Eski okuyucular mutlaka farkındalardır epeydir yazı yazmıyordum. Fakat son zamanlarda ekonominin içine öyle bir gömüldük ki; benim de bu konuda görüşlerimi yazmak farz oldu. Görüşlerimi yazarken gerçekçi olmak adına tabii ki somut verileri kullanacağım.

   Ama önce ekonomi ve onun belalısı enflasyon nedir en basit anlatımla özetlemeliyim.

   Bana göre ekonomi gelir-gider dengesini ayarlamak ve geliri giderin üzerine çıkarmak sanatıdır. Eğer sizin geliriniz giderinizden fazla ise ekonominiz iyi demektir. Tam tersine; eğer gideriniz gelirinizden fazla ise zarardasınız demektir ve ekonominiz kötüdür. O zaman ekonomiyi düzeltmek için ya gelirlerinizi artıracaksınız; ya da giderlerinizi azaltacaksınız.

  Bireyler için geçerli olan bu durum devletler için de aynıdır. Eğer bir devlet üretime önem vermiyorsa ve tüketime ağırlık veriyorsa ekonomisi kötüye gider. Bunun sonucu enflasyondur. İngilizce ''inflation'' (infileyşin) kelimesinden türettiğimiz enflasyon kelimesinin İngilizcede birçok anlamı varsa da ekonomide kullanılan anlamı''şişme''dir. Bozulan ekonomiden halkın şikayetini önlemek için fazladan para basarsanız, yani piyasada dolaşan parayı karşılıksız olarak şişirirseniz işte bu enflasyondur.

   Enflasyon parasal manipülasyonlarla veya faizlerle oynanarak değil; gelirleri giderlerin üzerine çıkararak önlenir. Sebep-sonuç ilişkisi budur.

   Fakat şu da bir gerçek ki piyasaya karşılıksız para basıp tedavüle sokarsanız bu enflasyonu önlemediği gibi aksine pahalılığı körükler. Tilki ne kadar yol bilirse avcı da o kadar yol bilir misali satıcı da ürünlerine zam yapar. Eğer yapmazsa sattığı ürünün yerine yeni ürün almak istediğinde sattığı fiyata bile alamama riski vardır.

   Fiyatları belirleyen arz-talep dengesidir. Bu bir tabiat kanunudur ve değiştiremezsiniz. Eğer pazara mal fazla gelirse ve talep de az olursa; ne olur? O malın fiyatı ucuzlar! Tersine; mal az gelir talep de fazla olursa, o zaman da bu malın fiyatı artar. Mesele bu kadar basit!

   Demek ki neymiş? Ekonomimizi düzeltmek istiyorsak, yani ucuzluk istiyorsak üretimimizi artırmamız gerekiyormuş! Ama Türkiye'de durum böyle mi?

Mesela 1950'li yıllarda üretici köylünün nüfusa oranı %80 iken bu gün %5-6 oranına kadar inmiştir. Yani köylüye destek verilmediği için köylü şehre gelmek zorunda kalmış ve üretici sınıftan tüketici sınıfına transfer olmuştur. Bu yüzden temel gıda maddelerini bile ithal etmek zorunda kalınmıştır. Bu aynı zamanda demektir ki; kendi üreticimizden esirgediğimiz desteği yabancı üreticiye veriyoruz.

   Bunun gerçek nedenini şimdi özetleyeceğim. Bu bir komplo teorisi değildir. Sabırla sonuna kadar okursanız bunu daha iyi anlayacaksınız.

   Ülkemizde bilirsiniz ''Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin'' diye bir söz vardır. Ama maalesef küresel güçler bizleri ve bizim gibi halkları açlıkla terbiye etmeye çalışıyorlar. Hatta bu konuda epey yol aldılar; bundan haberiniz var mı? Birçok insanın bunun farkında olduğunu sanmıyorum. Tıpkı soğuk suyun içine atılıp suyu ısıtılan kurbağa gibi! Hani bir deney var ya; eğer kurbağayı sıcak suyun içine atarsanız zıplayıp kaçar. Ama soğuk suyun içine atarsanız ve suyu yavaş yavaş ısıtırsanız kurbağa bunun farkında olmaz ve sonunda haşlanıp ölür. İşte o deneydeki gibi, çoğumuz soğuk suyun içine konulan kurbağa misali suyun hızla ısıtıldığının farkında değiliz. Yani gıda konusunda küresel güçlere çoktan bağlı, hatta bağımlı hale geldiğimizi göremiyoruz bile!

