Sevgili okurlar, uzun zamandır sizlerle düşünce ve görüşlerimi paylaşmadım. Bir yandan asli işlerim olan sanat ve edebiyat çalışmaları, diğer yandan insanlık halleri, mazeret değil ama kabul buyurun lütfen. “İyi ki yazmıyorsun” diyenler de vardır mutlaka. Onlara da selam ve sevgilerimi gönderiyorum.

Halkın Sesi Gazetesi’nde düşünce ve görüşlerimi sizlerle paylaşmaya karar verdiğimde yazılarımın hayli eleştirel olacağını Sokrates’ten yaptığım bir alıntıyla vurgulamıştım, biliyorsunuz. Kendime düstur edindiğim o alıntıda şöyle diyordu Sokrates: “… Atinalılar, ben tanrının bu devlete musallat ettiği bir at sineğiyim; bütün gün boyunca sizi her yerde eleştiriyorum ve sizi uyandırıyorum, hareketlendiriyorum, azarlıyorum ve ikna ediyorum. … Yeryüzünde bilinçli bir şekilde size ve başka bir kalabalığa muhalefet eden, devleti cesurca erdemsizliklerden, yolsuzluklardan kanunsuzluktan temizlemek isteyen başka birini bulamazsınız. Beni kolayca ölüme gönderebilirsiniz, sonra da eğer tanrı sizi düşünerek bir at sineği daha göndermezse, hayatınızın geri kalanını uyuyarak geçirirsiniz.”

 

 

Evet, Sokrates dürüst namuslu ve ahlaklı insanların adeta tanrısıdır; söylemiş olduğu bu sözler benim ve benim gibilerin kutsalıdır. Lafı getirmek istediğim nokta şurasıdır: Son bir haftadır bu ülkede ayyuka çıkan kanunsuzluklar ve yolsuzluklar, en az benim kadar hepinizin bilgisi dâhilindedir.   İktidarda bulunan AKP hükümeti ve bakanları, bürokratları aileleriyle birlikte yolsuzluk-rüşvet-kanunsuzlukla itham ediliyor. Olayı hala dış güçlerin bir oyunu olarak gören AKP başındaki zat, tıpkı “Son yüzyılın soygunu” olarak tarif edilen “Deniz Feneri” yardımlarının parti maiyeti tarafından ‘çukkalanması’ olayında olduğu gibi adeta mazlumları oynuyor yine. O zaman da söylemiştim, “Aar damarı çatlamış bunların” diye. Şimdi aynı sözü demek biraz hafif kalacak gibime geliyor. Çünkü yolsuzluklarla ve kanunsuzluklara ilgili soruşturmanın boyutu aldı başını gidiyor. Son olarak cumhuriyet savcılıklarında AKP’yle ilişkili onlarca şirket ve yüzlerce yetkili gözaltında olduğuna dair haberler geliyor. İktidarlarını “Biz bu yola beyaz kefen giyerek çıktık.” diyen bu zat, miting üstüne miting tertipleyerek varlığını korumaya kefen giymiş mücahitlerle toplumu tehdit ediyor; insanlara korku ve gözdağı veriyor adeta.   Kendi gibi düşünmeyenleri resmen düşman olarak görüyor, devlet ve kurumlarında “cadı avı” başlatarak şüpheli kim varsa yerinden ediyor, kıyıma ve baskıya maruz bırakıyor.  Adı karışan 3 bakan’ın istifasına rağmen mitinglerde hala “pişkince” konuşmaya devam ediyor.

 

 

Bütün bu olup bitenlere rağmen hala bu zata ve partisi AKP’ye sevgiyle ve şükranla bakan bir çoğunluk kitle var ortalıkta. Herkes gibi, ben de merak ediyorum, “Kendi celladına bu derce aşık olan” bu milletin aklı muhayyilesini. Sonuçta diyorum ki, kendi kendime AKP’nin her taraftarı tıpkı en tepedekiler gibi şöyle ya da böyle bu yolsuzluklardan, kanunsuzluklardan, soygundan nasipleniyor, o yüzden destekliyor. Sizce de öyle değil mi, sevgili okurlar. Ortada bir zincir var ve bu zincirin halkaları, eh tepede milyar dolardan başlayıp en aşağıya, 300 TL, 100 TL. 50 Tl, kömür, makarna şeklinde iniyor. Allah, din, iman, kitap, peygamber de yanında…

 

Hepiniz biliyorsunuz ki bu yolsuzlukları, kanunsuzlukları, soygunu soruşturma kararı alan bir hukuk adamı var ortada.  Adı Zekeriya Öz. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili. Geçmiş dönemde adını ordu içerisinde “darbecileri, ve çeteleri” soruşturma altına almış olmaktan duymuş olmanız lazım. Şöyle bir söz etti 2 gün önce, son soruşturmaları yapıyor olmaktan dolayı kendisini eleştirenlere karşı: “Bazıları fosseptik çukurunda gezenlerin yalanlarını yazdıkları için ağızları kokuyor. İftiranın kokusu öbür dünya da çıkmaz.” Kastettiği kişiler iktidar yanlısı medya ve destekçi yazarları. Ama asıl önemli olan iktidar partisine yakıştırdığı şu sıfat: “Fosseptik çukuru”

 

Evet değerli okurlar, aynen tarif bu!... Ne güzel söylemiş değil mi? Peki nedir fosseptik çukuru? Lağım çukuru, pis suların akıp gitmesi için yer altında açılmış kanal. Geriz. Atık suları ve pislikleri toplamak için kazılmış kapalı kuyu, halkımızın deyimiyle söylersek, “bok çukuru!” Ben de diyorum ki, kendi kendime, “5- 6 yıldır oturmakta olduğum Kozlu’da fena halde bir koku var, nerden geliyor bu koku.”  Aslında Türkiye’nin neresine gitsem bu ‘pis’ koku var; var da Kozlu’da daha bir keskin. Attığım her adımda çiğerlerime kadar iniyor, bir türlü engelleyemiyorum.

 

Kozlu,  baktığınızda dudakları boyanmış Karadeniz’e nazır boy/post gösterişli, afili mi afili görünüyor, içinde yaşayana. Ama yine de bu kokuyu “taş”, “demir”, “çamur”, “çakır” karışık duyuyor insan. Polisevi’nin sınırlarından başlıyor, sahil boyu deniz rüzgârına karşı,  kırımızı halı üzerinde yürüyor olmama rağmen “Ilıksu mevki”ne kadar sürüyor bu koku.  Kahvehaneye gidiyorsun bu pis koku; belediye otobüslerine biniyorsun yine bu koku; belediyeye yanaşıyorsun bu koku, devlet dairelerinin önünden geçiyorsun yine bu koku... En önemlisi de “Fatih Sitesi” kavşaktan yoğun olarak başlıyor, “Topbaşı son durağa” kadar sürüyor bu koku; üstelik “ezan sesleri”, “Allah Allah” nidalarıyla karışık.  

 

Kokuyu duymayan yok mu? Var. Onların 20- 30 yıldır koku alma duyuları, “hacı yağı” ve “ çeşit çeşit esanslarla köreltilmiş durumda; kokuyu almamalarının nedeni bu. Biliyor musunuz, şair Orhan Veli bu fosseptik çukuruna düşerek ölmüştür!... Dileğim bu çukurda, değil etrafında dahi gezmeyin artık, gezmişseniz de üstünüzü başınızı yıkayın, onurlu insanların arasına tez elden katılın…. Yeni yılda sağlık ve mutluluk dileklerimle…