmiştir çünkü bu konuda endişeleri vardır. Sokrates toplumu bir gemiye benzetir ve şöyle sorar: Eğer ki deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı? Elbette ikincisi..

Sokrates'in bahsetmeye çalıştığı şey, seçimlerde oy kullanmanın bir ''yetenek'' olduğudur. Sokrates'e göre oy kullanmak ''rastgele bir sezgi'' olarak görülemez. Dolayısıyla oy kullanmanın da, diğer her yetenek gibi insanlara sonradan, dikkatle ve sistematik bir şekilde öğretilmesi gerekmektedir. Yeterli donanıma ve eğitime sahip olmaksızın insanlara oy verme hakkının tanınması, yeterli donanım ve eğitime sahip olmayanlara fırtınalı bir havada yolculuk yapacak bir geminin kontrolünün kime teslim edileceği kararını alma yetkisi vermekle aynıdır

Platon ise; egemenliğin bilgisiz ve yetersiz kitlelerin elinde olduğu yerlerde demokrasiyi kötü bir yönetim biçimi olarak düşünür.

Aristoteles'e gelince; mealen benim çok sevdiğim şu sözü söylemiştir: ''Demokrasi ideal bir yönetim biçimi diyorsunuz ama; bu eğitimsizlerin çoğunlukta olduğu toplumlarda, eğitimsizlerin eğitimlileri yöneteceği anlamına gelmiyor mu? Bu iyi birşey mi? Elbette değil!''

Değerli okuyucular, herhalde dikkatinizi çekmiştir; bu çok önemli üç filozofun da demokrasi ile ilgili çekincelerinin tek sebebi toplumdaki eğitim eksikliğidir. Eğer bir toplum eğitimli ise bu çekincelerin de olmayacağı aşikardır. Bu da demokrasiyi ideal bir rejim haline getirir.

İşte benim de yazıya başlarken yazdığım ''Demokrasi en iyi yönetim şeklidir; ama bir şartla!'' cümlesindeki ''şart'' eğitimdir!

Çünkü; bir bilim dalı olan kalite felsefesi diyor ki; ''Kaliteli işler kaliteli (eğitimli) insanlardan çıkar; kalitesiz insanlardan kaliteli işler beklemek aptallıktır!'' Bu tespit iki kere iki dört eder kadar kesindir. Fakat maalesef biz bu aptallığı sürekli yapmaktayız!

Bir insanın kaliteli sayılması için dürüstlük, çalışkanlık v.s gibi birçok kriterin yanında en önemlisi eğitimdir. Diğer kriterleri bir trenin vagonları gibi düşünürsek eğitim o trenin lokomotifidir. Lokomotif hareket etmezse o tren de hareket edemez! Olduğu yerde kalır.

Eğitimin ne kadar önemli ve işlevsel olduğunun en iyi örneği Finlandiyadır.

Sanıyorum Grigoriy Petrov'un yazdığı Beyaz Zambaklar Ülkesinde isimli kitabı okumuşsunuzdur veya en azından duymuşsunuzdur. Kitap, daha önce verimsiz ve bataklık topraklarda, İsveçlilerin kölesi olarak yaşayan fakir ve cahil Finlandiyalıların, sırf eğitim sayesinde, tek kurşun atmadan bugünkü refah ve demokrasi seviyesine nasıl geldiğini anlatmaktadır.

1800'lü yılların son döneminde, Finlandiya halkının içinde bulunduğu durumu cehaletten kurtarmak için, bir filozof ve aynı zamanda yazar ve diplomat olan Johan Vilhelm Snellman isimli bir Finli lider, ülkedeki bir avuç Fin aydınını örgütleyerek olağanüstü bir eğitim seferberliği düzenliyor. İşte bu seferberlik büyük bir başarı göstererek Finlandiyayı bu güne getiriyor ve bu bir mucizedir.