   Biliyorsunuz ''açlık duygusunun giderilmesi'' 5 basamaklı ''insan ihtiyaçları skalası''ndaki birinci basamaktır. Aç insan bir an önce karnını doyurmanın dışında başka birşey düşünemez ve bu yüzden bir üst basamağa da geçemez. İşin ilginci ikinci basamakta ''insanın kendini güvence altına alması'' gelmektedir. Yani bu demektir ki aç insan güvenliği düşünemez ve her türlü riske açıktır. Diğer bir deyişle açlıkla terbiye edilebilir kıvama gelmiş demektir.

   İşte benim daha önceki yazılarımda da bahsettiğim ve şimdilerde ''Küresel Finans Oligarşisi'' denilen küresel güç, insanların bu zaafını kullanarak dünyayı tek bir devlet gibi görüp kendi hegemonyası altına almaya çalışmaktadır. Bunun için kendi geliştirdiği ve tek tip haline getirdiği gıda politikalarını dünyadaki diğer devletlere dayatmak peşindedir.

   Peki kimdir bu Küresel Finans Oligarşisi? Başta ABD olmak üzere onun kankaları veya yancıları olan Kanada, İngiltere ve Avustralya gibi gıda üretimleri ihtiyaçlarından fazla olan devletler (örneğin ABD tüm dünyaya yetecek kadar mısır üretmektedir) ve küresel çaptaki devasa şirketlerdir. Bunların oluşturduğu oligarşiyi, yani dünyaya yön veren güçlü ve zengin grubu genel kurmaya benzetirsek; bunların ordusu da ABD'dir. Oligarşi ABD kanalıyla dünyayı yeniden dizayn etmeye çalışmaktadır.

   Bu arada, eski ABD  dışişleri genel sekreteri Henry Kissinger'in şu sözünü de hatırlatmakta yarar görüyorum: Petrolü kontrol eden ülkeleri de kontrol eder. Ama gıda maddelerini kontrol eden ise, halkları kontrol eder!

   Nitekim oligarşi ülkemizde de Kissinger'in tavsiyesine uymuş ve yerli üretimimizi yıllar içinde azalttırararak  bizi gıda ithal eder duruma düşürmüştür. Ayrıca mevcut üretimimizi tohum, gübre, ilaç, makina ekipman bakımından kendisine bağımlı hale getirerek hala sıkıntıya sokmaktadır.

   Peki şu ana kadar üretimden bahsettik. Şimdi de biraz da tüketime dokunalım.

   Tüketim kalemlerini üç ana gruba ayırmak istiyorum. Ayrıntılı yazsam ciltler tutar ama ben örnekler vererek özetleyeceğim.

   1-İSRAF: En başta inşaat yatırımlarını sayabiliriz. Ekonomiye hiçbir faydası olmayan gereğinden fazla bina yapılması en büyük israftır. Bunun yanında gereğinden fazla paraya mal edilen yol, köprü, havaalanı, şehir hastaneleri ve millet bahçesi gibi yapılar da çok büyük paralar yutmuştur ve hala da yutmaktadır. Devlette uçak, araba ve saray saltanatı da büyük oranda israfa yol açmaktadır. Ayrıca, politikacı ve bürokratlara ödenen ücretler (bazıları 3-5 maaşlı) ile hiçbir iş yapmayan çok sayıdaki danışmanlara ödenen yüksek ücretler de israftır.

   2-HORTUMLAMA: Hortumlama derken, geçen gün kütüphanemde yakın arkadaşım, 1997-1998 yıllarında Vakıfbank Genel Müdürlüğü yapmış olan Hasan Kılavuz'un siyasetçi-işadamı-bürokrat üçgeninde yapılan yolsuzlukları anlatan HORTUM DÜZENİ isimli kitabı gözüme ilişti. Kitabı daha önce okumuştum. Kendi kendime dedim ki; Sevgili Hasan kardeşim, senin anlattığın dönemdeki hortum bahçe sulama hortumu gibiydi. Şimdiki hortum ise itfaiye hortumundan daha kalın!

   Hortumlama deyince hemen aklımıza 5'li çete geliyor. Halbuki bu çete hortumun bizzat kendisi. Çünkü rantın hepsini kendisi alamıyor. Emdiği paraların önemli bir kısmını birilerine aktarıyor. Yoksa bu çete babalarının oğlu mu ki hep bu ihaleler bunlara veriliyor. Üstelik 100 liralık işi 500 liraya!. Üstelik dolar bazında garantilerle!.

   Ayrıca, bazılarının övündüğü yukarıda saydığım yol, köprü, havaalanı veya şehir hastaneleri gibi yatırımların önemli bir sebebinin de hortumlama aracı olarak kullanılmasıdır. Yoksa 100 liralık bir işi neden 500 liraya versinler!

   3-YANLIŞ DIŞ POLİTİKA: Yanlış dış politika yüzünden uğradığımız kayıplar sanıldığından çok fazladır. Örneğin, bizi ilgilendirmediği halde Suriye iç savaşına müdahil olmamız 180 şehit vermemiz dışında milyarlarca dolara mal olmuştur. Milyonlarca Suriyelinin soframıza ortak olması işin cabası!. Bu sığınmacıların boşaltması sayesinde PKK-PYD'ye alan açılması ise başka bir fecaat.

   Diğer bir örnek; Rus uçağını düşürdükten sonra Putin'in intikamını önlemek için hiç kullanmıyacağımızı bile bile, adeta rüşvet gibi, Rusya'dan 2,5 milyar dolara S-400 füze savunma sistemlerinin alınması ve Akkuyu Nükleer Santralının Ruslara teslim edilmesi!..

   Bunlara ilaveten Mısır'la sebepsiz yere papaz olunması ve Arap devletlerle ve İsrail ile ilişkilerin bozulmasının dış ticaretimize ve dolayısı ile ekonomimize verdiği zararları hesap etmek ise mümkün değildir.

   Yazı daha fazla uzamasın diye ders alınacak iki anekdotla bitiriyorum. Bunları bu ekonomik durumdan halen memnun olanlara ithaf ediyorum. Ama yorumları da size bırakıyorum!

   1-Bu bir fıkra değil, İstanbulda yaşanmış bir olaydır: Yaşlı adam dolmuş kuyruğundadır. Hemen arkasındaki kişi de hırsızdır. Dolmuş geldiğinde vatandaşlar dolmuşa binerken hırsız o karambolde bizim amcanın cüzdanını çalar. Dolmuş hareket eder ve bizim amca şoföre para vermek için cüzdanını arar. Ama bulamaz. Herhalde evde unuttum veya kaybettim diye düşünür. Çok üzülür ve durumu şoföre anlatarak ağlamaklı olur.

   Adamın çok üzüldüğünü gören hırsız insafa gelir ve bizim amcaya, ''Amca müsaade edersen dolmuş paranı ben vereyim.'' der. Amca çok mutlu olur. Parayı veren hırsıza defalarca teşekkür eder ve şöyle der; ''İyi ki memleketimizde sizin gibi hayırseverler var. Allah sizden razı olsun'' der!

   2-İngilizce yabancı bir video izlemiştim. Adamın biri elinde 3 tane ilaç kutusu tutuyor. Ve diyor ki; ''Bu elimdeki kutularda zeka düşürücü haplar var. Şu birinci kutudaki ilaç zekayı biraz düşürüyor. İkinci kutudaki orta derecede ve üçüncüdeki de çok düşürüyor.

   Bunların faydasına gelince; düşük zekalı insanlar daha kolay mutlu oluyor. Çünkü karnını doyurdu ise dünya meseleleri onları fazla ilgilendirmiyor. Kafalarını yormuyorlar. Ve hep şükrediyorlar.''

   Adam daha birçok şey anlattı ama beni çok üzen bir şey söyledi: ''Bu haplardan alırsanız Türk dizi filmlerini büyük bir zevkle izleyebilirsiniz!''

  Yahu adam bize resmen gerizekalı dedi. Neden başka bir milletten örnek vermedi? Nasıl üzülmem! (Acaba adam haklı mı ki!.. Bazen kafamı karıştırıyor da!)