Tarih İstiklal savaşını kazanıp devletimizi kuran Atatürkün şöyle dediğini yazar; ''Biz büyük bir mücadele ile bu devleti kurduk ama asıl mücadele şimdi başlıyor. Bu mücadele cehaletle mücadeledir!''

Böyle diyen Atatürk, Beyaz Zambaklar Ülkesinde isimli bu kitabı okuyunca çok hoşuna gider. Ve derhal okullarda, ve özellikle askeri okullarda ders kitabı olarak okutulması emrini verir. Eğitim seferberliğini hemen başlatır ve ilk etapta Avrupa'ya eğitime bir grup öğrenci gönderir. Bu öğrencilere giderlerken söylediği şu sözler çok anlamlıdır:''Sizleri Avrupaya birer kıvılcım olarak gönderiyorum. Ama dönerken birer ateş topu olarak geleceksiniz!''

Şimdi yukarıdaki bilgilerin perspektifinden ülkemizdeki duruma bir bakalım. Acaba Türkiyede var sayılan demokrasi gerçek demokrasi midir değil midir irdeleyelim.

Tabii ki önce olmazsa olmaz olan eğitim durumumuzu görelim.

Eğitim durumumuzu bir profesör şöyle özetliyor: Türk halkının %10'u çok eğitimlidir. %20'si iyi eğitimli, %30'u orta ve az eğitimli; %40'ı ise eğitimsizdir. Buradan da görülüyor ki eğitim seviyemiz hiç iyi değildir. Bu durumda demokrasimizin de gerçek demokrasi olduğu söylenemez. Zira %40 eğitimsiz kesimi din iman ezan bayrak edebiyatıyla kafaya alan iktidar olabiliyor.

Zaten milletvekillerini de halk seçmiyor; parti liderleri seçiyor. Zamanında usta yazar Çetin Altan yazılarında sık sık bu duruma vurgu yapar ve şu cümleyi kurardı: ''Türkiye'de siyasi partiler devlet rantından pay kapma örgütü haline gelmişlerdir!'' Çetin Altan, ''Yani siz bakmayın milletvekili olmak isteyenlerin vatan millet sakarya edebiyatı yaparak canhıraş mücadele etmelerine; bu zahiri nedendir. Esas amaç devletin kasasının başına geçmektir.'' demek istiyordu. Aynen katılıyorum. Küçük istisnalarla genel durum budur!

Tabii ki bunda başrolü oynayan cehalettir. Millet eğitimli olsa böyle olmayacağı aşikardır. Bu durum demokrasi yanlısı insanlarımızı da rahatsız etmektedir. Nitekim Prof. Dr. Celal Şengör hoca bu duruma şöyle isyan etmektedir: ''Eğitimi özgürlüğe bırakmayacaksın. Zorla yapacaksın. Çünkü senin cahilliğin benim yaşamımı etkiliyor!''

Ha birde eski manken Aysun Kayacı'nın çok popüler olan sözleri var. Ne demişti Kayacı? ''Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir mi?'' Aslında çok doğru bir söz. Biz bu sözleri Aysun Kayacı daha doğmadan söylüyorduk ama meşhur bir manken olmadığımız için kimse bilmiyordu! Ayrıca, Aysun Kayacı ne ki! Zır cahilin oyu ordinaryus profesörün oyuyla da aynı! Ülkenin geleceğine karar vermede ikisi de aynı ağırlıkta!

Değerli okuyucular, şimdi bir kez daha başa dönüp Sokrates, Platon ve Aristoteles'in söylediklerini tekrar okuyalım ve onların demokrasi ile ilgili endişelerini anlamaya çalışalım. Yukarıdaki bilgilerin ışığında, bu endişeler Türkiye için de geçerli midir değil midir düşünelim.

Değerli okuyucular, özetle demem o ki; EĞİTİM ŞART!

Başka türlü, demokrasi gelecek diye saf saf daha çok bekleriz.

Zaten 14 Mayısta bunu göreceğiz. Millet olarak demokrasiye hazır mıyız, layık mıyız bunu o akşam öğreneceğiz!